Ayşenur Arslan

Ayşenur Arslan

Erdoğan’ın Kısılan Sesinin Hatırlattıkları

2011 sonu. Mehmet Ali Birand “28 Şubat” belgeseline hazırlanıyor. Upuzun bir çekim listesi elinde, Kanal D ana haber bülteninden fırsat buldukça röportaja gidiyor.
Listesindeki en önemli isim elbette Başbakan Erdoğan. O sıralarda Doğan Grubu’ndan hiç hoşlanmasa da randevu vermiş. Ankara’da, saatler sürecek bir çekim için kameranın karşısına geçmiş.
Erdoğan’ın kamera karşısında neler söylediği malum. Belgeselde geniş geniş yer aldı. Ama benim açımdan ilginç olan, çekime hazırlık sırasında söyledikleri.
Birand önce benden ve Cüneyt Özdemir’den söz etmiş. Yani o sırada “Erdoğan’ın ne kadar sevdiğini (!) dünya alemin öğrendiği” iki kişiden.
Birand belki yumuşar diye gündeme getirmiş isimlerimizi.
Hatırlamayan vardır, 2011 Ekim ve Kasım aylarında Van’ı fena halde sarsan deprem CNNTürk’ü de vurmuştu. Cüneyt Van’a gitmiş, gördüklerini anlatmış. “Bazı köylere hiçbir yardımın ulaşmadığını” söylemişti. Erdoğan da isim vermeden o sözlere ateş püskürmüş ve belli ki meşhur kiniyle Cüneyt’in adını defterine kaydetmişti.
Birand’ın arayı bulma çabasını da “bana ondan bahsetmeyin” diye anında silip atmıştı.

*. *. *
Ya ben? Erdoğan’ın listesinde baş sıralarda olduğumu biliyordum. Özellikle “İslamcılığın kadına dayattıkları” üzerine görüşlerimin nasıl -deyimi bağışlasın- “delirttiğini” fark ediyordum.
O sıralarda Doğan Grubu’nda sık sık tartışma konusu olurdum.. Ve her defasında şöyle derdim: “Ben başbakan olsam beni bu kadar ciddiye alıp uğraşmazdım.”
Ama o uğraşırdı. Hatta bir mitingde yuhalattığı ilk gazetecilerden biriydim. Hani, iftihar ediyormuşum gibi algılanacak belki. Oysa daha ziyade şaşırmıştım.
Neyse.. Birand benden söz ettiğinde -onun bana anlattığı kadarıyla- hiçbir şey söylememiş. Yüzünü ekşitip başka bir tarafa bakarak konuşmak istemediğini belirtmiş.

*. *. *
Buraya kadarını, magazin niyetine yazdım. Bu yazıda asıl anlatmak istediğim ise, bambaşka!
O gün Erdoğan’ın sesi biraz kısıkmış. Birand -yine onun anlattığı kadarıyla- doğrudan sormuş: “Kemoterapi yüzünden mi! Ben de kemoterapi sonrası yaşıyorum bunu, oradan biliyorum.”
Erdoğan doğrulamış. Ve bir süre buna dair deneyimlerinden, hastalıkla mücadelede son durumlarından konuşmuşlar.
Önceki gün cuma namazı sonrası Erdoğan’ı dinlerken aklıma geldi. Sesi yine kısık, cılız, sanki içine kaçıyormuş gibiydi.

*. *. *
Erdoğan’ın, öncesi de vardır elbette, en az 13 yıldır kanser tedavisi gördüğünü biliyorum. Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın en iyi doktorları tarafından, en ileri tıbbi teknoloji ile kontrol altında olduğunu da duyuyorum.
Sağlık çok önemli. Hiç kuşkusuz Erdoğan gibi olağanüstü imkanlara sahip bir ismin tıbbın imkanlarından yararlanması.. Saray’daki özel hastanesi bir yana, gittiği her yere seyyar hastanenin de peşi sıra gelmesi son derece normal.. Ve katiyen eleştirilemeyecek bir durum.
“AMA” diye düşünmeden edemiyorum: “YILLARDIR DİKEN ÜSTÜNDE YAŞAYAN, İNSAN HAYATININ NE KADAR KIRILGAN OLDUĞUNU KENDİSİNDE DENEYİMLEYEN BİRİ, BAŞKALARININ HAYATINA NASIL BU KADAR KOLAYCA ARKASINI DÖNEBİLİYOR?”

*. *. *
Osman Kavala ve onun nezdinde tüm Gezi tutsakları..
Selahattin Demirtaş ve onun nezdinde açılım kurbanları..
Çetin Doğan ve onun nezdinde cezaevinde ölüme terkettikleri generaller..
Barış Terkoğlu ve onun nezdinde hapse atmalara doyamadıkları gazeteciler..
Bir de sürgünde yaşayıp sürgünde ölenler..

*. *. *
Sevgili Celal Başlangıç da öldü. 12 Eylül’ün “pisliğini” kamuoyuna anlatan ve önce bu yüzden, sonrasında AKP’nin yaptıklarını ifşa etmekten çekinmeyen.. Sonucunda hayatının yarısı davalarla, işsizlik dönemleriyle geçen bir gazeteci.. Sürgüne gitmeseydi Silivri’ye gidecekti.
Ne öncesinde ne sonrasında gazeteciliğinden ödün vermedi Celal. Bedelinin ne olduğunu bilmiyor muydu sanki! Biliyordu. Hayatıyla ödedi.
Celal, insanın hep tanıyormuş gibi hissettiği insanlardandı. Gazeteciliğinde kaya gibi, dostluğunda yumuşacıktı.
Sevgili eşi Ayşe Yıldırım’la filmi çekilesi bir hayat yaşadılar. Karı koca gazetecilikte yarıştılar adeta. Ayşe, -açılım sürecini berhava eden- Ceylanpınar vakasına dair gerçekleri ortaya çıkartmıştı mesela.. Sadece o haberi, açılımı kimlerin neden kapattığını gösteriyordu. Gerçeği ifşa ediyordu. Celal’in sayısız haberi gibi.
Sürgünde de elele kalp kalbe direndiler.
Belki “ne güzel işte, yurt dışında keyif çatmışlar” diyen olacak.
Kimseye öyle bir keyif dilemem. Sürgünde yaşamanın, hasta olmanın ve ölmenin keyifli hiçbir yanı yok.
Bunu, Saray’da oturup özel hastanesinde özel tedavi gören Erdoğan da anlıyor olmalı. Ne var ki narsistler dünyanın kendisi için yaratıldığını zanneder ya! Gözleri kendilerinden başka kimseyi görmez ya!
Eğer Erdoğan bugünlerde bir yumuşama belirtisi sergiliyorsa, bilin ki koltuğunu koruma çabasıyla kurduğu oyunun bir parçasıdır. O kadar!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşenur Arslan Arşivi