Ayşenur Arslan
Erdoğancılar Reis’i Yine “Uçurdu”: Şam’ı Fethetti
İlk gençlik yıllarımda ilgim daha çok İran ve o sırada henüz Sovyetler Birliği ünvanıyla vedalaşmamış kuzey komşumuza yönelikti.
Arap ülkeleri çağlar kadar uzaktaydı. Suriye de..
Ne zaman ki Erdoğan dostluk hamlesi başlattı. Suriye ile tanışıverdik! Ortak bakanlar kurulu toplantıları.. Özel maçlar.. Erdoğan’ın emriyle kaldırılıp omuzlarda taşınarak bir köşeye konuluveren sınır bariyerleri.. Ziyaretler, ziyaretler.
Ben de TÜRSAB’ın davetlisi olarak o ziyaretlerden birini yaşama fırsatı buldum.
Yaklaşık 20 yıl olmuştur: Şam’dan hatırladığım, kentin güzelliği ve sükunetiydi. Şu meşhur Hamidiye Çarşısı ve bitiminde şaşırtıcı biçimde karşınıza çıkıveren Emevi Camii.
Ama ben en çok Hıristiyan mahallesinden etkilenmiştim. Ne kadar temiz, düzenli ve davetkardı.
Suriye’den İstanbul’a taşıdığım az sayıdaki hatıradan birini orada bir antikacıdan almıştım: Şahane bir ud.
Bir de o günlerden aklıma kazınan, iki ülke turizmcilerini buluşturan davetti. Büyük bir otelde verilen davette Suriyeli yöneticilerin -kelime doğru olur mu bilmiyorum- “utangaçlığı” dikkatimizi çekmişti. Bir köşeye çekilip kendi aralarında sohbeti tercih eden, çekingen yüzlerdi.
“Elbette” diye düşünmüştüm, “dünyaya daha yeni açılıyorlar. Yurttaş olmanın anlamını daha yeni yeni keşfediyorlar. Alışacaklar. Birbirimize gidip geldikçe aramızdaki mesafe daha da azalacak.”
*. *. *
O sıralarda Hüsnü Mahalli’yi tanımıyordum. Çok daha sonra, Suriye ile restleşmeye başladığımız ve Hüsnü’nün neredeyse “ajan” muamelesi gördüğü süreçte tanıdım. Esad’lı günlerde kapışılan Hüsnü adeta karanlık bir kuyuya atılıvermişti.
Dahası, Esad çiftinin Türkiye ziyaretinde onlarla beraber neredeyse bakan gibi ağırlandığı halde, Erdoğan’ın da kara listesine alındığı belli olmuştu.
Burada bir parantez açmam gerekiyor. Hüsnü Mahalli baş tercüman gibi sürekli yanlarında olduğu için muhtemelen çok ciddi konulara, bilgilere, tavırlara tanık olmuştu. Bugüne kadar onun buna dair tek bir cümlesini duymamışsınızdır. Ancak tarihe not düşmek isterim ki, özel sohbetlerimizde de hiç ama hiçbir şey anlatmamıştır.
Öte yandan, malum “kişiyi nasıl bilirsin” diye sormuşlar. Herkes “kendim gibi” diye yanıtlamış ya!
Erdoğangiller de Hüsnü’nün konuşabileceğini düşünmüş ve bu yüzden yol yakınken gözünü korkutalım demiş sanki.
Aklınıza gelmeyecek saçma sapan şeylerden ötürü uğraştılar. Suudi’ler konusunda anlattıkları yüzünden “dost bir ülkenin başkanı hakkında yakışıksız ifadeler” diye dava açtılar.
Ve Hüsnü kendini bir anda cezaevinde buldu. Sonra da MS hastalığının atak yapması yüzünden kapısında iki jandarma ile hastanede..
*. *. *
Hüsnü’nün cezaevine gönderildiğinin ertesi günü Halk TV’ye, programımı yapmaya gittim. Bekliyorum ki kapıda geçmiş olsun demek üzere gelmiş izleyiciler.. Siyasetçilerden, gazetecilerden, meslek örgütlerinden “geçmiş olsun” mesajları.
HAYIR.. HAYIR.. HAYIR.. Beni karşılayan tam bir sessizlikti. Utanç verici bir sessizlik. O gün bundan söz edip canlı yayında istifamı açıkladım. Ekrana da epey sonra dönebildim.
Ey o günlerde susanlar. Bilin ki vebaliniz büyük. Hüsnü Mahalli’ye sahip çıksaydınız.. Yıllardır Suriye ve kuzeyindeki cihatçı örgütlenmeye dair anlattıklarına kulak verseydiniz.. Hele muhalefet partileri olarak bunları bir de herkese duyurmaya çalışmış olsaydınız.. Çok şey fark ederdi belki.
Kimbilir kaç kez duymuşumdur ondan; “Ankara’ya üniversite okumaya gelirken aklımda tek bir şey vardı, günün birinde Suriye’nin Atatürk’ün Türkiye’sine benzemesi ihtimali.. “
Ne yazık ki bırakın bu ihtimali, “rüyayı”, Suriye bugün cihatçı, şeriatçılara teslim.
*. *. *
Özlem Gürses’in başına gelenleri izlerken aklıma bunlar geldi. Geçmişte ne büyük fırsatlar kaçırdığımızı düşündüm. Neyse ki Özlem yalnız kalmadı. Her kesimden insan destek verdi. Gazetesi sahip çıktı, evden yayınla bilmeyenin anlayamayacağı neredeyse normal bir süreç yaşandı.
Ama yetmez. Bu tür operasyonları daha çok göreceğiz. Gazetecisi, akademisyeni ve hatta muhalif siyasetçisi hapse atılacak, eve kapatılacak..
Çünkü neden???
Efendim, sevgili Şule Aydın’ın ifadesiyle, Bahçeli dayım çıtayı az daha yukarı çekti.
Sizin haberiniz olmayabilir, Şam’ı Erdoğan fethetmiş.. Sıra Kudüs’teymiş!
Şimdi bunun üzerine değil makale, roman yazılır ya şimdilik bulaşmayayım. Ne de olsa 12 yaşını geçmiş herhangi biri Kudüs’ü fethetmeye kalkışanın başına -başta ABD- neler geleceğini bilir aslında. Peki Bahçeli bilmez mi? Bilir de, bana sorarsanız bambaşka bir hesapla bunları söyler.
Burası Erdoğan’ın geçen hafta söylediklerini hatırlatmanın yeridir herhalde:
“Suriye başta olmak üzere bölgemizde yaşananlar bize şunu hep gösteriyor; Türkiye Türkiye’den daha büyüktür. Ufkumuzu 782 bin kilometrekareye sıkıştıramayız.
İnsan nasıl kaderinden kurtulamazsa, Türkiye ve Türk milleti de mukadderatından kaçamaz, saklanamaz. Tarihin bize yüklediği misyonu görmek ve kabul etmek zorundayız.”
* * *
Kendinizi Bahçeli’nin yerine koyun.. Erdoğan kısaca “buralar hep dutluktu ve bizimdi” diyecek. Sınırlarımızı genişletmenin “mukadderat” olduğunu söyleyecek. Yanınızdakiler “yürü be Devlet Bey kim tutar seni” demeyecek. Olmaz öyle şey!
Nitekim olmamış. Bahçeli ortağına “hazır yola çıkmışken Kudüs’ü de fethet de görelim namını” demek istemiş.
Der mi der. Ben de bazen rüyamda Mars’a falan gidiyorum. Ne var yani!
“Yine dayanamadın be kadın” diyorsunuz biliyorum ama, dayanılacak gibi mi!
Cumhurbaşkanı -aklından Kudüs’ü bir saniye bile geçirmediğine eminim- Suriye’yi, artık Colani’yi neye nasıl ikna ederse kuzeyden azıcık kucaklamak istediğini böyle açık etti. O akşam haber kanallarındaki yorumcular, o eski dutluklardan nasiplenmiş bülbüller gibi susuverdi. Reis’in ne demek istediğini pek anlayamamışlardı. Tarih.. Misyon.. Mukadderat.. Kelimelerin etrafından dolaştılar. Tam “şimdi sadede geliyorlar” derken, mesela Azerbaycan’da ortaya çıkıverdiler falan.
Ben Erdoğan’ın yerinde olsam sinirlenirdim doğrusu. Tarihi yeniden yazmaya kalkacaksınız ama yanınızdaki, karşınızdaki, yörenizdeki gazeteciler korkudan anlayıp konuşamayacak. Tarihi çıkış da patlayamayan ramazan topu gibi fıssslayıverecek!
Ama daha çok tarihi günlere tanık olacağız. Durun hele! Mesela:
“ASGARİ ÜCRET TOPLANTISI SÜRPRİZ BİR ŞEKİLDE DÜN AKŞAMA ALINDI.. SONUCUN DA BU HAFTA AÇIKLANACAĞI BİLDİRİLDİ YA.. PENCEREME KONAN BİR KARGA ŞÖYLE BİR ŞEY FISILDADI: ERDOĞAN MUHTEMELEN HAFTAYA ŞAM’A GİDECEK. O ZİYARETİN BAŞKA BİR GÜNDEM MADDESİYLE GÖLGELENMESİNİ İSTEMEZ. ‘BİTİRİN BİR AN ÖNCE ŞU ASGARİ ÜCRET İŞİNİ.. BİZ DE RAHAT RAHAT ŞAM’I FETHEDELİM’ DEMİŞTİR.”
Karganın yalancısıyım!
Gazetecilerin duyup anlatamadığını artık onlar duyup anlatıyor.
Ama bizler böyle susup pısıp oturmaya devam edersek yakında kargalar da uçup gidecek.