Şahin Aybek
Türkiye’nin bir Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası vardır
“Millî Eğitim Bakanlığı gibi önemli kurumların, eğitimi özel sektörün çıkarlarına teslim ettiğini görüyoruz. Eğitimin “rant” haline gelmesini engelleyerek nitelikli eğitim veren, öğretmen emeğini sömürmeyen kurumlar oluşturulmasını istiyoruz. Ayrıca taban maaş hakkını geri kazanmak, indirimli ulaşım hakkını yaygınlaştırmak ve toplu iş sözleşmesi hakkımızı elde etmek gibi uzun vadeli hedeflerimiz var.”
Türkiye’nin ilk eğitim fakültesi olan Ankara Eğitim Bilimleri Fakültesinin ilk dekanı Prof. Dr. Hamide Topçuoğlu’nun fakülte dergisinin ilk sayısında yer alan yazısında dediklerinden esinlenerek diyoruz ki; özel öğretim kurumlarındaki hak gasplarını durdurmak, öğretmenleri örgütlemek ve emek sömürüsüne son vermek amacıyla kurulmuş olan, amacı eğitimde özelleştirme karşısında kamusal, eşit ve parasız eğitimi savunmak olan, Türkiye’nin bir Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası vardır.
Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası Bursa Temsilcisi ile Azime Alpaslan Gülkan ile sendikanın kuruluşundan beri neler yaptığını, bu alanda çalışan eğitimcilerin problemlerini ve taleplerini konuştuk.
Hocam sendikanız kısa bir süre içinde ciddi mücadeleler vererek ve bedeller ödeyerek önemli bir büyüme sağladı. Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası kuruluşundan bu yana neler yaptı?
Ne yazık ki, eğitim ve öğretmenlik mesleği büyük bir tehdit altında. Millî Eğitim Bakanlığı gibi önemli kurumların, eğitimi özel sektörün çıkarlarına teslim ettiğini görüyoruz. Hatta şu anki bakan Yusuf Tekin, “Özel okulların oranı yüzde 20’ye ulaştığında rahatlama olacağını” açıkça ifade etti. Bu, eğitimin ve toplumsal geleceğimizin rant alanına dönüştüğünü gözler önüne seriyor.
Sendikamız, özel öğretim kurumlarındaki hak gasplarını durdurmak, öğretmenleri örgütlemek ve emek sömürüsüne son vermek amacıyla kuruldu. Pandemi döneminde kısa çalışma ödeneğine aykırı biçimde tam zamanlı çalıştırılan öğretmenlerin dayanışmasıyla doğdu. Kuruluşumuz, öğretmenlerin taleplerine sahip çıkmak için bir araya gelmelerinin somut bir örneğidir.
Amacımız, eğitimde özelleştirme karşısında kamusal, eşit ve parasız eğitimi savunmak. Eğitimin “rant” haline gelmesini engelleyerek nitelikli eğitim veren, öğretmen emeğini sömürmeyen kurumlar oluşturulmasını istiyoruz. Ayrıca taban maaş hakkını geri kazanmak, indirimli ulaşım hakkını yaygınlaştırmak ve toplu iş sözleşmesi hakkımızı elde etmek gibi uzun vadeli hedeflerimiz var.
Çok sayıda kısa ve uzun vadeli kampanyalar yürüttük. Örneğin, tatil gasplarına karşı mücadele ettik. Kurumların, öğretmenleri tatil dönemlerinde ücretsiz ve gönülsüz çalıştırmasına karşı yasaları hatırlattık, şikayet dilekçeleri verdik ve sosyal medya teşhirleri yaptık. Bu mücadele sonucunda birçok kurum usulsüz tatil programlarını iptal etmek zorunda kaldı.
Ayrıca, iş yeri örgütlenmeleriyle öğretmenlerin maaş artırımları, kıdem tazminatı, ek ders ücretleri gibi özlük haklarını güvence altına aldık. Gerektiğinde kurum önlerinde basın açıklamaları ve protestolar düzenledik.
Özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenler için indirimli ulaşım hakkını savunuyoruz. Başta İstanbul olmak üzere birçok şehirde bu hak tanınıyor, ancak Ankara ve İzmir gibi şehirlerde hâlâ mücadele ediyoruz. Bu konuda belediyelerle görüşmelerimizi sürdürüyoruz.
Hocam Taban Maaş talebi ile ilgili uzunca süre devam eden nöbetiniz oldu. Taban Maaş talebiyle beraber başka hangi acil talepleriniz var?
Taban maaş hakkımızı istiyoruz. 2014’te kaldırılan bir yasa maddesi, özel öğretim kurumlarındaki öğretmen maaşlarının devlet okullarındaki öğretmenlerle eşdeğer olmasını şart koşuyordu. Bu hakkı geri kazanmak için yoğun çaba harcıyoruz. Meclisteki tüm partilerle görüştük ve yasa önergeleri sundurduk. Ancak, bu süreçte sendikal mücadelemizi büyütmeden başarıya ulaşmak mümkün değil.
İşkolu değişikliği talep ediyoruz. Şu an özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenler, 10 no.lu iş kolunda yer alıyor. Bu iş kolu, farklı meslek gruplarını bir araya getirdiği için toplu iş sözleşmesi yapmamızı zorlaştırıyor. Eğitim, öğretim ve bilim iş kolunun ayrılması için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile görüşmeler yapıyoruz. Bu, mesleki haklarımızı güvence altına almak için kritik bir adım.
Niye süresiz sözleşme düzenlemesi istiyorsunuz?
Süresiz sözleşme düzenlemesi istiyoruz. Süreli sözleşmenin dezavantajları şunlar:
Esneklik Eksikliği: Süreli sözleşmeler, belirli bir süre için geçerlidir, bu da çalışanların ya da tarafların sözleşmeyi erken sonlandırma veya şartları değiştirme esnekliğini kısıtlar.
İş Güvencesinin Azalması: Süreli sözleşmelerde iş güvencesi daha azdır çünkü sözleşme belirli bir süreyle sınırlıdır ve bu süre sonunda işin devam edip etmeyeceği belirsizdir. Süreli sözleşme ile çalışanlar veya taraflar, sözleşme süresi sonunda işlerinin sonlanması kaygısını taşıyabilir. Bu durum, çalışanların performansını olumsuz yönde etkileyebilir.
Kariyer Planlamasında Zorluk: Süreli sözleşme, kişilerin kariyerlerini uzun vadeli planlamalarını zorlaştırabilir çünkü sözleşme süresi sona erdiğinde yeni bir iş veya sözleşme bulma belirsizliği vardır. İşveren, süreli sözleşmeli çalışanlarına uzun vadeli eğitim ve gelişim yatırımı yapma konusunda isteksiz olabilir, çünkü sözleşme süresi kısa olabilir. Bu da çalışanların profesyonel becerilerinin gelişimini engelleyebilir.
İşçi Hakları: Bazı ülkelerde, süreli sözleşmeli çalışanlar, sürekli sözleşmeli çalışanlara göre daha az hakka sahip olabilir (örneğin, işten çıkarılma tazminatları veya sosyal haklar gibi).
Hocam bir çok alanda sorunlar yaşıyor öğretmenler. Rehabilitasyon Merkezleri bunlardan biri. Ne gibi sorunlarla karşılaşıyorsunuz?
Ücret Adaletsizliği ve Ödeme Sorunları
Haftada 40 saat derse giriyor buradaki öğretmenler. Günde 8 seansa katılmak, özellikle özel gereksinimli bireylerle çalışmak hem fiziksel hem de psikolojik olarak oldukça yıpratıcı oluyor. Bu zorluğun karşılığında alınan maaşlar ise inanılmaz derecede düşük; genellikle asgari ücretin sadece 2-3 bin TL üzerine çıkabiliyor.
Maaşların asgari ücret seviyesinde olması, geçim zorluğu yaratıyor. Üstelik, maaşların zamanında ödenmemesi de sıkça yaşanan bir problem. Fazla mesai ücreti ödenmiyor ve çalışma saatleri sık sık aşırı uzun olabiliyor.
Zam dönemi yaklaşıyor, ancak mevcut şartlarda zam beklentisi oldukça düşük. Bu durum, öğretmenleri bir yıl daha aynı yetersiz maaşlarla çalışmak zorunda bırakabilir. Oysa okullarda örgütlenerek maaş artışı ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için ortak bir yol izlenebilir. Aksi halde, bu sorunlar yalnızca öğretmenleri değil, aynı zamanda eğitim kalitesini de olumsuz etkileyecektir.
Sigorta Problemleri
Sigorta primlerinin eksik yatırılması, sigortanın maaş üzerinden değil, asgari ücret üzerinden yatırılması, maaşların zamanında ödenmemesi, fazla mesai ücretlerinin verilmemesi gibi hak ihlalleri ne yazık ki yaygın. Ayrıca, işyerinde mobbing ve yönetimden gelen baskılar da öğretmenlerin tükenmişlik hissini artırıyor. Fiziksel olarak yorucu bir iş olmasına rağmen, ergonomik bir çalışma ortamı sağlanmıyor ve molalar çoğu zaman göz ardı ediliyor.
Fiziksel ve Psikolojik Yıpranma
Özel gereksinimli bireylerle çalışmanın getirdiği duygusal yük, tükenmişlik sendromuna yol açabilir. Fiziksel olarak yorucu bir iş olmasına rağmen ergonomik bir çalışma ortamı sağlanmaması. Dinlenme süresinin olmaması veya molaların ihmal edilmesi. Eğitim materyallerinin yetersiz olması; genellikle öğretmenlerin kendi imkânlarıyla materyal sağlaması bekleniyor.
Yasal Hakların Gasp Edilmesi
Tatil hakkı yok denecek kadar az. Yıllık izin yalnızca 14 iş günüyle sınırlı ve bu hak dahi çoğu kurumda gasp ediliyor. Eğitim ödeneği verilmediği gibi, son yayınlanan Yargıtay kararına göre bu ödeneğin sağlanması gerektiği açıkça belirtilmiş olmasına rağmen, henüz bunu uygulayan bir kurum görmedim. Bu konuda emsal oluşturacak bir mücadele gerekiyor. Yıllık izinlerin kullandırılmaması ya da zorunlu olarak iptal edilmesi. İhbar süresi ve kıdem tazminatı gibi hakların ödenmemesi. İş güvenliği tedbirlerinin alınmaması, bu nedenle hem öğretmenler hem de öğrenciler için riskli bir ortamın oluşması.
Yönetim ve İşveren Problemleri
Yönetimden gelen baskı ve mobbing. Çalışanların örgütlenmesinin engellenmesi, sendikal faaliyetlerin tehdit olarak algılanması. Çalışanlara değer verilmemesi ve insan yerine birer "maliyet kalemi" olarak görülmeleri.
Ders Saatlerinin Fazlalığı
Haftalık ders saatlerinin, yasal sınırların üzerinde olması. Her derste öğrencilerin bireysel gereksinimlerine göre dikkat, enerji ve duygusal destek sağlama zorunluluğu, öğretmeni tükenmişliğe sürükleyebilir.
Kolejlerdeki öğretmenlerin daha çok görünür olduğunu gözlemliyoruz. Kurs merkezlerinde çalışan eğitimcilerin ne gibi talepleri var?
Özel öğretim kursları ya da kişisel gelişim kursu gibi öğrenim merkezlerinde çalışan öğretmenlerin en büyük yaralarından biri, 5580 sayılı Yasa’daki 12 ay yasal çalışma sınırının patronlar tarafından delinmesi ve 10 hatta 9 ay gibi sürelerle öğretmenin sözleşme hakkının gasp edilmesidir. Bu gasp, öğretmeni bir dahaki yıl için güvencesizlik uçurumuna sürüklüyor ve aynı zamanda öğretmenin ileride talep edeceği kıdem tazminatı hakkını yok ediyor.
Kurslardaki güvencesizlik, öğretmen ile anlaşılan ücrette türlü usulsüzlükler yapılmasına da kapı aralıyor. Bu usulsüzlüklerin başında, öğretmenin bankaya yatan ücretinin yalnızca asgari ücret kadarını yatırmak ve geri kalan ücretin ise öğretmene elden verilmesi var. Patron bu sayede hem fazladan prim ödemekten hem de fazladan vergi ödemekten kaçınıyor. Öğretmenin emeklilik geleceği ise başta MEB olmak üzere kimsenin umurunda değil elbette.
Bir diğer konu, kurs öğretmenlerinin çalışma saati / mesai sınırının çok üstünde saatlerde çalışıyor olmasıdır. Bu konuda her şeyin başında, kurs öğretmenlerinin %90’ının hafta sonu dinlencesinden yoksun olması geliyor. Kurs öğretmeni, tüm ülke hafta sonlarında gezip dinlenebiliyorken çalışmak, mesai yapmak zorundadır. Oysaki Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun “Hafta tatili Pazar günüdür.” Hükmünü vermektedir. Öğretmen bu tatil gününde çalışırken herhangi bir fazla mesai ücreti de almıyor.
5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nda, bir öğretmene bir haftada yazılabilecek toplam ders saati; 20 ders saati anlaşılan maaş karşılığı, 20 saat de ek ders ücreti olmak üzere toplamda 40 saati geçemez. Aksi suçtur. Peki kurslarda ne oluyor? Öğretmene yasal sınır olan 40 ders saati “fix” ücret mantığında dayatılıyor ve dahası bu 40 saatin üzerine bire bir dersler (özel dersler), etütler yazılıyor. Ucuz iş gücünden yararlanmak için örneğin Türkçe branşında bir kursta, hem lise hem ortaokul dersleri için toplamda en çok iki öğretmen kadroya alınıyor ve bu iki öğretmen bir hafta boyunca 40 saati kat kat aşacak şekilde 50 - 60 ders saatlerine kadar çalışıyor. MEB ise hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi kulağının üstüne yatıyor ve kurumun kendisine gönderdiği 40 saatlik resmî programı arşivine işliyor. Bu konuda bir denetleme yapma gereği dahi duymuyor.
Yine MEB’in denetimsizliğinden doğan ve özellikle de doğu – güneydoğu illeri ve büyükşehirlerin taşra bölgelerinde MEB konuya el atmadan kapanmayacak derin bir yara haline gelen sorun, kamuda çalışan öğretmenlerin “yasa dışı” şekilde kurslarda da çalışmasıdır. Patron, ucuz iş gücünün etinden sütünden yararlanmak için kendisine sigorta ödemeyeceği binlerce devlet okulu öğretmenini, ancak özelde mesleğini sürdürebilecek olan özel sektör öğretmenine tercih ediyor. Sendikamız yukarıdaki tüm konularda olduğu gibi bu konuda da önemli adımlar atıyor ve MEB’i her fırsatta göreve çağıran şikayet dilekçelerini temsilcilerimiz aracılığıyla MEB’e gönderiyor. Bu röportaj aracılığıyla röportajı okuyan kamuda çalışan meslektaşlarımızı da vicdani sorumluluğa çağırıyoruz.
Yeni eğitim ve öğretim yılı öncesinde birçok vakıf üniversitesinde toplu işten çıkarmalar oldu. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Sayıları son yirmi yılda 20’den 80’e katlanan Vakıf üniversitelerinde çalışan akademik ve idari personel, eğitimin piyasalaşmasının kötü sonuçlarıyla boğuşuyor. Üniversite patronlarının vakıf üniversitelerinde Rektör’den bile fazla sözü geçiyor. “Mümkün olan en az personel - en fazla öğrenci” mantığıyla hareket ediliyor. Sınıf/ofis/yeşil alan gibi fiziksel koşullar oldukça yetersiz. Akademisyenler her sene işten atılma korkusuyla çalışıyorlar. Yani Kanunlarda buraların “kazanç amacı güdemeyeceği” belirtilse de emek sömürüsü yakıcı bir sorun.
Sendikamızın ana talebi olan öğretmenler için taban maaş kanunu, aslında vakıf üniversiteleri akademik personeli için 2020 yılı Nisan ayında çıkmıştı. Bu kanun, vakıf üniversitesi akademisyenlerinin maaşlarını unvanlarına göre devlet üniversitelerinde çalışan meslektaşlarıyla eşitliyor. Başlarda yalnızca birkaç üniversite bu kanuna uyuyordu, sendikamızın mücadelesi sonucu bugün 80 vakıf üniversitesinin yarısına yakınında eşit ücret kanunu uygulanıyor. Ancak geri kalanı halen daha kanuna aykırı maaşlar ödemekte. YÖK de üç maymunu oynuyor.
Biz bu kanunun bir an evvel istisnasız tüm vakıf üniversitelerinde NET ÜCRET ÜZERİNDEN uygulanmasını talep ediyoruz. Tüm vakıf üniversitesi emekçileri için (kanunlarda da belirtilen) makul ders/iş yükleri, güvenceli çalışma ve demokratik-özgür bir akademi talep ediyoruz.
Vakıf üniversitelerinde çalışan akademisyen ve idari personel arkadaşlarımızı tüm bu talepler etrafında sendikamızda birleşmeye çağırıyoruz.
Son olarak öğretmenlere söylemek istediğiniz bir mesajınız var mı?
Meslek onurumuz, öğrencilerimizin ve eğitimin geleceği; ailemizin ve kendimizin emekleri için sendikamız etrafında birleşip dayanışalım. Bizler sadece sınıflara girip müfredat öğretmek için öğretmen olmadık, bu topluma fayda sağlamak bizim içsel motivasyonlarımızdan biliyorum. Biz kendi hakkımızı savunmaz, emeğimizin peşine düşmezsek sınıflarda bizim gözümüzün içine bakan öğrencilerimize nasıl haktan, emekten bahsedebiliriz. Yıllarca bizlere emek vermiş ailelerimiz, öğrencilerimizin geleceği için öğretmen mücadelemizi büyütelim, birlikte bu kıymetli mücadeleye omuz verelim. Sendikamıza üye olun ve özlük haklarımızı birlikte kazanalım. Eğitimin geleceğine dair umudu birlikte örelim.
Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...