Ayşenur Arslan

Ayşenur Arslan

Erdoğan laikliğin mezarını kazdı

Başlıktaki ‘iddianın’ ayrıntılarına.. Son konuşmasıyla bu işareti ‘artık apaçık’ veren Erdoğan’a ve günümüz Türkiyesi’ne geleceğim. Ama önce uzaklara ve geçmişe gideceğim.

Lübnan asıllı yazar Amin Maalouf’un ‘Uygarlıkların Batışı’ kitabından -onun da bir belgeselden aktardığı- bir ‘hatıra’ aktaracağım.

1950’ler, Mısır...

Kral Faruk devrilmiş ve sürgüne gönderilmiş.

Mısır’ın başında efsane lideri Nasır var.

Cumhuriyet çok genç. Tıpkı İHVAN -yani bildiğimiz adıyla Müslüman Kardeşler örgütü- gibi.

Nasır, Cumhuriyet projesi içinde yer almaya çalışan İHVAN’ın başındaki isimle buluşuyor. Uzlaşma zemini bulunabilir mi, anlamaya çalışıyor.

Sonrası, belgeselde Nasır’ın ağzından şöyle anlatılıyor:

“Benden ne istedi biliyor musunuz? Mısır’da tesettürü zorunlu kılmamı ve sokağa çıkan her kadının başını örtmemi istedi.”

Nasır’ı dinleyenler bir kahkaha patlatıyor. O da kahkahalarını zor tutarak anlatmaya devam ediyor:

“Ona kalırsa kadınlar artık çalışmamalı, sinemalar ve tiyatrolar kapatılmalı. Başka bir deyimle, karanlık her yere egemen olsun istiyor!”

Yine kahkahalar... Kahkahalar…

Ne yazık ki Mısırlılar artık gülemiyor.

Nasır’ın İHVAN lideriyle buluştuğu dönemde dünyaya gelen Mursi, yarım yüzyıl sonra karanlığın kapılarını açtı. Mısır’da olmaz denilen oldu.

***

İHVAN, yani Müslüman Kardeşler Mursi’nin devrilmesiyle Mısır’dan kovuldu. Arap dünyasından da dışlandı. Bir süre Katar’da konuşlandı. Sonunda orada da barınamayınca, Türkiye ‘sığınağı’ oldu.

Saray tarafından korundu, kollandı. Hatta iddiaya göre; Esad’la aralar “Suriye hükümetinde Müslüman Kardeşler’den (isim isim sayılan) bir grubun görev alması” talebi reddedilince bozuldu. (*)

İHVAN, uzun süredir İstanbul’da. Uluslararası toplantılar düzenliyor. Genelde ‘İslam dünyası’ özelde Türkiye için görüş, program, yol haritası hazırlıyor.

Ancak aşağıda okuyacağınız görüş, İHVAN üyelerinden / temsilcilerinden birine değil, bu ülkenin Cumhurbaşkanı’na yani Erdoğan’a ait:

“Bir Müslüman dinini hayatın şartlarına göre değil, hayatını inancının esaslarına göre uyarlamakla mükelleftir. İnsan inandığı gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi inanmaya başlar. Din kişinin hayatına nüfuz etmezse, yapıp ettiklerini dinleştirme yanlışına düşer. Bunun için İslam bize göre değil, biz İslam’a göre hareket edeceğiz. Nefsimize ağır gelse de hayatımızın merkezine dönemin koşullarını değil, dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz.”

Büyük harflerle tekrar etmeliyim: Erdoğan diyor ki, “HAYATIMIZIN MERKEZİNE DİNİN HÜKÜMLERİNİ YERLEŞTİRECEĞİZ.”

***

Diyanet’in düzenlediği DİN ŞURASI’nda söyledi bunları Erdoğan. Ertesi gün.. Daha sonraki gün.. Baktım da ne gazetelerde gören var ne de siyaset sahnesinde duyup da tepki gösteren..

Medya Mahallesi programındaki konuğum ve mesaj gönderen izleyicilerin yorumu da benzer oldu: “Korkmayın, bize bir şey olmaz.”

Evet, Cumhuriyet / laiklik öylesine güçlü bir temel oluşturmuş ki, kolay kolay yıkamıyorlar.

Ancak bu “asla yıkamazlar” anlamına gelmiyor. Gelmeyecek.

Hani bir vakitler AİDS konusunda “Türk erkeğine bir şey olmaz” dendiğini hatırlıyor musunuz!

BİR ŞEYLER OLMUŞTU.. OLUYOR.. OLACAK..

Hayat tarzındaki değişimin / gerilemenin farkında değil misiniz mesela?

Eğitimde ve bürokraside imam hatipleşme nerelere vardı, görmüyor musunuz? Medreseler meşru, merdiven altı Kuran kursları yasal, bilmiyor musunuz?
Kız - erkek öğrencilerin sınıfları, koridorları, hatta kimi yerlerde teneffüs saatleri ayrıldı, okumuyor musunuz?

Diyanet’in bütçesinden üstlendiği görevlere, ne kadar büyük bir fark var fark etmiyor musunuz?

Küçücük ama bence çok anlamlı bir örnek; Eurovision Şarkı Yarışması’nda neden yokuz? Yılbaşında sokaklar neden her yıl daha karanlık oluyor?

***

Goethe, Beethoven, Hegel gibi isimleri var eden Almanya nasıl oldu da Hitler’in, Goebbels’in peşine takıldı? Öylesine uygar bir ülke şuurunu nasıl kaybetti de vahşete seyirci ya da ortak oldu?

Tarih, sayısız örnekle dolu.

Eğer aşınız yoksa, bağışıklık sisteminiz çökmüşse hastalığı iyimserlikle falan uzak tutamıyorsunuz. BİZE-SİZE mutlaka bir şeyler oluyor.

Erdoğan’ın son sözlerinin ciddiye alınmaması, zaten bağışıklık sisteminin çöküşüne en açık işaret. Toplum kanaat önderleri, siyasetin önde gelen gidenleri, bu sözleri ciddiye alsa ciddi ciddi mücadele etmek zorunda kalacaklar. Bana sorarsanız bu nedenle havaya bakıp ıslık çalıyorlar. “Bize bir şey olmaz” diye bizi, daha doğrusu KENDİLERİNİ ikna etmeye çalışıyorlar.

***

Yakın tarihten bir başka örnek.

Bu kez ‘tanık’, İran’dan, Nobel ödüllü Şirin Ebadi. Seküler bir yaşama inanan, ancak pek çok kesim gibi Şah’a karşı Mollalar ile ortak mücadele eden bir yargıç.

Humeyni rejiminin daha başında yaşadıklarını anlatıyor:

“Beni-Sadr Adalet Bakanlığı’na atanmıştı. Bir grup tebrik için odasına inmiştik. Sıcak selamlaşmalardan sonra Beni-Sadr’ın gözleri bana takıldı. Bana teşekkür edeceğini veya benim gibi bir kadın yargıcın kendini adayarak devrimi desteklemesinin ne kadar anlamlı olduğunu belirteceğini zannettim. Bunun yerine, ‘dönüşüyle İran’ı onurlandıran sevgili imam Hüseyni’ye saygı göstermek için saçınızı kapatsanız daha iyi olmaz mı’ dedi. Başörtüsü takmaya zorlanmamalıyım ve eğer inanmıyorsam onu zorla takmayacağım’ dedim. ‘Durumun ne şekilde ilerlemekte olduğunu görmüyor musunuz?’ diye sordu sesini yükselterek...”

***

İran’da durumun nasıl ilerlediğini gördük, biliyoruz.

Ya sizler görmüyor musunuz?

Erdoğan yıllardır -özellikle son dönemde açıktan açığa- saldırdığı laikliğin mezarını kazdı.

Farkında değil misiniz?!

Erdoğan’ın hayatımızın merkezine yerleştireceği hükümlerin doğrudan doğruya ŞERİAT anlamına geldiğini... Örneğin; bir süre sonra kamuda başörtüsü şartı geleceğini... Namazın ‘denetlenecek bir zorunluluk’ haline getirileceğini… Karanlığın giderek koyulaşacağını anlamıyor musunuz?!

(*) Bu iddia, hem Suriye konusunda uzman kişiler tarafından dile getiriliyor. Hem de moderatörlüğünü yaptığım bir programda AKP iktidarının eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış tarafından öne sürüldü.

***

Erdoğan rejiminin karakterini en iyi vurgulayanların başında, hazırlığı süren İkinci Yargı Paketi geliyor. Paket ve içindeki ‘Kız çocuklarının 12 yaşından itibaren evlendirilmesini sağlayacak’ düzenleme..

Bir grup kadın bu vahşi düzenlemeye karşı çıkmak için KIRMIZIKURDELE etiketiyle bir kampanya başlattık. O kurdeleleri, çocuklarımızın beline takılmasın diye bileklerimize / yakalarımıza takıyoruz. Çocuk istismarı / tecavüzü / köleliği anlamına gelecek düzenlemeye HAYIR diyoruz. Haberiniz olsun!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşenur Arslan Arşivi