Şahin Aybek
Eğitim; ortak aklı işletmeyi, orta paydada buluşulmayı gerektirir!
Aksaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Yılmaz ile eğitimimizi konuştuk...
“Elbette, eğitim iktidarların varlık veya yokluk sebebi olarak görülmemeli, oy kaygısıyla yaklaşılmamalı, özgün bağımsız bir alan olarak görülmelidir. Mülakat, siyasal ve sendikal etkilerin yoğun olduğu iklimde güvenilirlik ve geçerliliği en düşük değerlendirme aracıdır. Her şeyden tasarruf olur, eğitimden tasarruf olmaz!”
Sevgili hocam, dünya sürdürülebilir kalkınmayı ve bu süreçte eğitim yerini konuşuyor, kalkınma planları hazırlıyor. Eğitimin sürdürülebilir kalkınmadaki yeri neresidir?
Bir ülkenin kalkınmışlık düzeyi, eğitim başarısı, ekonomik göstergeleri, sağlığa verdiği değer, çevreye duyarlılığı, insanına tanıdığı temel hak ve hürriyetleriyle ölçülebilir. Dikkat edilirse, eğitimi sıralamada en üste yerleştirdim. Çünkü eğitim olmazsa, diğer saydığımız hususlar olmaz, müreffeh bir gelecek olmaz. Diğer bileşenler olmazsa da eğitim eksik kalır. Sağlıklı işlemez. Bu sıralamada hak ettiği yerde midir? Eğer toplumda bu hususta ortak uzlaşma oluşmuşsa evet denilebilir, ama hala paydaşları ve muhatapları tarafından ortak bir noktada buluşulmamışsa, üzerinde derin eleştiriler varsa, hayır denilebilir.
Sevgili hocam, iyi bir eğitim süreci işletilebilmek için yetkililere düşen vazife nedir? Ne yapmalılar?
Cumhuriyetten bu yana eğitim üzerinde kafa yoranlar eğitim paydaşlarını ortak bir paydada buluşturmayı, ortak akılda birleşmeyi esas almıştır. Eğitim alanında atılacak adımlarda ve geliştirilecek programlarda şura yani istişare kültürü esas alınmıştır. Şura kısaca eğitim paydaşlarını buluşturma ve ortak zeminde fikir ve öneri geliştirme ve bunu ilgili makamlara teklif olarak sunma platformudur. Bu bağlamda güvenli ve uygulanabilir kararlar alınması ve icra edilebilesi için şuraya ihtiyaç vardır. Diğer bir husus öğretmen yetiştirme konusudur. Bu hususta Milli Eğitim Bakanlığı, Yüksek Öğretim Kurulu ve buna hizmet eden Eğitim Fakültelerinin işbirliği önemlidir. Eğitim Fakülteleri, dört yıllık temel eğitim sürecinde alan, kültür, pedagojik ve uygulama eğitimi ile bakanlığın ihtiyaç duyduğu öğretmeni yetiştiren eğitim kurumlarıdır. Yetişen öğretmenin niteliği bu kurumlar arasındaki eşgüdüme ve açık bir işbirliğine bağlıdır. Meslek öncesi ve sonrası hizmet içi eğitimler öğretmenin niteliğine katkı verecek kazanımları sağlamaktadır. Bir de öğretmenlik mesleğinde vicdan unsurunu önemsiyorum. Vicdan öğretmenlik mesleğine gönüllü bir hazır bulunuşluluktur. Tıpkı Rus Yazar Grigory Petrov’un Beyaz Zambaklar Ülkesindeki gönüllü eğitim kahramanı Snellman gibi.
Milli Eğitim Bakanlığının öğrenci profili üzerinden beklentisi, eğitim felsefesi nedir? Dışımızdaki dünya ile kıyaslarsak durum nedir? İyi durumda mıyız, kötü durumda mıyız?
Aslında 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda, Türk Eğitim Felsefesinin amaçları açık bir şekilde ortaya konulmuştur. İnsanın bireysel gelişimini biliş, duyuş ve psikomotor becerileri açısından geliştirmesi, yaşadığı toplumun kurallarına uyan, ödevlerini yerine getiren vatandaş olması, ülke üretimine katkı sağlaması ve sınırlı kaynakları düşünerek bilinçli bir tüketim anlayışının geliştirilmesi hedeflenmektedir. Aileden temel değer, ahlak ve etik eğitimini alan birey, okulda bunları zenginleştirip, pekiştirmek durumundadır. Yani okul yalnız akademik eğitim veren bir ortam değildir. Çıktılar önemlidir. Çocuğun genel eğitim başarısı, sistemin çıktılarıdır. Belki ebeveyn, okul, öğretmen ve sistemi idare edenler bu çıktıların nitelikli olmasına yoğunlaşmalıdır. Genel hatlarıyla ilendiğinde, çocukların akademik eğitimleri de, ahlaki ve eti değer eğitimleri de beklenilen ölçütlerde değil. OECD ülkelerinde yapılan PISA değerlendirmesi ve TIMSS değerlendirmelerinde başarı düzeyimiz ortadadır. Diğer yandan son günlerde gençler arasında artan suç işleme, uyuşturucu, gasp, intihar vesaire vakaları manevi alanın da istenildiği gitmediğini göstermektedir. Bunu muhafazakâr mahallenin yazarlarının serzenişlerinde de görebiliriz. Her şey çok iyi dersek kendimizi kandırmış oluruz. Zaten eğitim kavramı, çocuğun doğuştan getirdiği bilişsel, duyuşsal, psikomotor güçleri, yetileri, çevresiyle anlamlı bir değere dönüştürme sürecidir. Yani bir yandan akademik başarıyı, diğer taraftan ahlaki ve etik değer edinme başarısını sağlamak zorundayız. Aksi halde, iyi ama ahlaksız, etik değerden yoksun meslek profesyonelleri yetiştirmekten öteye gidemeyiz.
Eğitim, günlük siyasetin üstünde bir değer olarak görülmeli, değil mi hocam?
Elbette, eğitim iktidarların varlık veya yokluk sebebi olarak görülmemeli, oy kaygısıyla yaklaşılmamalı, özgün bağımsız bir alan olarak görülmelidir. Bu bağlamda eğitimi ideolojik değil, pedagojik bir alan olarak görmek zorundayız. Bir anlayış gelip yapar, bir anlayış gelip bozarsa, eğitim başarısında bir arpa boyu yol alamayız. Geçmişten hatırlamamız ve ders çıkarmamız gerekir. 28 Şubatla birlikte gelen 8 yıllık zorunlu eğitim katsayı ve bireysel tercihleri etkiledi. Sonrasında gelen anlayış ise 12 yıllık zorunlu eğitimle katsayı ve tercihleri sağladı ama 60 ve 84 aylıkları aynı sınıfta birleştirme hatasıyla bu yıl YKS sınavına 5 milyona yakın öğrencinin girmesi gibi büyük bir rekabet ortamını doğurdu. Ankara’da iki ilçe yetersiz fiziki orta nedeniyle ikili ve 30 dakikalık ders eğitimine geçti. MEB ve Eğitim Fakülteleri eşgüdümlü çalışamadı. MEB, Eğitim Fakültelerinin program içeriğini yasanın kabulünden altı yıl sonra 2018 yılında göndermişti. Geleceğe dair öngörü eksikliği eğitimin tüm paydaşlarını etkiliyor. Kanun çıkarılırken eğitim paydaşları işleyişin dışında kalmıştı. Her iki sistem değişikliği mesleki alana geçmesi daha faydalı olabilecek gençleri sistemde zorla tutmaya neden oldu. Böylece sanayinin ihtiyaç duyduğu ara eleman bulunamaz oldu. Şimdilerde bu boşluğu okula gitmeyen mülteci gençler dolduruyor. Ayrıca zorunlu eğitimle 612.814 öğrenci eğitim dışında kaldı. Eğitim zaruretinin sosyal boyutunda, 32 OECD ülkesinde kadın cinayetinde birinci sırada olmamızla eğitim başarımız arasındaki korelasyonu düşünmeden edemiyor insan. Diğer bir handikap ise, eğitimde bilgi ve müfredatı eğitim dışından kontrol etme çabası başarıyı değil, başarısızlığı körükledi. Eğitim üzerinden alınan kararlar, geliştirilen yönetmelik ve yasalar, işleyişi kolaylaştırıcı olmalıdır.
Tam burada kabul edilen Öğretmenlik Meslek Kanununu (ÖMK) ve Milli Eğitim Akademisini sormak istiyorum. ÖMK ve akademi ne getirir ne götürür?
ÖMK’da neler var? Öğretmene şiddete; ceza artırılacak, ertelenmeyecek. Madde 29 Milli Eğitim Akademisi oldukça önemli. Akademinin amacı; Öğretmen adaylarının mesleğe hazırlanması, öğretmen, yönetici ve diğer personelin mesleki gelişimi ve kariyerde ilerlemesi olarak belirlenmiş. Öğretmen, yönetici ve diğer personelin eğitim programlarını hazırlamak ve uygulamak, yeterliliklerini belirleyip güncellemek gibi misyonlar tarif edilmiş. Akademi, eğitim ihtiyaçlarını tespit edip, gerekli eğitimleri sağlayacak, özel öğretim ve kamu kurumları personeline eğitim verebilecek, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri takip edip, araştırma, proje, yayın yapabilecek. Organizasyon yapısı ve akademik kurul, kimlerden nasıl teşkil edileceği belirsiz. Kime ve neye göre seçilecek belirsiz. Mesleki kariyer basamakları, öğretmen, uzman öğretmen, başöğretmen olarak devam edecek. Uzman öğretmende en az 10 yıl hizmet şartı, kademe ilerlemesi durdurulma cezası bulunmamak şartı aranıyor. Başöğretmende ise uzaman öğretmenlikten sonra 10 yıl hizmet şartı, kademe ilerlemesi durdurulma cezası bulunmamak şartı aranıyor. Ataması yapılacak öğretmenler için süreç çok farklı işliyor. Atanacak öğretmenlere KPSS sınav skoru ve güvenlik soruşturması ile yapılacak mülakat sınavı sonrasında Milli Eğitim Akademisi tarafından 3 veya 4 dönem süren teorik ve uygulamalı hazırlık eğitimi verilecek. Öğretmen adayı teorik derslerden 60, uygulama derslerinden 70 puan almak zorunda. Sağlık nedenleri dışında en fazla 10 gün izin kullanabiliyor. Eğitimin nasıl verileceği, kimler tarafından verileceği, akademisyen seçiminin nasıl olacağı henüz belirsiz. Düşününüz, bir öğretmen olabilmek için 4 yıl alan bilgisi, pedagojik eğitim ve öğretmenlik uygulaması ile eğitim fakültesinden mezun olacaksınız, KPSS’den yüksek skor alacaksınız, 2 yıl da Milli Eğitim Akademisinde teorik ve uygulamalı eğitim alacaksınız, başarılı bulunursanız öğretmen olarak atanabileceksiniz. Yani öğretmen olmak için her şey normal işlerse minimum 6 yıl eğitim, emek ve külfet sarf edeceksiniz. Dünyanın hiçbir ülkesinde öğretmenlik mesleği bu kadar zor değildir. Artı, eğitim fakültelerinden öğretmenlik diploması alan bir genç, tekrar öğrencilik moduna girecek! Merak ediyorum, Milli Eğitim Akademisinde mevcut eğitim fakültelerinden verilemeyen (!) farklı hangi eğitim verilecek? Yani biz atanacak öğretmenin mesleki becerisini nasıl ölçeceğiz? Bunlar hep fulü bölgeler. Oysa bunun yerine tezli lisansüstü eğitim daha makul gözüküyor. MEB’te öğretmen ihtiyacı % 95 dolulukta gözüküyor. Ülkede mevcuttaki 97 Eğitim Fakültesinin durumu ve kontenjanları gözden geçirilmeli, formasyon eğitimi derhal kaldırılmalıdır. Aksi halde eğitim fakültelerini öğrenicilerin tercih etmesi hayal olur. Binalar, derslikler, atölyeler, laboratuarlar, etkinlik sınıfları atıl kalacak, yetişmiş insan kaynaklarından yeterince istifade edemeyiz.
Bu hususta eğitim fakültelerindeki hocaların, eğitim fakültesi dekanlar konseyinin ve eğitim sendikalarının pasif kalması da yadırganacak bir durum. Özetle; bizim öğretmen niteliğini, öğrenci başarısını ve beslenmesini, okulların güvenlik, sağlık ve hijyenini daha çok konuşmamız gerekiyor.
Hocam, mülakatı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sağlıklı bir değerlendirme aracı mı?
Mülakat, siyasal ve sendikal etkilerin yoğun olduğu iklimde güvenilirlik ve geçerliliği en düşük değerlendirme aracıdır. Mülakat gibi mülakatın yapılacağının iddia edildiği bir vasatta, bir il ile diğer bir ilin arasındaki kurulların KPSS ve Mülakat puanlarını yuvarlaması oldukça farklı olduğu görüldü. Bu ne demek, KPSS’de yüksek puan alsanız kontenjan dışına atılabilir, düşük puan alsanız, kontenjana girebilirsiniz. Bunun bir standardı yoktur. Mülakat yoluyla hem adaylara haksızlık yaparız, hem kurulu töhmet altında bırakırız. Bakınız atamayı heyecanla beleyen gençler mülakat yoluyla gelebilecek endişeleri yetkililere duyurmak için defalarca Ulus’ta, Bayezit’ta, Milli Eğitim Bakanlığının önünde toplanıp, aileleriyle birlikte nöbet tuttular. Etrafımızda bilere küsen bir gençlik bırakmamamız gerekir. Hala, 2023 KPSS skoru ile atanması gereken 20 bin öğretmen 2024 KPSS sonuçlarının açıklanmasının üzerinden aylar geçmesine rağmen henüz atanamadılar. Düşünüyorum, ağabey ve ablalarının bunca zorluk içinde atama çilesi çektiği bir ortamda, lise son sınıf öğrencileri neden Eğitim Fakültelerini tercih etsinler ki? Bakanlık döneminde tüm öneri, tekli ve eleştirilere kapalı olan, yanlışta ısrar eden isimler aradan 10 yıl, 20 yıl geçtikten sonra yaptıkları hatayı itiraf ediyorlar ama eğitimde kaybolan yılların ve neslin geri dönüşü olmuyor.
Sevgili hocam, biraz da Türkiye Yüzyılı Maarif Modelinden bahseder misiniz? Yeni olarak ne var bahsedilen modelde?
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, temelde milli ve manevi değerlere dayalı bir insan profilini, tipolojisini esas almış. Bu model; temel yaklaşımlar, öğrenci profili, bütüncül eğitim, beceriler çerçevesi, erdem, değer, eylem çerçevesi boyutlarını içeriyor. Her vatandaşın eşit ve adil şartlarda eğitim hakkına sahip olduğu vurgusu yapılmış. Öğrenci profili; ahlak, bilge, estetik, cesaret, irade, merhamet, sağlık, sorgulama, üretkenlik ve vatansever olma gibi bireyi yetkin ve erdemli kılabilecek unsurları öngörüyor. 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunundan farklı olarak erdem, değer ve eylem boyutuyla saygı, sorumluluk ve adalet değerlerine vurgu yapılıyor. Sevindiğim bir durum; yıllardır konuşmalarımda dile getirdiğim, entelektüel insan profili, bilen, çözüm üreten bilge insan tipolojisi, çevresiyle uyumlu, farkındalık, sorumluluk, belagat ve estetik duygusu taşıyan birey kavramları modelde yer almış olmasıdır.
Sevgili hocam, bunca milli ve manevi değerler uzun süredir aynı iktidarın bakanlıkları tarafından da vurgulanmıştı. Ama sonuç ortada, gençlik buhranda, intihar, tacizler, tecavüzler, cinayetlerin, usulsüzlüklerin önü alınamıyor. Bu model bunları çözer mi hocam?
Derde deva, sadra şifa faydalar görebilmek için öncelikle yaptığımız işe, ortaya sürdüğümüz düşünceye kendimiz samimi sarılmalıyız. Bir söz vardır; lisan-ı hal, lisan-ı kalden üstündür, denilir. Yani, sizin sözünüzden ziyade ortaya koyduğunuz irade ve eylem önemlidir. Yani yanmayan yakamaz. Bu iş gönüllülük ve vicdan işidir. Bizler ortaya sıklıkla yeni sistemler, modeller koyuyoruz. Ama sonucunu görmeden yapıyoruz, bozuyoruz. Uzun erimli bir sabrımız yok maalesef. Boyacı küpü gibi batırıp, çıkarıp sonuç almayı düşünüyoruz. Bir bitkiyi bile ekmekle görevimiz bitmiyor. Kazmamız, sulamamız, gübresini vermemiz, korumamız gerekiyor ki, büyüyüp meyvesine ulaşalım. Kaldı ki elimizdeki özne insan! Bitkiye gösterdiğimiz özenden daha fazlasını göstermezsek, yarınlarımız karanlıklaşır.
Sevgili hocam, sizi takip ettiğim kadarıyla sosyal hayatın içinde aktif bir isimsiniz. Sosyal sorumluluk projeleri, çocuklarınızın sanatsal eğitimi, eğitim forumlarına desteğiniz vesaire ilgiyle takip ediyoruz. Bu hususta eğitimin çoklu boyutunu yaşıyorsunuz? Bunlardan bahseder misiniz?
Avrupa’da bir akademisyen kendisini sadece akademinin yeknesak çerçevesine hapsetmez. Alan dışında sosyal sorumluluk projeleriyle, sanatla, sporla, kültürel etkinliklerle, felsefi sorgulamalarla, edebiyatla, okuma etkinlikleriyle de uğraşır. En az birkaç gazete okur ve hayata değer katan birkaç sivil toplum örgütüne üyedir. Aslında bu sayılanlar entelektüel boyutun temel ayrıtlarıdır. Kendim gençliğimde böyle bir imkânı bulamadım. Okudum, kariyer edinip bir yerlere geldim. Bu dünyada geldiğim standartlarla devam etmemem ve göçüp, gitmemem gerekir. Avrupa bana bilgimi, görgümü artırmak açısından çok şey kattı. Benden sonraki kuşağa öncülük anlamında zincirin ilk halkası olma misyonunu, rolünü biçti. Bu çerçevede çocuklarımı akademik eğitim yanı sıra sanat ve diğer etkinliklerle bezenmiş yetiştirmeye çalışıyorum. Bunun çevreye emsal olabilme etkisi de oluyor. Sosyal sorumluluk projelerinde ise toplumdan aldığımı topluma geri veriyorum. Bu toplumda filizlendim, bu topluma vefa borcumu ödemek, kazanımlarımı paylaşmak durumundayım.
Sevgili hocam, son olarak okuyucularımızla paylaşmak istediğiniz hususlar var mı?
Eğitimde bana göre, sana göre, ona göre bir yaklaşım olmaz! Ortak aklın ve bilimin öngörülerinin işletilmesi gerekir. Ülkede her çocuk eşit ve adil şartlarda eğitim imkânlarına erişebilmelidir. Daha önce de dile getirdiğimiz gibi; her şeyden tasarruf olur, eğitimden tasarruf olmaz! Size ve gazetenize eğitim adına bir şeyleri dile getirme fırsatını verdiğiniz için teşekkür ederiz.
Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...