DEMOKRASİLERDE ŞİDDETE VE HUKUKSUZLUĞA YER YOKTUR

DEMOKRASİLERDE ŞİDDETE VE HUKUKSUZLUĞA YER YOKTUR

Demokrasi, barış içinde siyasi partilerin ve fikirlerin yarıştığı rejimdir. İfade özgürlüğü içinde siyasi partiler, fikirler rekabet ederler. Bu özgürlük ortamında, iktidar da muhalefet de kamusal alanda eleştirilebilir. Her vatandaş fikrini açıklamakta, beğenmediği fikri eleştirmekte, beğendiği fikri savunmakta serbesttir. Bunun sınırı, diğer vatandaşın özgürlük alanı ve hakkına tecavüz etmemektir. Bu nedenle demokrasilerde şiddete yer yoktur.

Demokrasilerde özgürlükleri güvence altına alan ise hukukun üstünlüğüdür. Can güvenliği ve ifade özgürlüğü başta olmak üzere insan hak ve özgürlükleri anayasal ve yasal güvence altındadır. Her vatandaş bu güvence altında hak ve özgürlüklerini kullanır. Hukuksuzluk ise bu hak ve özgürlükleri zedeler, zarar verir. Bu nedenle demokrasilerde hukuksuzluğa da yer yoktur.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan linç girişimi, sopalarla öldüresiye gazeteci dövülmesi  gibi  cana kast derecesine varan  olaylar; Türk demokrasisi açısından hak ve özgürlüklerin baskı altına alınması; siyasi partiler ve fikirler arasındaki barışcı rekabet ortamının, şiddet eylemleriyle ciddi biçimde tahrip edilmesi sürecine girildiğini gösteriyor.

İstanbul seçimlerinin yenileceği bir dönemde giderek belirginleşen şiddet süreci büyük riskler taşıyor. Şiddet eylemleriyle  muhalif liderleri ve iktidarı eleştiren gazetecileri susturmak demokrasi açısından tehlikeli bir gidiştir. Şiddete başvurmak kadar hatta ondan çok daha önemlisi, devleti yöneten iktidarın bu eylemleri kınamak, mahkum etmek ve gerekli önlemleri almak yerine, saldırıya maruz kalan ana muhalefet liderini suçlamasıdır. 

KILIÇDAROĞLU’NDAN SONRA DEMİRAĞ

Kılıçdaroğlu’na Ankara’nın Çubuk ilçesinde, hem de bir şehit cenazesinde yapılan linç girişiminden sonra, Yeniçağ yazarı, gazeteci Yavuz Selim Demirağ da evinin önünde 7 kişinin sopalı saldırısına uğramış, öldüresiye dövülmüş ve hayati tehlike altında yoğun bakıma alınmıştır. Bu saldırıyı şiddetle kınıyor ve sağlık durumu düzelmeye başlayan Demirağ’ın bir an önce sağlığına ve kalemine kavuşmasını diliyorum.

Linç girişimine uğrayan Kılıçdaroğlu gibi gazeteci Demirağ’ın sopalı saldırıya uğraması konusunda, iktidarın bu eylemi ve eylemcilerine karşı ciddi bir tepkisi olmamıştır. 

Kılıçdaroğlu’na yumruk atan saldırgan, gözaltından savcının talimatıyla serbest bırakılmış, adeta bir kahraman ilân edilmiş ve eli öpülerek sırtı sıvazlanmıştır.

Demirağ’a saldırdıkları iddiasıyla gözaltına alınanlar da kısa sürede serbest bırakılmıştır.

Bu iki örnek hukuka ve yargıya güveni sarsmıştır.

YARGIYA VE YSK’YA GÜVENDE CİDDİ AŞINMA

Demokrasilerde linç girişimi dahil  şiddet eylemleriyle muhaliflerin canına kast edilmesi, ifade özgürlüğünün bastırılması, hukuk devleti ilkesinin çiğnenmesi de demokrasinin kalitesi bakımından önemli bir sorundur.

Yargıya güvenin azalmasının nedenleri olarak gösterilen Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk gibi davalardan sonra, Cumhuriyet gazetesinin eski çalışanı meslektaşlarımızın yeniden cezaevine girmeleri,  basın ve ifade özgürlüğü açısından iç ve dış kamuoyunda büyük tepki toplamış durumdadır.

Seçim sürecindeki bu gelişmeler, demokrasiyle bağdaşmayan örnekler olarak gösterilmektedir. Demokrasi hukuk güvencesi ile yaşatılabilen bir rejimdir. Bu nedenle hukuksuzluğa yer yoktur.

Aynı süreçte Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) iktidarın talepleriyle uyumlu kararlar alması kadar, karar alma usulü de büyük tartıma yaratmış durumdadır.

Anayasa ve YSK Yasası’nda açıkça belirtildiği üzere, YSK 7 asil, 4 üyeden oluşmaktadır. Tanımından da anlaşıldığı gibi yedek üyelerin karar toplatısına katılması ancak asil üyelerin mazeretleri nedeniyle bu toplantıya katılmamalarıyla mümkündür. 

Oysa, YSK, İstanbul seçimini iptal eden kararı, 4 ‘a karşı 7 oyla ve yedek üyelerin katıldığı bir toplantıda alınmıştır. YSK’nın 11 üyeyle toplanıp karar alması, Anayasa ve yasada hüküm altına alınan “asil üye” , “yedek” üye ayırımını ortadan kaldırmıştır.

Türkiye’nin hukuk alanındaki tanınmış otoritelerinin yaptıkları yorumlara göre, YSK, Anayasa ve yasadaki “yedek üye” kurumunu yok saymış ve yedek üyeleri asil üye haline getirmiştir. YSK’nın bu uygulamasının 2014’de aldığı bir prensip kararına dayandığı ifade edilmektedir. YSK, prensip kararıyla, Anayasa’daki ve yasadaki bir hükmü değiştiremez. Bu ancak yasama organı tarafından yapılabilir. Bu durumda YSK, kendini yasama organı yerine koymuş olmaktadır.

YSK’nın bu uygulaması, Anayasa ve yasa karşısında aldığı kararları sakatlamaktadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fikret Bila Arşivi