Ayşenur Arslan
Ankara’da Herkes Alarmda!
Çetelesini tutmadığım için iddialarının kaçı gerçekleşti bilmiyorum. Ama Talat Atilla’nın son yazısındaki iddia başka Ankaralı gazeteciler, siyasiler arasında da tedavüle girince dikkat kesildim.
İddia şu: “Tamamına yakını Erdoğan’ın siyasi kurmay ve bürokratlarından oluşan ‘eski Erdoğancılar’ harekete geçti. Bağrında nice siyasi semboller barındıran Hamamönü semtinde gizlice buluşuyorlar. Erdoğan’ın ömrünü planlıyorlar. Yavaş yavaş adeta adı konmamış bir ‘Hamamönü Partisi’ kuruldu. Tek eksikleri İçişleri Bakanlığı’na verecekleri dilekçe.”
Türkiye’nin yakın tarihi, böyle nice doğmadan ölmüş ya da prematüre doğmuş parti girişimleriyle doludur.
Dolayısıyla bu “geçiş sürecinde” benzer girişimlere tanık olmak şaşırtmaz.
Ne var ki, Erdoğan yaşadıkça sağdaki arayışlar nafiledir.
İyi Parti’nin başına gelenlere baksanıza!
Dün vardı, bugün yok.
Lideri birileri sayesinde gelmişti.. Birileri yüzünden gitti..
★★★★
TRT Haber’deki ilk şefim.. Uzun yıllar Anadolu Ajansı Genel müdürlüğünden Başbakanlık basın müşavirliğine kritik görevlerde bulunan.. Özellikle ‘80 ve ‘90’lar siyasetine dair anılarıyla tarihe çok değerli katkılar sunan Mehmet Bican.. “Siyasetin perde arkasını” kitaplarında anlattı. Yazıp anlatmadığı bir anısını ise, Akşener’in partisinden ayrıldığı günlerde küçük bir notla gönderdi.
Notta Mayıs 1994’te Özer Çiller’den kendisine gelen telefonu ve aralarında geçen konuşmayı aktarıyordu:
• Özer ÇİLLER: Meral Akşener diye biri var. Bana bugün geldi. Toplanmışlar maaşlarıyla hediyeler alıp, hani bizim Şehit Anaları Vakfı var ya! Oraya şehit analarının ellerini öpmeye gideceklermiş. Tansu Hanım’ın bir resmiyle falan.. Çok hoşumuza gitti. Akıllı bir kadın. O hiç bilmiyormuş, yol yordam gösterelim istiyor bizden. Sana gönderiyorum.
• Mehmet BİCAN: Tamam gönderin efendim.
•Özer ÇİLLER: Şu da olabilir. Zübeyde Hanım Şehit Anaları Vakfı boş kaldı. Onu oraya koyup değerlendirirsek nasıl olur diye düşünüyoruz. Onun başı genel müdür mü oluyor.. Öyle bir yere koyabilir miyiz acaba?
• Mehmet BİCAN: Vakfın başkanı Tansu Hanım. Onun tayin edeceği birisi başkan yardımcısı olabilir.
• Özer ÇİLLER: Tamam o zaman! Meral’i biz başkan yardımcısı yapalım. Sana gelsin, sen anlat. Ne yapacağını, görevlerini falan.. Çok başarılı olacak, tahmin ediyorum..”
★★★★
Gerçekten de çok başarılı oldu! O kadar ki, elinde Tansu Çiller’in resmiyle 1994 yılında yan kapısından girdiği siyasette jet hızıyla yükseldi. Sadece iki yıl sonra 1996’da İçişleri Bakanlığına getirildi.
Niye belli bir yerde olduğunu katiyen anlayamadığımız isimler gibi!
Talat Atilla’nın yazısındaki “profili” okuyunca aklıma geldi.
Lider partilerinde hep bunu görmüyor muyuz? Toplumun değil liderin çıkarı üzerine kurulan ilişkiler.. İhtiyaç kalmadığı zaman da kapının önüne konuluverilenler..
Erdoğan ve çevresi, üzerine kitaplar, tezler yazılacak.. Gelecek kuşaklara “aman ha” diye örnek verilecek bambaşka bir “era”!
Güçlü.. Otoriter.. Otokrat.. Hiçbiri yeterince anlatmıyor.
Zira Erdoğan, birilerinin utanmasa, korkmasa “son peygamber” ya da “Mehdi” diyeceği mertebeye uçurulmuş bir isim. Post modern padişah!
★★★★
Türkiye Erdoğan’ın oyun alanı.
Milyonlar da önüne sıra sıra dizilmiş kukalar.
İstediğini istediği zaman tereddütsüz yapabiliyor.
En son Esad konusunda gördüğümüz üzere yalan söyleyebiliyor.
Memleketi buhran çizgisine getirip alkış isteyebiliyor.
“Zam yapıyorlar” diye muhalif belediyelere çemkirebiliyor.
Ve en korkuncu, insanların hayatlarıyla hiç düşünmeden oynayabiliyor.
Bu “profil” o hayran olduğu Abdülhamit’te bile yoktu, düşünün.
★★★★
Bu yazı anılardan gitsin..
Zamanını söylemeyeceğim. Anlatanın başını ağrıtacak hiçbir ayrıntı da vermeyeceğim.
Olay, Erdoğan’ın “başkan” ilan edildiği Saray günlerinde geçiyor.
Bir gün TRT Ankara Radyosu’na bir talimat gidiyor. Türk sanat müziği konseri verecek bir grup filan gün falan saatte Beştepe’ye bekleniyor.
Ses ve saz üstatları toplanıp gidiyor tabii! Saray’ın hem dış hem de iç kapısında didik didik aranıyorlar. Sonra içerde orta boy bir salona alınıyorlar.
Belki saatlerce bekliyorlar. Ama kimse bilgi vermiyor. Saat tam olarak kaçta, nerede olacaklar.. Kim bilir!
Derken bir ses ekibi mikrofonlarla, kablolarla çıkıp geliyor.
Sanatçıların şaşkın bakışları altında üç duvar önüne sandalye ve mikrofonları yerleştiriyorlar. “Başlamak için talimatı bekleyin.. Konser sırasında konuşmayın” gibi uyarılarla sanatçıları dizi dizi oturtuyorlar.
Kısa süre sonra da işaret geliyor ve “boş salonda konser” başlıyor.
Konserin ardından öğreniyorlar ki dinleyicileri Erdoğan ve ailesi. Belli ki konuştukları duyulmasın diye yemek yedikleri salona almamışlar. “Uzaktan canlı” tercih etmişler!
Ben duyduğumda sormuştum. Belki siz de soracaksınız: “Neden CD veya radyo kaydı değil de sanatçıları bir odaya kapatıp müzik dinlemişler???”
Cevabını biliyoruz aslında.
Erdoğan bu ülkeyi her bireyi, her karış toprağı, her varlığıyla “kendisine ait” zannediyor.
Vergilere, ihalelere, yargıdaki davalara bakınca çok da haksız değil doğrusu.
★★★★
Osman Kavala Gezi davasında beraat edip tam cezaevinden çıkacakken, Erdoğan “olmaz öyle şey” dediği için yeniden tutuklanmadı mı?
Son gündem maddesine gelelim; Bir polis müdürü Sinan Ateş davasında izleri MHP’li vekile götürecek gerçekleri ifşa etti.. Ama mahkeme “bu konu dosyayı ilgilendirmiyor” minvalinde iki cümleyle çöpe atmadı mı?
Türkiye’nin milyar dolarlarına mal olacak dev projeler, kim bilir hangi gerekçelerle Rusya’ya, Çin’e sunulmadı mı?
★★★★
Ankara alarmdaymış!
Erdoğan ve Bahçeli sonrasında da sofraya oturabilmek için çırpınanlar.. Evet, onlar alarmda.
Ama asıl Cumhur’un iki lideri alarmda.
Çünkü onlar için “sonrası” diye bir ihtimal yok.
Ne de olsa kaybedecekleri şey bizlerin akıl erdiremeyeceği boyutlarda!!