Müsavat Dervişoğlu'dan Özgür Özel'e saldırıda kritik tespit
İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, Halk TV’de katıldığı programda gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e yönelik saldırıya tepki gösteren Dervişoğlu, “Türk siyaseti saldırıya uğramıştır” dedi. Adaletin işlemediği ortamın suç teşvikine yol açtığını savunan Dervişoğlu, “Cezasızlık hali söz konusudur” ifadesini kullandı.
Dervişoğlu, yaşanan saldırının adi bir şiddet vakası olarak değil, anayasal haklara yönelik bir ihlâl olarak ele alınması gerektiğini söyledi:
Saldırganların kimliklerine dikkat çeken Dervişoğlu, “Bu tür adamlar seçilir. Kullanılmaya elverişli aparatlar olduklarına şahitlik ediyoruz” diyerek saldırıya ilişkin kritik bir tespitte bulundu.
Dervişoğlu, saldıran şahsın sabıkası ve Özel'in kızına gelen ölüm tehditlerinin 'büyük bir senaryonun' ara adımları olduğunu iddia etti. Dervişoğlu şöyle konuştu:
- "Üzerinde durulan şey de bellidir. Evlat katilidir. Bakın bugün sosyal medyada bir kişinin Sayın Özgür Özel'in kızını adresini de vererek tehdit ettiğine şahit oluyoruz ve parçaları birleştirdiğinizde bütün bunlar büyük bir kurgunun ara senaryoları gibi görünüyor. Dolayısıyla son derece dikkatli olunması gerektiğine ben inanıyorum"
Muhalefet liderlerine yönelik tehditlerin iktidar tarafından ciddiye alınması gerektiğini belirten Dervişoğlu, “Vaziyet alması icap eden devleti yöneten şahsiyetlerdir” diyerek Cumhurbaşkanı ve AKP GeneL Başkanı Erdoğan, TBMM Başkanı Kurtulmuş, İçişleri ve Adalet Bakanlarını göreve çağırdı.
Geçmişte İYİ Parti’ye ve diğer muhalefet temsilcilerine yapılan saldırıları hatırlatan Dervişoğlu, devletin görevini yerine getirmemesi hâlinde toplumun bir kesiminde “suç işleme imtiyazı” hissi doğduğunu belirtti:
- “Suç işleme imtiyazına sahip gören insan, kendi nam ve hesabına adaleti tesis edebileceğine inanır. Bunun sonu kaostur, kargaşadır, anarşidir.”
Sırrı Süreyya Önder’in cenazesine ilişkin soruları da yanıtlayan Dervişoğlu, aralarındaki insani dostluğu vurguladı:
- “Fikirlerimiz çatışırdı ama insani değerler noktasında konuşurduk, tartışırdık.”
Önder'in İmralı Süreci politikalarına katılmadığını ifade eden Dervişoğlu, “Atılmış adımların Türkiye’nin lehine sonuçlar vereceğine inanmıyorum” dedi.
Başbuğ Alparslan Türkeş’in kızı Ayyüce Türkeş’in kabir ziyareti sırasında uğradığı saldırıyı da gündeme getiren Dervişoğlu, “Oraya kimin girip kimin giremeyeceğine karar vermeye kalkışıyorsunuz. Bu ne hadsizliktir? Bu ne hukuksuzluktur?” diyerek sert tepki gösterdi.
Polisin saldırıya kayıtsız kaldığını belirten Dervişoğlu, “Görevlendirilen polisler olaylara kayıtsız kalmıştır” dedi. Olay sonrası İçişleri Bakanı ile görüştüğünü ve iyi niyetli bir yaklaşım gördüğünü ifade etti.
BAHÇELİ'YE ÖZÜR ÇAĞRISI
Dervişoğlu, MHP lideri Devlet Bahçeli’ye de çağrıda bulundu:
- “Başta Sayın Devlet Bahçeli olmak üzere buna sebep olanların Ayyüce Türkeş ailesinden ve Büyük Türk milletinden özür dilemesi lazımdır.”
Ekrem İmamoğlu’na açılan davalara değinen Dervişoğlu, “Bana göre kendisine kurulmuş bir kumpasın içinde boğuşuyor” diyerek desteğini ifade etti.
“Hakiki delil bulamadılarsa, işe yarayacak delil üretmeye kalkıyorlar” sözleriyle süreci sert biçimde eleştiren Dervişoğlu, İmamoğlu ailesine yapılanlara da şöyle tepki gösterdi:
- Bir aileye bu yapılmaz. . Ya İmamoğlu ailesini de başka aileleri de kastediyorum . Böyle bir ülke olabilir mi ya? 1968 senesinde babasının kurduğu şirkete kayyum atanır mı? Yani delil üretebilmek için adamın kendisini içeri almışsın. Eşi ve ailesi zaten mağdur durumda. Hak ve hukuklarını koruyabilmek adına da mücadele ediyorlar. Aynı kadının kocasını içeri almışsınız. Bir de, , ağabeyini içeri alma hakkını nereden kendinizde görüyorsunuz? Bunlar yapılır mı?
Dervişoğlu,Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ndeki yarım oy alan partilerin bile kilit noktaya geldiğini Küçükkaya'nın hatırlatması üzerine şu yorumda bulundu:
- Ben bugün söylüyorum İYİ Parti Genel Başkanı olarak söylüyorum. Müsavat Dervişoğlu olarak söylüyorum. Bütün inanmışlığımla söylüyorum. Benim siyasi hayatımın hiçbir döneminde pazarlık yoktur. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti'nin herhangi bir değerini alınıp satılabilecek ve pazarlık konusu yapılabilecek bir konumda görmem ben.
Dervişoğlu'nun açıklamaları da şöyle.
Bu, Türkiye'nin üzerinde durması icap eden çok önemli bir meseledir. Türk siyaseti saldırıya uğramıştır ve bu saldırılar yeni değildir. Tehditler yeni değildir. Geride kalan saldırıların ve günümüzde yaşanan tehditlerin doğal bir sonucudur yaşananlar. Ben kınıyorum. Bir muhalefet partisi temsilcisiyim ama iktidar kınamakla yetinmemelidir. Dolayısıyla bu kabul edilebilir olayların önceden tedbir alarak önlenebilmesinin mümkün olabileceğinin de artık kabul edilmesi gerekiyor.
Mülki idare tedbir alır, kolluk kuvvetleri müdahale eder, yargı da gereken cezayı verir. Bu gibi durumlarda bir cezasızlık hali söz konusudur.
Kılıçdaroğlu'na bir saldırı yapıldı. Benim asıl görüşüm, inek hırsızı dendi ama neredeyse adamın heykelinin dikileceği bir noktaya taşındı siyaset ve kamuoyu gündemi. Bugün de bir evlat katilinden bahsediyoruz. Bu ve benzer saldırılarda esasen bu tür adamlar seçilir. Dolayısıyla bu adamların kimliği ve geçmişlerine bakıldığında kullanmaya elverişli aparatlar olduklarına şahitlik ediyoruz ve bütün bunların hepsi de cezasızlıktan kaynaklanıyor.
Bu saldırılar siyasete yapılıyor, demokrasiye yapılıyor ama adi suç hükmünde yargılamalar gerçekleştiriliyor. Bu sıradan bir saldırı değildir. Bir kişinin, bir siyasi partinin genel başkanının siyaset yapma hak ve hürriyetine yapılmış bir saldırıdır.
Yani doğrudan doğruya bir darp olayı değildir bu. Bu bir anayasal hakkın gaspına yönelik bir eylemdir. Ayrıca başkalarına da bunların yapılabilmesinin mümkün olduğunu gösteren bir provokasyon emaresi. O sebeple, yani geride bıraktığımız günlerde defalarca uyardım. Yani biz de tehditler alıyoruz. Bizler de çeşitli zamanlarda saldırıya uğrama riskiyle karşı karşıya kalıyoruz.
Bu bizi çıktığımız yolculuktan geri döndürmez ama siyasetin burada doğru mesajlar vermesi lazım. Bir genel başkan saldırıya uğruyorsa, bir genel başkan tehdit ediliyorsa, vaziyet alması icap eden devleti yöneten şahsiyetlerdir.
Bir genel başkan saldırıya uğruyorsa, bir genel başkan tehdit ediliyorsa vaziyet alması icap eden devleti yöneten şahsiyetlerdir. Ben tehdit edildiğim dönemde söyledim. "Ben kimseden şikayetçi olmam. Benim hak ve hukukumu korumak durumunda olan devlettir çünkü." Bir siyasi partiye, partinin genel başkanına bir tehdit yöneltiliyorsa, genel başkan olma münasebetiyle Recep Tayyip Erdoğan'ın, milletvekili olma münasebetiyle Sayın Numan Kurtulmuş'un, Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı olma münasebetiyle de İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanı'nın durumdan vazife çıkarması lazımdır, dedim.
Ama bütün bunlara seyirci kalınır ve bütün bu olaylar da adi olaylar, adli olaylar gibi değerlendirilir ve içinde taşıdığı provokatif amaç ve hedef göz ardı edilirse gelinecek sonuç bu olur. "Efendim siz ne düşünüyorsunuz?" sorusunun cevabı sadece "Üzgünüz." demekle geçiştirilemez. O sebeple Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yönetenlere buradan sesleniyorum. Bakın bu sıradan bir olay değildir. Bu ilk kez de yaşanmıyor. İyi Parti olarak biz bunu yaşadık.
"BİR KISIM ÇEVRELER SUÇ İŞLEME İMTİYAZINA SAHİP GİBİ GÖRÜNÜYORLAR"
Geçmiş dönemlerde işte Kurucu Genel Başkanımıza, Kemal Kılıçdaroğlu'na, il ve ilçe başkanlarımıza, danışmanlarımıza, partimize gönül vermiş insanlara bu ve benzer saldırılar yapıldı. Dolayısıyla devlet görevini yapmayınca toplumda bir kısım çevreler, kutuplaşmaya da bağlı olarak kendilerini suç işleme imtiyazına sahip gibi görüyorlar.
Suç işleme imtiyazına sahip gören insan kendisini kendi nam ve hesabına adaleti temin ve tesis edebileceğine de inanır. Bunun sonu kaostur, kargaşadır, anarşidir. O sebeple herkesin aklını başına alması lazım. Bu olayın arkasında ne varsa sonuna kadar gidilmesi lazım. Bugüne kadar yapılan tehditlerin arkasındaki azmettirici unsurların da mutlak surette soruşturulması, araştırılması ve kovuşturulması lazım.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER AÇIKLAMASI
( Şimdi bunca yılın tecrübesiyle Sırı Süreyya Önder'e veda ederken ne söylemek istersiniz?) Ya şunu diyeyim öncelikle. Yani, detaylar ayrı tutulmalı gerekiyor diyorsunuz ya, o detaylardan istifadeye yönelik, istifadeye yönelik adımlar atılıyorsa bu cenaze münasebetiyle onları da doğru bir pencereden değerlendirmek lazım. Sırrı Süreyya Önder benim mesai arkadaşım, ayrıca milletvekili olmadığım dönemden de tanıdığım biridir. Sırrı Süreyya Önder Bey'le, mekanı cennet olsun. Cenabı Allah ölmüşlerimizin arkasından doğru yad etmekle mükellef kılmış bir peygamberi nasip etmiş bize. Dolayısıyla ölenlerimizin arkasından olumsuz beyanlarda bulunmak niyetinde asla olmam. Dolayısıyla Sırrı Bey'le fikirlerimiz çatışırdı ama insani noktada, insani değerler noktasında da konuşurduk, tartışırdık, karşılıklı fikir alışverişinde bulunabilirdik. Bana göre kendini çok iyi yetiştirmiş, önemli bir şahsiyetti. O kendi davasına hizmet ediyordu. Biz de kendi davamıza hizmet etmek yolunda bir yolculuk sürdürüyoruz. Onun davasıyla benim davam ayrı.
O farklı şeyler söylüyor, ben farklı şeyler söylüyorum ama Sırrı Bey'le bir ortak tarafımız daha var. Anılarımız bir bizim. Yani 12 Eylül döneminde aynı acıları çekmişiz, aynı sıkıntılara, sıkıntılarla karşı karşıya kalmışız. Dolayısıyla üzerinde konuşup fikir yürüteceğimiz çok fazla ortak konumuz vardı. Bu sebeple de oluşan dostluğu yaşatabilme imkanına sahip olduk. Özellikle bu işte "Barış Süreci" diye adlandırılan, bizim de bu şartlarda imkansız gördüğümüz, geçmişte analar ağlamasın denilerek bugün de terörsüz Türkiye diye isimlendirilerek sürece dahil edilmiş görüş ve düşüncelerine ben şahsen katılmıyorum. Dolayısıyla atılmış adımların Türkiye'nin lehine sonuçlar vereceğine de inanmıyorum. Dün Sırrı Süreyya Bey'i ebediyete uğurladık, bugün de Afyon'da bir cenazemiz var. Irak'ın kuzeyinde PKK'lı katiller tarafından saldırıya uğraması suretiyle şehit edilmiş bir evladımız var. Buradan Uzman Çavuş Önder Özen kardeşime de Cenabı Allah'tan rahmet dileniyorum. Şimdi burada Sırı Bey'i uğurluyoruz, yapılması gereken odur. Karşı durmuyorum böyle törenlere. Ben ayrıca hem taziyede bulundum hem DEM partisinin genel başkanını aradım hem de Sırrı Bey'in kardeşiyle görüşüp üzüntülerimi ifade ettim. Ama bugün Afyon'da oyuncak ayıcığıyla babasına veda eden çocuklarımız da var. Bunların da unutulmaması lazımdır.
Milletimizin ferasetine güveniyorum. Önemli olan doğruların telaffuz edilmesi. Bir taraftan üzüntülerimizi ifade, gayet tabii ki. Vazgeçemeyeceğimiz şey. Yani insanlığımızdan çıkamayız birtakım tartışmalar yaşıyoruz diye.
Ama öbür taraftan da işin maneviyatını sıkıntıya sokacak söylemlerin geliştirilmesi, gösterilerin yapılması, sloganların atılmasını da yerinde bulmuyorum. Peki, çok teşekkür ederim. Yani, ben bunu yaparken de açıkça şunu söylüyorum.
Bir hatırayı da gölgelemek istemiyorum. Ben de kızının, ailesinin acısını yürekten paylaşıyorum ama böyle bir vasattan istifade edilmeye kalkışılmasını da uygun ve yerinde görmüyorum.
AYYÜCE TÜRKEŞ'E SALDIRI
(Şimdi efendim bir şey soracağım size bu haberi yorumlarken. Ayyüce Türkeş kimdir?) Alparslan Türkeş'in evladıdır. Hepimiz Alparslan Türkeş'in evladı olmakla iftihar ederiz. Onun bizlerin yetişmesine çok önemli katkıları var. Dünya görüşümüzün şekillenmesine çok önemli katkıları var. Bizim gençlik yıllarımızın şekillenmesi, manevi atmosferimizin de onun doğruları üzerine bina edilerek güçlendirilmesi yolunda üzerimizde son derece büyük hakları ve emekleri olan, millete hizmete adanmış bir ömür yaşayan önemli bir siyasi şahsiyettir Alparslan Türkeş. Alparslan Türkeş hem bir siyaset hem de bir devlet adamıdır ama aynı zamanda da bir aile babasıdır. Biz onu kendimize ne kadar yakın görsek evladı kadar bize yakın olabilmesi mümkün değil. Dolayısıyla evet, biz onun manevi evlatlarıyız ama Ayyüce Türkeş Hanım gerçek evladı. Alparslan Türkeş de Ayyüce Hanım'ın biyolojik babası. Biz bizi yetiştirmesiyle iftihar ettiğimiz bir şahsiyetin yetiştirdiği evlada saldıranların aslında ruh hallerini sorgulamamız lazım ya da buna izin verenlerin ruh hallerini sorgulamamız lazım.
Alparslan Türkeş'in bir anıt mezarı var ama anıtmezar statüsünde değil bu mezar, mezarlık. Sadece Alparslan Türkeş'in yattığı Beştepe'de, işte Alparslan Türkeş defnedilirken de söylenen laf şudur: "İki Türk birbirine baksın. Bir tarafta Anıttepe, bir diğer tarafta Beştepe." diye oraya defnedilmiştir. Oranın bir resmi statüsü de yoktur. Yani ora ailenin midir? Ailenindir. Türk milletinin midir? Türk milletinindir. Alparslan Türkeş'le olan gönül bağını koparmak için bundan daha büyük bir tuzak kurulamaz. Siz Alparslan Türkeş'in mezarını onu sevenlere ve onun evlatlarına kapatırsanız bu işin nereye varacağını nasıl kestireceksiniz? Geçmiş dönemlerde de olmuştu. 2015 yılında Sayın Tuğrul Türkeş işte Adalet ve Kalkınma Partisi'nin teklif ettiği bakanlığı kabul edip Milliyetçi Hareket Partisi tarafından ihraç edilince rahmetli babasının mezarını ziyaretini müteakiben orayı gülsuyuyla yıkatmıştı Sayın Bahçeli. Yani oğlunun ziyaretiyle sanki mezarın temizliğine halel gelmiş gibi bir hissiyat yaratmak adına bunu yapmıştı. Ben öncelikle şunu söylüyorum. Yani orası devletin arazisinin üzerinde milletin evladının yattığı bir yerdir. Hiç kimsenin inhisarında ya da korumasında olan bir alan değildir. Oraya eğer birileri gidip ziyaretçilerin giriş ve çıkışlarını denetlemeye kalkarsa, bir kısım insanların ziyaretini engellemeye kalkışırsa yaptıkları iş fuzuli işgalin ötesine geçer. Buradan özellikle devlet yetkililerine de sesleniyorum. O kabrin bulunduğu anıtmezar niteliğindeki yere anıtmezar statüsü kazandıracak kanuni düzenlemeyi yapmak için zaman kaybetmeden adım atmaları gerekiyor. Bakın ben söylüyorum, bu yapılan işler doğrudan doğruya Alparslan Türkeş'i milletten koparma çabası ve gayretidir. Hiç kimsenin bunu yapmaya hakkı ve salahiyeti yoktur. Bir adım daha ileri gideyim. Yaptıkları iş bölücülüktür. Bakın bu ülkede, bu ülkenin ve bu milletin birliğinin temini öyle hiç kolay bir iş değildir. Ben size soruyorum İsmail Bey.
Siz sağcı-solcu mezarlığı diye bir yer duydunuz mu? Alevi-Sünni mezarlığı diye bir şey duydunuz mu? Kürt-Türk mezarlığı diye bir şey duydunuz mu? Mezarlıklarımız bizimdir ya. Kim burada hangi hakla kimin mezarını gasp etmeye kalkışıyor? Bu sorunun cevabının aranması lazım. Bu millete yapılmış büyük bir haksızlıktır. Bu işin gideceği yer bölücülüktür. Benim müktesebatımın oluşmasına büyük katkı sağlayan bir önemli şahsiyetin kabrini ziyaret etme hürriyetimi kimse elimden alamaz. Ama ben sivri laflar ederek böyle işlerden gerginlik yaratıp ondan siyaseten beslenme arzusu taşıyan bir siyasi kişiliği temsil etmiyorum. Ben makulü tarif etmeye, tanımlamaya gayret sarf ediyorum. Dolayısıyla bu kurduğum cümlelerden kendilerine pay çıkarmaları gerekiyor. Düşünün ya, siz benim babamın kabrine geliyorsunuz. Oraya kimin girip kimin giremeyeceğine karar vermeye kalkışıyorsunuz. Bu ne hadsizliktir? Bu ne densizliktir? Bu ne hukuksuzluktur? Bunu kim yapıyor efendim? Ya bunu yapanlara buradan sesleniyorum. Yani orada birtakım genç arkadaşlar... Bakın hiçbirini suçlamıyorum. Gençlik yıllarımızda bizim de birçok önemli hatalarımız olmuştur. Gençlik çünkü biliyorsunuz hem psikolojik hem fizyolojik yönden hareketlilik çağıdır ve kolay bir etkilenme pozisyonu doğurur gençken insanın yaptığı işlere müdahaleler. E şimdi, o arkadaşlarıma da bir şey demek istemiyorum ama o talimatı verenler, oraya şunlar giremez diyenler... Sadece Ayyüce Hanım'a saldırılmamıştır. O gün Türkçülük Günü olması münasebetiyle Başbuğ Alparslan Türkeş'in kabrini ziyaret edenlere rozetlerine uygun muameleler yapmaya kalkışan birtakım densizler orada görevlendirilmişti.
Alparslan Türkeş'in hatırasına bundan büyük saygısızlık olmaz.
"POLİSLER SALDIRIYA KAYITSIZ KALMIŞTIR"
(Ayyüce Türkeş sizin partinizin de milletvekili aynı zamanda. Ne diyor peki o? Siz onunla konuştunuz... O da son derece makul davranıyor) Olan şu. Ayyüce Hanım bizim yapmış olduğumuz o Türkçüler Günü etkinliğinden sonra... İlk defa da gitmiyor. Yani sıklıkla babasının kabrini ziyarete gider Ayyüce Hanım. Ama Başbuğ Alparslan Türkeş'in ailesinden bazıları "Bu kabil olaylar yaşanması muhtemeldir." diye de o ziyareti yapmaktan imtina ederler. Ben biliyorum kimler olduğunu, burada dile getirmek istemiyorum. Yani böyle bir densizlikle karşılaşma ihtimallerine binaen kabir ziyaretlerini erteleyen aile büyükleri de var. Ama benim şeyim şu. Siz Alparslan Türkeş'i milletten, benden, bizden nasıl koparmaya kalkışabilirsiniz? Size kim o yetkiyi verdi de siz Alparslan Türkeş'in mezarını işgal ediyorsunuz? Orada doğrudan doğruya bir fuzuli işgal var. Şimdi devletin bu işgali kaldırması, oraya bir yasal statü kazandırılması artık vazgeçilemez bir mecburiyettir. Bu mecburiyete bu vesileyle işaret ediyorum. Ayrıca olayın olduğu gün birkaç kez İçişleri Bakanı'yla da görüştüm. Son derece iyi niyetli olduğu hissiyatı edindim. Bakın bunu açık ve net söylüyorum. Kendisine de teşekkür ediyorum. Ama orada görevlendirilen polisler gözlerinin önünde bir kişiye darp eylemi yapılırken bir ya da birkaç kişiye saldırıda bulunurken olaylara kayıtsız kalmıştır.
"BAHÇELİ AYYÜCE TÜRKEŞ SALDIRISI NEDENİYLE ÖZÜR DİLEMELİ"
(Bunu Sayın İçişleri Bakanı'na söylediniz mi?) Söyledim. Ayrıca o olaylar esnasında yapılmış bir tane gözaltı bile yoktur. Halen yok mu? Yok mu? Hala yok. Hala yok. Yani Sayın Ayüce Türkeş'in danışmanına saldırılıyor, darp ediliyor. Onun öncesinde işte illerden gelen ziyaretçilere saldırıda bulunuyorlar, darp ediyorlar. E şimdi biz ne yapalım oraya? 200-250 tane genç arkadaşımız birikmiş. 2-3 bin kişi de biz olup yani "Kabir ziyareti yapacağız." diye çatışmaya girecek halimiz yok. Ama bundan istifade etmeye kalkışanlar var. Bunu yapanlar Alparslan Türkeş'in aziz hatırasına büyük saygısızlık yapıyor ve Türkeş'i zaten artık fikri yönden Alparslan Türkeş'i kendi içlerinde anmaları mümkün olmadığından milletten de koparmaya çalışıyorlar. Bu son derece tehlikelidir. Bunu yapanları buradan bir kere daha uyarıyorum. Ayrıca dün yaptığım çağrıyı tekrarlıyorum. Başta Sayın Devlet Bahçeli olmak üzere buna sebep olanların Ayyüce Türkeş ailesinden ve Büyük Türk milletinden özür dilemesi lazımdır. Bunu bekliyorum.
(Bir şey soracağım müsaadenizle. Bu konuda yani Sayın Bahçeli'nin veya onun kurmaylarının bir dahli var mı? ) Ben neyin ne olduğunu bildiğim için böyle bir önermede bulunuyorum. Böyle bir beklentiyi kendi kendime şekillendirmiyorum. Ama eğer bu kendi kendine oluyorsa daha büyük bir facia var demektir.
Ayyüce Türkeş gelmesin elbette ki demez ve diyemez. Yani gelmesin elbette diyemez ama bu sınırlamanın nereden kaynaklı olduğunu ben biliyorum. Şunu yapar yani. Burada bu olaylar olurken, bunları televizyon gösterirken, bunlarla ilgili haberler sosyal medyada konuşulurken siyasilerin üstlenmesi icap eden sorumluluklar da vardır.
Şu da denilebilir efendim. "Bugün Türkçüler Günü. Türkiye'nin çeşitli yerlerinden insanlar gelecek. Bunlar Alparslan Türkeş'in kabrini ziyaret etmek isteyebilirler. Onları buraya almayın." talimatı vermeye elverişlidir siyasi tavırları. Bir adım daha ilerisine gidiyorum. Abdullah Öcalan denen caniyi Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne "Gelsin konuşsun." diye davet edenler Alparslan Türkeş'in kabrini onun kızına ve Türk milliyetçilerine yasaklayamazlar. Bu kadar basit.
"ÖZEL'E SALDIRIDA 'EVLAT KATİLİ' ÜZERİNDE DURULUYOR, BÜYÜK BİR KURGUNUN ARA SENARYOLARI"
(Özgür Özel'e saldıran şahsın evlat katili olması) Üzerinde durulan şey de bellidir. Evlat katilidir. Bakın bugün sosyal medyada bir kişinin Sayın Özgür Özel'in kızını adresini de vererek tehdit ettiğine şahit oluyoruz ve parçaları birleştirdiğinizde bütün bunlar büyük bir kurgunun ara senaryoları gibi görünüyor. Dolayısıyla son derece dikkatli olunması gerektiğine ben inanıyorum. Milletimizin bu kabil olaylara karşı hassasiyet göstermesinin artık lüzumuna işaret etmek durumundayım. Çünkü bazı şeyleri görmezden geliyoruz. "İşte sosyal medyada gündem olmasın. Gündem olursa yeni yeni işte infialler oluşur." türünden tereddütler yaşadığımızdan bazen ölçülü ve sorumlu davranıyoruz ama bir evlat katili bir siyasi şahsiyete saldırıyor. Onun evlat katili olduğu ön plana çıkarılıyor. Sonra da saldırıya uğrayan kişinin evladı üzerinden birtakım tehditler oluşturuluyor ise bu tehdit hepimize. Bu tehdit Türk siyasetinedir. Bu tehdit Türk demokrasisine. Bu tehdit, bu tehdit evrensel haklarımıza. Bu tehdit anayasadan kaynaklı haklarımıza tecavüz niteliği taşıyan bir tehdittir. O pencereden ele alınması lazımdır ama siyasi kutuplaşma o boyuta geldi ki saldırı size yapılınca müteber, başkasına yapılırsa vahşice diye tanımlanıyor. Oysa ortadaki suç aynı suçtur. Dolayısıyla ben hep işaret ediyorum. Bir kere daha altını çiziyorum. Bunlar adi darp olayları değildir. Bunlar evrensel haklarımıza yapılmış saldırılardır. Anayasa tarafından bize tanınmış bir hakkın kullanımını engellemeye yöneliktir bu eylemler. Dolayısıyla bir toplumsal kargaşa, kaos ve anarşi yaratmaya da elverişli bir vasat bulma ihtimali söz konusudur. Dikkatli olmak lazım.
(Orta Asya Türk Cumhuriyetleri Güney Kıbrıs'ı tanıdılar. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanımadılar. Güney Kıbrıs'ta büyükelçilik açtılar. Bunu nasıl yorumlayacağız?) Şimdi meselenin ne olduğuna bakmak lazım öncelikle ve Kıbrıs'ta neler yaşandı, onu doğru değerlendirmek lazım. Rahmetli Rauf Denktaş'ın işbaşından uzaklaştırılmasına yönelik adımların atıldığı dönemleri doğru değerlendirmek lazım. Annan Planı'nın yaşama geçirilmesi için bugün işbaşında bulunan iktidar o gün de işbaşındaydı. O gün neler yaptıklarına bakmak lazım. Bizim Kıbrıs davamız net. Bu konudaki politikamız da son derece açıktır ama güneyimizde yaşanan birtakım olaylar Kıbrıs'a stratejik önemi münasebetiyle Batı emperyalizminin farklı bir değer verdiğini gösteriyor. Büyük Ortadoğu Projesi'nin en önemli ayaklarından biridir bugün İran ve Kıbrıs. Dolayısıyla Kıbrıs'ın Batı tarafından artık Akdeniz'i de bir emperyal havuza çevirme amacından kaynaklı olarak önemli bir taş statüsüyle devreye sokulacağı kanaatini taşıyorum. O sebeple Rum kesiminde, Güney Kıbrıs'ta yaşanan bu gelişmeleri önemsiyorum. Siz dediniz ya, orayı tanıdılar ama Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanımıyorlar. Uzunca bir zamandan beri tanımıyorlar. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin inşa süresince üstlendiği tarihi sorumluluğu bütün dünyaya doğru bir biçimde anlattı ama Türk bu Türk coğrafyasında bir karşılık bulmadı.
Bugün, hem de, Türk Devletleri Teşkilatı'nın başında Ak Sakallı olarak Binali Yıldırım, oturuyor olmasına, rağmen, Azerbaycan hariç Güney Kıbrıs Rum, kesiminde kurulan, devlette büyük elçilik açma basiretsizliği sergilendi. Buna da uygun bir,tepki verilmedi Türkiye Cumhuriyeti tarafından. Şimdi dün bir, işte Beştepe'deki sarayın benzeri bir, saray yapıldı orada. Elbette ki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kalıcı olduğunu göstermek bakımından o eserin oraya inşasını doğru ve yerinde buluyorum. Ama,orada konuşulan kararların,Birleşmiş Milletler'de, işte Güvenlik Konseyleri'nde, Avrupa Birliği'nde,konuşulması gerektiğinin altını çiziyorum. Biz orada iki devletli bir,çözümü, savunuyoruz. Dolayısıyla bunun, her türlü, beklenti bir tarafa bırakılarak bir milli politika olması münasebetiyle Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından dünyanın her yerinde seslendirilmesi lazımdır. Türkiye o konuda "Bunu dersem acaba ne derler?" endişesi yaşayan bir devlet konumunda görmemelidir kendisini. Ve dolayısıyla da Türkiye'nin milli haklarını, Kıbrıs'ın milli haklarını ve hukukunu her zeminde doğru bir biçimdemasaya getirmelidir. Ayrıca Yunanistan'ın boş durmadığını biliyoruz.
Mavi Vatan diye tarif ettiğimiz Doğu Akdeniz'de neler yaşandığını biliyoruz Suriye'de yaşanmış olaylarla eş zamanlı olarak yaşama geçirilecek senaryoları,öngörebiliyoruz. Bağlantılı olduğunu mu söylemek istiyorsunuz? Büyük Ortadoğu diye, onu için söylediniz. Suriye diyoruz.
Yani İran ve Kıbrıs ayağı da bu projenin son derece önemlidir.
Rus şeyleri Yunanlılar Enosis, Megali İdea'dan vazgeçmemişlerdir. Hala onun peşindeler. Ayrıca ABD ve İsrail dediğim gibi bizim Mavi Vatan diye tanımladığımız coğrafyayı kendilerine ait bir göle dönüştürmek istemektedirler. İşte dün Suriye'de İsrail uçaklarının yaptığı saldırı, Türk uçaklarının havalanmaları falan, olayları da, dikkatle ele alınması icap eden husustur.
Ayrıca Kıbrıs'ın doğru tanımlanması, doğru tanıtılmasını temin etmek gibi de bir görevi vardır Türkiye'nin. Bütün bunlar yaşanırken,Kıbrıs dikkat edin eş zamanlı olarak kumar, yasa dışı bahis, uyuşturucu trafiğiyle anılarak uluslararası alanda her geçen gün itibarsızlaştırılıyor.
( Kıbrıs Türk Cumhuriyeti." Yani "Biz bu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ismini Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak değiştirmeliyiz." diye bir tartışma vardı.). Yani bu, burada bir, dış politik hamle yapmak mecburiyetindeyiz, herkesten bağımsız. Ama, bağımsız hareket edemediğimizden belki de ya da tek adamlığın getirdiği sonuçlara bağlı olarak emperyal bir planın, parçası konumu durumuna düşürülmüş olmamızdan kaynaklı olarak bu sıkıntıları yaşadığımızı söyleyebilirim. Türkiye Kıbrıs'taki haklarından, zaten dünya biliyor ki, asla vazgeçmeyecektir. Bunun, temin edilebilmesi, bu hakların alınabilmesi için de gerekli mücadeleyi verecektir. Biz Kıbrıs'ta 1974'te neler yaptığımızı da biliyoruz.
(Açıklanan enflasyon rakamları) Vallahi, Türkiye İstatistik Kurumu'nun açıkladığı rakamlardan, ziyade sokakta yaşanan enflasyonun nazarı itibara alınması lazımdır diye, düşünüyorum. Bu rakamlar açıklanıyor. Birtakım, makro göstergeler de bu rakamlara göre tanzim ediliyor. Türkiye'de hissedilen enflasyonun bunun çok üzerinde olduğuna hem pazarlarda hem marketlerde,şahit oluyoruz. Dolayısıyla vatandaşımız çok büyük bir geçim sıkıntısıyla karşı karşıya. Ayrıca hükümetin, Orta Vadeli Program'da ortaya koyduğu hedeflerin de tutturulmadığı, cari açığın arttırıldığı, sürekli arttığı işte bütçe açığının sürekli arttığı, faiz, kur sarmalında Türkiye'nin boğulmaya çalışıldığına şahit oluyoruz. Yerinde yaptığımız tespitlerde halinden memnun, insanlara rastlamıyoruz. Bu rakamlar, belirlenen rakamlar, elbette ki bir göstergedir. Yani bir şeyi ifade ediyordur ama bana göre gerçeği yansıtmamaktadır. Vatandaş çok daha büyük bir enflasyon baskısıyla,karşı karşıya bırakılmıştır. Halinden memnun insan neredeyse kalmamıştır. Ben bütün meseleleri bütün çıplaklığıyla, doğru bir dille anlatmaya çalışıyorum. Yani,, bir siyasi fırsatçılık, faydacılık, istismarcılık yoktur söylemimde ve tavrımda. Çiftçi, her fırsatta söylüyorum, toprağa düşürdüğü terin karşılığını alamıyor. Ankara Ticaret Odası Başkanı açıkladı. İşte bu faiz oranlarıyla yatırım yapılabilmesinin mümkün olmadığını istihdam her geçen gün düşüyor, işsizlik, artıyor. Gençler geleceklerine dair büyük bir umutsuzluk içerisinde yabancı elçiliklerin, konsoloslukların önünde, istikbal arıyorlar. Türkiye bir, yatırım ülkesi olmaktan çıkmış, bir faiz cennetine, dönüşmüş ve dönüştürülmüştür. Bunlar da kendi kendine, olan işler değildir. Bu hükümetin bilinçli politikalarından ortaya çıkan olumsuz sonuçlardır bunlar. Türkiye daha önceki dönemlerde de büyük ekonomik krizler yaşamıştır. Bunlardan biri 2001 krizidir. Evet. 14 ayda atlatılmıştır. O gün alınan ekonomik tedbirler de bu hükümete 10 sene yetmiştir. Ama bugün Türkiye çok partiler, parlamenter demokratik sistemden ayrılıp cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçtikten sonra,7 yıldan beri devam eden büyük bir ekonomik krizle karşı karşıya.
(Şu anda krizde miyiz efendim biz? Ekonomik krizde miyiz?) Gayet tabii. Gayet tabii ki krizdeyiz. Ve bu krizin aşılması için, atılan adımlardan bahsediliyor. Yapılan birtakım programlar var. O programlar doğru bir biçimde uygulanmıyor. Türkiye büyük bir israfın ve yolsuzluğun pençesinde kıvranıyor ama burada asıl olan şey şu: Yani biz toplumun siyaset olarak iki kesimine bakarak söylem geliştiriyoruz. Belki en büyük yanlışlarımızdan bir tanesi bu. Türkiye'de bir yoksul kesim var ve 2 milyon 600 bin aileye bu hükümet sosyal yardım yapıyor. Ve o, yarattığı yoksulluğu da, yönetebilme kabiliyeti sergiliyor. Sürdürüyor. 2,8 milyon aile. Biz de, biz de evet. Biz de o, yoksulluğa, vurgu yapıyoruz, çekilen sıkıntılara. Bir de büyük bir yolsuzluk var. O yolsuzluğun beslediği bir kesim var. Zengin tabaka. Evet. Yani onlara da sürekli vurgu yapıyoruz ama... Ortada bir kesim var. Herkesin görmezden geldiği. Kaldıysa tabii ortada. Ya ortada bir kesim var, kaldı ve o kesim, aslında Türkiye'de yaşananların ziyadesiyle farkında. Vergisini zamanında ödeyen, hatta özel tüketim vergisiyle birlikte vergisini misli misli,, ödeyen, elektrik, su faturasını zamanında ödeyen maaş bordrosundan, kesintiler yapılmak suretiyle devleti besleyen bir orta direk var. Siyasetin, bu orta direğin değerlerine sahip çıkacak söylemler geliştirmesi gerekiyor ve İyi Parti olarak biz bunu yapıyoruz. Buna dair de projeler geliştirmeye devam ediyoruz.
( En fazla üzerinde durduğunuz kesimlerden bir tanesi üretici ve köylü)Gerçekten perişan durumdalar. Yani sadece çay üreticisi değil, fındık üreticisi perişan. Ya bu sene, para kazanan çiftçiye rastlamadım ben. Yani toprağa düşürdüğü terin karşılığını aldığı ve mutlu olduğunu söyleyen çiftçiye rastlamadım. 1 kilogram çayla 1 kilogram zeytin alınıyordu İsmail Bey. Bugün 1 kilogram çayla bir simit alınamıyor. Çay 17 lira bugün. Ve üretim maliyetlerine, baktığımızda, primleriyle beraber en az 36,5'luk bir, 36,5 liralık bir beklentisi var çay üreticisinin. Fındık ortada.
Ordu'daydım, Rize'deydim, Trabzon'daydım. Ayrıca ben, fındıktan temin edilmiş gelirle hayatını şekillendiren ailelerin içerisinden geldim. Yani çay ve fındık Karadeniz köylüsü için sadece bir üretim alanı değildir. Aynı zamanda bir yaşam biçimidir. Çukurova'da, Söke'de pamuk neyse, işte Büyük ve, Küçük Menderes, havzasında, üretilmiş ürünler, neyse onlar da aslında bir yaşam biçimini ifade ediyor. Türkiye, sahibi olduğu yaşam tarzından uzaklaştırılıyor.
Köylerde üretim durmak,, tehlikesiyle karşı karşıya. Uygulanan birçok yanlış politikadır,bugün karşı karşıya kaldığımız sorunlar.
(Biz bugün bunları niye yaşıyoruz efendim? Yani memleketin içinde bulunduğu bu durumun sebebi ne?) Efendim ben bütün bunların bile isteye gerçekleştirilmiş işler olarak görüyorum. Yani ben "Türkiye'de bu ekonomik politikalar, yanlıştır, ve o sebeple bu yanlış politikaların getirdiği yanlış uygulamalar, bu krizleri beraberinde getirdi." falan demiyorum. Bilerek yanlış yapılan alanlar var. Tarım bunlardan biridir. Ben
Kamran İnan'ın bir hatırasında okudum, yazıyor. Diyor ki orada: "Ben, Dışişleri kökenliyim. Dolayısıyla en çok yabancı ajanın Dışişleri Bakanlığı içerisinde olduğunu düşünüyordum. et. Ama Tarım Bakanı olduktan sonra gördüm ki en çok yabancı ajan bizim Tarım Teşkilatı'nın içindeymiş." diye. Şimdi bugün yaşananlara baktığımda, üretim alanındaki bu krizleri gördüğümde dünden bugüne kurgulanmış birtakım projelerin bizi hangi felaketlere doğru sürüklediğini de gözlemleyebilme imkanını taşıyorum. T
İthal ettiğimiz hayvana ithal ettiğimiz mısırdan yapılmış yemi veriyoruz. Böyle bir ülke olabilir mi? Ama sorsanız üretimin arttığından bahsediliyor. Yani Türkiye'de ben işte tarım fuarlarını geziyorum. Herkes, , fuar alanına sergilenmeye gelen, şeylere bakınca, iş makinelerine vesaire, "Ne büyük işler yapmışız!" diye düşünebilir. Ama oralarda çiftçilikten vazgeçildiği için ve çiftçilik yaşı çok yükseldiği için, o makineler, satılmıyor ve üretim,, sürecine de, , dahil edilemiyor. Bu tehlikeleri görmek lazım. Biz köyleri boşalttık İsmail Bey. Köylerde üretim yok. Buna neyle başladık? Köy okullarını kapatarak başladık. Dolayısıyla zaten Türkiye'nin şu anda %90'dan fazlası, şehir merkezlerinde yaşar hale geldi. Bizim yeniden Anadolu'yu mamur hale getirmek, Anadolu'yu yeniden imar etmek, yeniden Anadolu'ya dönmek gibi bir mecburiyetimiz var.
Ben bugün söylüyorum İYİ Parti Genel Başkanı olarak söylüyorum. Müsavat Dervişoğlu olarak söylüyorum. Bütün inanmışlığımla söylüyorum. Benim siyasi hayatımın hiçbir döneminde pazarlık yoktur. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti'nin herhangi bir değerini alınıp satılabilecek ve pazarlık konusu yapılabilecek bir konumda görmem ben.
Pazarlıkların, pazarlıkçıların, bozguncuların ve ihanet aparatlarının yanında asla ve kata olmayacağım. Milletin kendi gerçekleriyle buluşacağına inanıyorum. Sevdası Türkiye, kaygısı Türkiye'nin geleceği olan herkesin doğru bir söylemde buluşabileceğini ve Türkiye'yi karşı karşıya bulunduğu bu karanlık günlerden kurtarabileceğine inanıyorum.
Bir fikir oluşmalıdır, siyasetin merkezi savrulmuştur. O merkez toparlanmalıdır. Merkez toparlanmalı merkez merkez cumhuriyettir. Cumhuriyet ve cumhuriyetin değerleridir. Yani ben onu söylüyorum. Dünya görüşüm bakın Atatürk'ü anlamaktır diyorum Merkez. Atatürk ilkeleri.
(Bir bilgi vereyim efendim. Şimdi bazıları öyle değil filan diye açıklamalar yapacaklardır ama ben AK Parti cenahından önemli isimlerden birkaç ayrı kaynaktan duyduğum bir şeyi söyleyeyim size. Onlar da bu tıkanmayı görüyorlar şimdi. AK Parti kurmay kadrosunda ve aslında yarı başkanlık gibi bir yeni sistem, yani aslında bu %50 meselesinin de ortadan kalkacağı dolayısıyla bunun handikaplarının bertaraf edileceği bir arayıştalar şu anda.
Onlar da prangalarından kurtulmak istiyorlar. Parlamenter demokratik sistemi daha önce sizin programlarınızda ben defalarca ifade ettim. Parlamenter demokratik sisteme dönüşün, yol taşlarını gerçek anlamda dizmesi gerekenlerin iktidar partileri olduğunu söyledim. Şimdi arayışları var. Ciddi ciddi bu konuyu Ya mutlaka. Evet. Yani Türkiye'yi getirdikleri noktayı görüyorlar. Kendileri de efendim yani Yönetemiyoruz diyorlar. Evet yani Bakın yani gazete manşetlerine konu oluyor. Yani bakana ulaşıyor bürokrata ulaşamıyor. Cumhurbaşkanına ulaşıyor, bakana ulaşamıyor. Sistem kilitlendi. Sistemde kurumlar bertaraf edildi. Kurumlar tasfiye edildi. Türkiye'nin işte birtakım strateji merkezleri vesaire var. Devlet Planlama Teşkilatı yok. Türkiye'de müsteşarlıklar kalkınca devlet hafızası otomatik olarak yok oldu zaten.
Bugün iktidarın yetkilerini sınırlayamıyorsunuz ki. Bir anayasa yapılmış. Bu işte. Ben bunu cebimde gezdiriyorum. Bak benim de masamda. Bu, sizin de masanızda. Bu anayasa Recep Tayyip Erdoğan'ın ölçülerine göre tanzim edilmiş bir anayasadır. Kişiye özel takım elbise. Kişiye özel bir takım elbisedir ve bu anayasadaki yetkiler ne yapacağını ve ne yapmayacağını bildikleri Recep Tayyip Erdoğan'a göre , şekillenmiş. Bu yetkiler , başkalarına kolay emanet edilebilecek yetkiler değildir. Bakın size bütün samimiyetimle söylüyorum.
Bu anayasadaki yetkileri Mustafa Kemal geri dönse de ona vermeye kalksalar ben ona da karşı çıkarım. Ki Mustafa Kemal böyle bir yetkiyi istememişti. Efendim bana başkomutanlık , verme konusunda ne kavgalar! Başkomutanlık savaş sırasındaki bir ülkenin kurucusu başkomutanlık yetkisini alırken üç aylık bir yetki
Bir de onun dışında milletvekili seçilebilmesinin önünü kapatabilecek kanun teklifleri verilmiş Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde. Türk demokrasisi sadece lütfedilen, bahşedilenlerle bu noktaya gelmedi. Bizim bu cumhuriyeti nasıl kurduğumuzu bir türlü anlayamadılar. Bakın bunu göremiyorlar. Dünya bir savaş yaşamış. O savaş nihayete ermiş. O savaşın galipleri var. Dünyayı yeniden tanzim etmişler ve buna bir tek millet itiraz etmiş, bir tek lider itiraz etmiş. O Türk milleti ve Mustafa Kemal Atatürk'tür.
( İmamoğlu konusuna ne dersiniz efendim?) Haksız ve adaletsiz bir, , sorgulama ve soruşturma sürecinin kurbanı edilmek isteniyor. Bunu defalarca da ifade ettim. Ben suç varsa elbette ki suçlu cezasını çekmelidir. Ama, , yöntemlerin hukuka ve, , adalete, , hizmet etmesi ya da hukukun ve adaletin tecelli etmesine yönelik bir biçimde yaşama geçirilmesi lazım. Sayın Ekrem İmamoğlu bana göre, kendisine kurulmuş, , bir kumpasın içinde boğuşuyor ve büyük de bir, , mücadele veriyor. , vermiş olduğu bu mücadeleye saygı göstermemek de, mümkün değil. Ama ben hep şunu söyledim. Türkiye'de bazı adımları erken atarsanız karakteristik özelliklerden kaynaklı olarak birilerinin iştahını kabartırsınız ve bu kabaran iştaha, bağlı olarak da birtakım siyasi tasfiyeleri yapma imkanını o iştahı kabarana, verirsiniz, , demiştim.
Benim için şu anda kendisiyle ilgili, , yorum, sürdürülen soruşturmaların bir tek, amacı ve hedefi vardır. Siyaseten Ekrem İmamoğlu'nun, tasfiye edilmesidir. Belediyelerde yolsuzluk iddiaları var mıdır? Vardır. Olabilir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne zaten 1300 tane, , müfettiş, 1300 kere müfettiş gönderilmiş ve soruşturma yapılmış. Aynı iddialar iktidar partisine mensup belediye başkanları için de var. Bu soruşturmalar işte Ankara'ya mahsus olursa, İstanbul'a mahsus olursa, İzmir'e mahsus olursa ki İzmir'i de yaşadık geçmiş dönemde. Sayın Aziz Kocaoğlu'nun belediye başkanlığı döneminde, , büyük bir işte dosya tanzim edildiğinden bahiste ki o zaman FETÖ'cüler, , vardı. Aziz Bey'in, , duruşu münasebetiyle, , istediklerini yaptıramıyor. İstedikleri alanlara sızamıyorlardı. Ona da bir kumpas davası kurdular. Ama ortaya da suç varsa elbette ki şey edilsin, tezyid edilsin. Ama hiçbir şey bulamadın. bulamadıysan, , hiç olmazsa işe yarayacak deliller üretmek suretiyle,, bir, , mahkumiyet temin edilsin türünden atılmış adam, adımları demokrasi adına utanç verici buluyorum.
Unutturulmaması da lazımdır. Yani cezaevi psikolojisini, , iyi kötü biliyorum ben. Onun kendisini yalnız hissetmemesi lazım. Bu aileye ayrıca bakın şöyle bir şey daha var. Ya bu birilerini kutsamak, yüceltmek falan değil ama birilerini aşağı çekmeye kalkışanlara karşı da direnmektir benim tavrım. E bir aileye bu yapılmaz. . Ya İmamoğlu ailesini de başka aileleri de kastediyorum. Böyle bir ülke olabilir mi ya? 1968 senesinde babasının kurduğu şirkete kayyum atanır mı? Yani delil üretebilmek için adamın kendisini içeri almışsın. Eşi ve ailesi zaten mağdur durumda. Hak ve hukuklarını koruyabilmek adına da mücadele ediyorlar. Aynı kadının kocasını içeri almışsınız. Bir de, , ağabeyini içeri alma hakkını nereden kendinizde görüyorsunuz? Bunlar yapılır mı? Yani artık bu sürdürülen soruşturmanın hukuki olduğunu bu millete nasıl göstereceksiniz? Delil üretiyorsanız, , hakiki mi sahte mi? Geçerliliği tartışılıyor. Soruşturma yapıyorsunuz. Adil mi değil mi? O tartışılıyor. Ve bu her siyasi kişiliğe karşı yapılabilecek bir, , eylem gibi algılanıyor. Ya şu anda sokakta ben, , özellikle buradan Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a ve iktidar yetkililerine de söylüyorum. Yaptıkları bu haksız uygulamalar onların doğrularını da gölgeliyor. Açıkça söylüyorum bunu. Kimse söylemiyor bunu. İşte siyaseten konuştukları için söylemiyor.
Siyaseten ben bunu söylerim de bir bölümünü keserler. Şurasını kullanırlar. Ondan sonra da işte yandaşlık gibi sunarlar endişesiyle doğruları söylemekten kaçıyorlar. Bu yaptıkları haksız uygulamalar doğrularını da gölgeliyor bunların. Dolayısıyla yani bütün bunların, Türkiye'nin, geleceğinin doğru şekillendirilmesi noktasında, ele alınması ve doğru bir yol haritasının tanzimi noktasında da hükümete ve Recep Tayyip Erdoğan'a ışık tutması lazım. Böyle hesaplaşılır mı diyor millet? Ve meydanlar da onun için doluyor.
( TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ve TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Mehmet Ömer Arif Aras’a yeni dava.)
Bir kişi, gözaltını fazla abartılı bulduğunu söyledi. şimdi, kişileri tatmin etmek için belki de kişinin bilgisi dışında, birileri kraldan fazla kralcılık yapıyor. Ya devlet önüne gelenle hesaplaşıyor İsmail Bey, böyle bir şey olmaz. Vatandaşların yarısı birbiriyle davalık. Milletin tamamı devletle davalık. Böyle bir ülke olmaz. Bunlar iş başına geldiklerinde 60.000 değildi Türkiye’de tutuklu ve hükümlü sayısı. Şimdi 400.000. Şimdi 403.000’i aşmış. 44.000, çocuk hüküm almış. 135.000’e yakın, çocuk yaştaki kişi de,, ceza mahkemelerinde yargılanıyorlar. Yahu nasıl bir ülkede yaşıyoruz biz? Nasıl bir ülkede yaşıyoruz? Bunların kabul edilebilir bir yanı var mıdır?