AKP içinde Ayasofya kavgası
8 Mart'ta sosyal medya hesabından "Sürekli 'kadın cinayetleri' vurgusu, kadını erkeğe düşman etmeye çalışan bir sloganik medya propagandasıdır" paylaşımı yapan Ayasofya'nın baş imamı Prof. Dr. Mehmet Boynukalın, "kadın veya erkek diye ayrım yapmadan masum bir insanı öldürenin cezası kısas yani ölüm olmalıdır; Kur'an'ın hükmü budur" dedi. Bu açıklamalar sosyal medyada tepki çekti.
12 Mart Cuma günü Haber Global'de bir programa katılan AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin'in bu paylaşımlara yanıt vermesiyle AKP içinde tartışma başladı. Cumhuriyet Gazetesi Yazarı ve Halk TV yorumcusu Barış Terkoğlu bugünkü köşesinde bu konuyla ilgili bir yazı yazdı. Terkoğlu'nun yazısı şöyle:
Siyah, deri koltuk. Masanın ardında ne ihtişamlı duruyor. Oturuyorsun. Sanki sen, sen değilsin. Kolların daha kaslı, cildin daha gergin, sesin daha gür. Bir başkası oluyorsun. Kapının girişindeki tabelayı adının başına da yazıyorsun.
Makamları, rütbeleri, cüppeleri çok mu abartıyoruz? Evet, “Ayasofya Camii İmamı” tartışmasını kastediyorum.
“İslamda ruhban yoktur” diyenler dini kullanarak her yerde bir kast sistemi yarattı. Zırhlı Mercedes’lerinin peşinden koşulan tarikat şeyhleri, etekleri öpülen imamlar, biadı akıldan üstün tutan bir vesayet sistemi...
Andımız’ı yasaklayan, Atatürk’ü madalyalardan kaldıran aynı Danıştay hâkimlerinin kararıyla oldu. Önce çağ açan fethin, ardından çağı yakalayan barışın sembolü olan Ayasofya’nın şeklini değiştirdik. Yetmedi, ona bir de makam yarattık. “Ayasofya imamı” dedik. Ettiği dualardan çok; attığı tweet’leri, siyasi mesajları, kimlere kızdığını tartışıyoruz.
Oysa...
Binaların değil, insanların değer ürettiğinin en büyük kanıtı Ayasofya’ydı. Çünkü, acı ama gerçek, işgal altındaki vatan toprağında ihanetin merkezlerinden biri Ayasofya’ydı. İstanbul’daki Damat Ferit Hükümeti, Milli Mücadele’yi “fitne ve fesat” diye hedef alırken, Ayasofya’da işgalcileri destekleyen hutbe okunuyordu: “Hafız İsmail’in Ayasofya Camii’nde cuma günü verdiği vaazında İngiliz taraftarlığı yapması ve Loyd George’nun ‘Biz Türklerle değil, İttihatçılarla harp ediyoruz’ dediğini nakletmesi ve Kuvayı Milliye’nin tenkilinin devletin bekasının bir gereği olduğunu savunan açıklamalarda bulunması...” (Osman Akandere, Damat Ferit Paşa Hükümetleri Döneminde Kuvayı Milliye Hareketine Yönelen İthamlar).
Atatürk’ün milli Ayasofyası
Hem cephede hem beyinde...
Milli Mücadele yalnız bir dış savaş değil, aynı zamanda bir iç savaştı. İşgalcilerle birlikte onların içerideki temsilcileri de ezilmişti. Ayasofya da artık “yerli ve milli”ydi. 3 Şubat 1932’de Kadir Gecesi, 70 bin kişiyle, Ayasofya Camii’nde, Türkçe kutlandı. Gazeteler on binlerin dışarıda kaldığı gece, sıkışıklıktan secdeye gitmekte zorlanıldığını haber veriyor. Sadece bu kadar değil.. Radyolardan töreni dinlemek için binlerce insan kahvelere, halkevlerine koşmuştu. Çok değil, 10 yıl önce, anlamadıkları dilde işgalcilere itaatın vaaz edildiği kürsüden, bu kez anladıkları duaların okunuyor olmasının ilk etkisinin gözyaşları olduğu yazıyor. Yunus Nadi, ertesi gün Cumhuriyet’teki yazısını şöyle bitiriyordu: “Bu memleket Arap memleketi ve bu millet Arap milleti olmadığına göre bu manasız bidat ilanihaye böyle devam edip gidemezdi. Milli harsta elbette içtimai tesiri olan dinin ergeç öz dilimizde de terennüm edilmesi lazımdı.” (4 Şubat 1932, Cumhuriyet)
Hiç anlatmıyorlar. Damat Ferit’in Ayasofyası ile Atatürk’ün Ayasofyası. İkisi arasındaki fark ne binadan ne cüppeden, manadan ne fikirdendi.
İmam mı, şeyhülislam mı?
Şimdi...
Şeyhülislam mı halife mi? Günlerdir Ayasofya imamının kendisini, dinin de devletin de toplumun da merkezine koyan açıklamalarını izliyoruz. Anayasadan laikliğin çıkarılmasını istiyor, kadınları hedef alıyor, siyasetçilere ayar veriyor.
O noktaya geldi ki...
Bu kez kavganın iki tarafı da aynı mahalleden. AKP milletvekili Özlem Zengin’i tutanlar ile Ayasofya imamını destekleyenler birbirine ağır sözlerle yükleniyor. Zengin’in “Herkes kendi işini yapmalı” sözüne, imamın “Sözlerim ‘sen imamsın, namazını kıldır, başka bir şey söylemeye hakkın yok’ zihniyetine karşıdır” yanıtını vermesi, meselenin daha derine doğru gittiğini gösteriyor. Tartışma AKP’li kimi milletvekillerine, yazarlara, sivil toplum örgütlerine kadar uzandı. Sosyal medyada günlerce en çok konuşulan olay oldu.
İmamcılar: Neden susalım?
Konuşmayı değil ama mesaj atmayı seviyorlar. Yine de iki grubu da dinledim. Ayasofya imamının taraftarları özetle şunu söyledi:
“Bir imam dini referanslar vererek tebliğde bulunmayacaksa ne yapacak? Özlem Hanım bundan neden rahatsız oluyor? Cumhurbaşkanı ‘İslam bize göre değil biz İslama göre hareket edeceğiz’ demedi mi?
Özlem Zengin’in konuşmasındaki sorun, Ayasofya imamını eleştirmesinden ibaret değil. ‘Ayasofya sadece Müslümanların değil, başka dinlerin de ibadetgâhı, hangi dinden olursanız olun gelin’ diyor. Ayasofya artık bir cami. Özlem Zengin, FETÖ’nün dinlerarası diyalog tezini Ayasofya üzerinden sürdürüyor.
Kadın konusunda dinimizin hükümleri belli. Bir kısmını kabul edip diğer yanını etmiyorum diyemezsiniz.
Yıllardır tabanı oluşturan bizlere ‘aman siyaseti zor durumda bırakacak sözler söylemeyin’ deniliyor. Geçmişte biraz anlıyorduk da şimdi hâlâ niye susalım?
Başörtüsü için mücadele ettik ama içindeki başları kaybettik. KADEM gibi örgütlerde yuvalanan modernist zihniyet, bizi var eden değerlerle partiyi karşı karşıya getirdi. Bu sorun çözülmezse, AK Parti dışarıdan müdahaleyle değil, içeriden çürümeyle yok olur.”
Vekilciler: İmamın niyeti başka
AKP’li vekili destekleyenlerse şöyle diyor:
“Mesele dinin hükümleri değil. Ayrıca inancımız kimsenin tekelinde değil. Suudi tedrisatının şekil verdiği bir zihniyetin (Ayasofya imamının ailece Türkiye’yi terk edip Suudi Arabistan’da yetişmesi kastediliyor) inancımıza nizam vermesini görmeyecek miyiz?
Kendisini destekleyenlere bir bakın. Alparslan Kuytul gibi iktidara karşı FETÖ’yle bile yan yana duranlar dahi onu takdir ediyor. Partiyle derdi olanlar onun üzerinden AK Parti’ye vuruyor.
Biyografisine Davutoğlu’na yakın Şehir Üniversitesi’nde 7 senelik hocalık yaptığını yazmıyor. Geçen sene okula el konana kadar oradaydı, bunları da konuşmuyordu.
Bir cami imamı, neden sistematik olarak hükümeti zor durumda bırakacak açıklamalar yapar? Asıl hedefin Erdoğan ve AK Parti iktidarı olduğunu, niyetin bizi kendi içimizden boğmak olduğunu görüyoruz.
Diyanet İşleri Başkanı da kendi memurunun yaptıklarından rahatsız. Kendisine bir görev verilmiş gibi sınırın ötesine geçiyor. Bu tartışmaların ortasında olmasa da uygun bir zamanda görevden alınmasını bekleyin.”
AKP kimlik bunalımında
Ayasofya cami olurken, destekçileri Necip Fazıl’ın sözlerini paylaşıyordu: “Türkün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya’nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler. Ayasofya açılacak, hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün manalar, zincire vurulmuş kan revan içinde masumlar gibi, ağlaya ağlaya, üstünü başını yırta yırta onun açılan kapılarından dışarıya vuracak!”
Danıştay hâkimleri okullarda “Türküm, doğruyum” demeyi yasaklarken Ayasofya’yı açtı. Ancak öyle görünüyor ki ortaya çıkan “mana” herkesi memnun etmedi. 94 ruhuyla, 2021 gerçekleri; İslamcı hayallerle, ülkeyi yönetme hakikatı; bütün tariflerin çoktan yapıldığı ilkeler ile her şeyi zamanla yeniden tanımlamak zorunda olmanın realitesi... Muhalefet, iktidarın yaşadığı krizin her zamanki gibi farkında olmasa da, bir yandan Andımız’ın milliliğiyle öte yandan Ayasofya’nın diniliğiyle çekiştirilen AKP, bir kimlik bunalımı yaşıyor. Partinin kendi içinden çıkan tepki, bize hem boşluğu hem nasıl dolabileceğini gösteriyor.
Elbette rahat ama... Bir koltuk bulup oturduğumuz gün, ayakta ölmek için sebeplerimizi de kaybediyoruz.