Chatham House’dan Türkiye için korkutan analiz: Koşar adımlarla ekonomik çöküşe gidiyor
Chatham House’da Türkiye projesini yöneten ve Türkiye’nin iç ve dış politikası konusunda uzman isimlerden Fadi Hakura, Time'da Türkiye'nin ekonomideki son durumuna ve gidişatına ilişkin bir analiz kaleme aldı. Analizde Türkiye için adeta korku filmi gibi bir ekonomik tablo çizildi.
Daha önce Dünya Bankası'nda da çalışan kıdemli uzman, dev şirketlerin dış borçlarını ödeyemez hale gelme ihtimaline dikkat çekerek, "Böyle bir durumda Türkiye mali sisteminde bir krize ve derin ve uzun sürecek bir ekonomik resesyona neden olur" görüşünü dile getiriyor.
Hakura'nın Time'da "Türkiye koşar adımlarla ekonomik çöküşe gidiyor" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’deki meclis ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinden 15 gün sonra anayasanın kendisine verdiği çok geniş yetkilerle yeni bir hükumet atadı. Karar verme ve politika oluşturma süreçlerinin merkezinde ve en önünde kendisinin yer almaya devam etmesine olanak sağlayacak 16 sadık ve yandaş ismi tercih etti.
"TECRÜBESİZ DAMADI BERAT ALBAYRAK'I MALİYE VE HAZİNE BAKANI OLARAK ATADI"
En önemlisi, Erdoğan eski başbakan yardımcısı ve Merrill Lynch’in eski Baş Ekonomisti Mehmet Şimşek’i feda ederek, onun yerine tecrübesiz damadı Berat Albayrak’ı Maliye ve Hazine bakanı olarak atadı. Albayrak’ın zaten çok gergin durumdaki finans piyasalarını ve yabancı yatırımcıları yatıştırabilecek yeteneğe sahip olup olmadığı tartışma götürür.
Erdoğan bedeli ne olursa olsun kısa vadeli büyümeye, makroekonomik ve mali istikrar pahasına da olsa öncelik verecek. Buna kontrolden çıkmış bir şekilde artmakta olan iki haneli enflasyonu durdurmak ve bu sene %20’ye yakın değer kaybetmiş Türk Lirasını desteklemek için gerekli olan faiz artışlarından vazgeçmek de dahil. Bu aynı zamanda kesenin ağzını açmak, piyasaları ucuz krediye boğmak ve şaha kalkmış inşaat ve mega alt yapı yatırımlarını desteklemek anlamına da gelecek.
"MERKEZ BANKASI SİYASALLAŞTI"
Erdoğan daha önceki vaadini tutarak, Merkez Bankası Başkanı’nı, yardımcılarını ve para politikası kurulu üyelerini dört yıllığına atama yetkisini yayınladığı bir kararnameyle kendi uhdesine aldı. Bir zamanlar saygı duyulan ve bağımsız bir kurum olan Merkez Bankasının siyasallaştırılması süreci bu hamleyle tamamlandı. Söz konusu hamle, Erdoğan’ın para politikası alanında benimsediği yüksek faizin yüksek enflasyona denk olduğu yönündeki alışılmışın dışındaki görüşleriyle de uyumlu.
"AUDİ TARZI EKONOMİ, FERRARİ TARZI BÜYÜME"
Erdoğan ilerlemeyi aynalı gökdelenler, gösterişli dev altyapı projeleri ve yüksek büyüme rakamlarıyla özdeş görüyor. Türkiye’nin orta boy Audi tarzı ekonomisini, üst segmentteki Ferrari tarzı büyüme oranlarına ulaştırmak için gaza basıyor da basıyor. Oysa her tamircinin bilebileceği gibi, böyle taktiklerin uzun vadede başarılı olma şansı yoktur. Motor sonunda yanar.
Erdoğan, Türkiye’nin zengin ekonomiler ligine atlayabilmesi için büyüme modelinde geniş kapsamlı değişiklikler yapılması gerektiği gerçeğini kabul etmiyor. Bu büyüme modeli, altyapı ve sürdürülebilir özel yatırımlar ve ihracat ile değil, spekülatif para akışlarıyla finanse edilen inşaat ve hükumetin desteklediği altyapı projelerine ve tüketici harcamalarına fazlasıyla bel bağlamış durumda.
Net Sonuç: İş dünyasının döviz cinsinden borçları, 2017 sonu itibariyle rekor kırarak 328 Milyar Dolar’a çıkmıştı. Döviz cinsinden varlıklar düşüldükten sonra da, hala endişe verici 214 Milyar Dolar seviyesindeydi. Dolar ve Euro borç stoğu 2008 yılından bu yana ikiye katlanmıştı ve bu stoğun %80’i yerli bankaların elindeydi. Bu ağır ödemeler dengesi koşulları göz önüne alındığında, Türkiye’nin yabancı varlıkların çıkışını engellemek için, kısa veya orta vadede sermaye kontrolu getirmek zorunda kalacağını düşünmek hiç de uzak bir ihtimal değil. Merkez bankasının 45 Milyar dolar civarındaki uluslararası rezervleri 50 Milyar dolarlık cari açığı bile karşılayabilecek durumda değil.
Liradaki değer kaybı ile finansal yükleri artan bazı büyük Türk şirketlerinin büyük dış borçlarını yeniden yapılandırmak için alacaklılarıyla müzakerelere başlamış olması hiç de şaşırtıcı değil. Büyük Türk şirketlerinin önemli bir bölümü dış borçlarını ödeyemez hale gelirse, bu durum Türkiye ekonomisinin geneline de yansır, kitlesel tüketici paniğine yol açar, uluslararası mali piyasaların güveni sarsılır ve Türkiye mali sisteminde bir krize ve derin ve uzun sürecek bir ekonomik resesyona neden olur.
Erdoğan’ın Milliyetçi müttefiki MHP hükumette yer almayı reddederek elini göstermiş oldu. MHP lideri Devlet Bahçeli, 2001 yılında üç partili koalisyonun ortaklarından biriyken patlamış olan mali krizden dersini almış olmalı. Dolayısıyla bir ekonomik krizin sorumluluğuyla lekelenme riskini almaktansa, dışarıdan etki etmeyi tercih etti.
"BOZULAN EKONOMİ ERDOĞAN'IN AŞİL TOPUĞU"
Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, dökülenleri umursamadan, nevi şahsına münhasır yönetim yaklaşımını ikiye katlayarak sürdürüyor. Siyasetteki hakimiyeti ne olursa olsun, bozulan ekonomi Erdoğan’ın aşil topuğu ve halen rakipsiz gibi görünen liderliğine yönelik en büyük tehdit.