Putin’in kanlı takıntısı ve ABD’nin “satranç tahtası”
Geçtiğimiz yıl, Şubat ayının sonlarıydı… 2022’nin ilk gününden o kanlı güne değin tansiyon yükseldikçe yükseliyordu. Analistler, yorumcular, gazeteciler, diplomatlar ve daha nicesi Rusya’nın gözdağı verdiğine inanıyor; en fazla Donbass ile sınırlı kalacağı bir “operasyona” soyunacağından bahsediyorlardı. Atlanılan şey ise belki şuydu: Putin’in geçmişten gelen öfkesinin beslediği takıntı…
Ülkesinin, eski yöneticiler tarafından küçük düşürüldüğüne dair inancı (Gorbaçov’a olan nefreti mesela) ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nden (SSCB) ayrılan ülkelerin “kendi kaderini tayin haklarına” yönelik kini…
SSCB’nin dağılmasıyla eski süper gücün yeni “mirasçısı” Rusya Federasyonu, gittikçe kan kaybeden ve dünya tarafından hor görülen bir ülke haline gelmekteydi. Eski süper gücün sonlarında ve ilk zamanlarında “üçüncü dünya ülkelerinden bir tık güçlü” görülen Rusya’da yaşayan Vladimir Putin de bu öfkeyle büyüyen, milliyetçi tarafını gittikçe besleyen “Çarlık hayali” ile yanıp tutuşan bir gençti.
Ve uzun yıllardır Rusya’yı yöneten eski ajanın Devlet Başkanlığına uzanan kariyerinde sabit kalan takıntılardan biri de çarlık Rusya’sını diriltme hayali oldu. Rusya’nın SSCB döneminden kalma eski düşmanı NATO’nun tacizleriyle birleşince, Putin’in masa başında haklı olduğu güvenlik endişesi, harekete geçmesiyle kanlı bir takıntı halini aldı.
Çünkü Rusya Federasyonu'nun ilk Başkanı Boris Yeltsin, SSCB'nin dağılması ardından kurulan diplomasi oyununda aktif bir oyuncu olmak için eski düşmanı NATO ile masaya oturdu. NATO'dan "Rusya sınırlarına kadar genişlemeyeceğinin" o dönemler garantisini alan Yeltsin, aslında Rusya'nın sıkışmışlığının da mimarı oldu.
Yıllar boyunca Batı tarafından şeytanlaştırılan Rusya daha da saldırganlaştı ve sonunda 24 Şubat 2022'de Ukrayna'ya savaş açtı.
14 bin kişi öldü...
Bir tarafta NATO üyesi olmamasına rağmen İttifakla birçok kez ortak tatbikat düzenleyen bir Ukrayna, öbür tarafta ise Rusya'ya yakın olan sivillere yönelik 2014 yılında Donbas'ta gerçekleşen katliam...
Ukrayna hükümetinin Ukrayna-Avrupa Birliği Ortaklık Anlaşması'nı imzalamayı reddetmesi, onun yerine Rusya ve Avrasya Ekonomik Birliği ile yakınlaşmayı tercih etmesi sonrasında tetiklenen 2014'teki Yevromaydan olaylarından sonra Ukrayna'nın güneydoğusundaki tüm büyük şehirlerde sokak savaşları patlak verdi. Dönemin Cumhurbaşkanı Vekili Oleksandr Turchynov bunun üzerine Donbass'ta bir "Terörle Mücadele Operasyonu" başlatıldığını duyurdu.
NATO da operasyona katılan “gönüllü taburları” destekledi. Bu taburlar daha sonra sivillere ve esir alınan milislere yönelik sergilediği korkunç tavırlarla ün kazandı. İşte burada neo-Nazi Azov taburundan bahsediyoruz. Binlerce çocuğun da aralarında olduğu 14 bin sivilin hayatını kaybettiği bu katliam, bugün ikinci yılına girdiğimiz savaşın aynı zamanda dayandığı yeri göstermekte.
Batı ülkeleri elinde silahlarla "barış" pazarladı, Ukrayna talep ettikçe etti, dünyanın desteğini almış gibi görünen eski komedyenin ne denli ortada bırakıldığı ise tiyatronun daha en başından belliydi.
Şimdi ise ikinci yılına girdiğimiz bu savaşın, daha nice yorumcuyu yanıltacak seyrini konuşuyoruz.
Ukrayna ve Rusya arasındaki anlaşmazlık ve düşmanlığın sebepleri geçtiğimiz yılın Ocak ayından bu yana manşetlerde sık sık yer aldı. Gerek iki mezhep “kardeşinin” 17’nci yüzyılda başlayan ilişkileri, gerekse de SSCB’nin 1991 yılındaki dağılışından bu yana artan tansiyon yazıldı, çizildi. Peki dağılan SSCB’nin ardından bıyık altından gülümseyen Amerika Birleşik Devletleri’ni nereye koymalı?
Sovyet zamanlarına sempati beslediği için emperyal Rusya’yı aklamaya çalışan bir zihnin perspektifi ile savaşın bir yılını analiz etmeye girişmek pek tabii hatalı olacak. Ve yine aynı şekilde faşizmden edilen haklı nefretin işgal edilen bir ülkenin isyanını görmezden gelmemize sebep olması da bizi yanılgıya sokacaktır.
Ama burada, hangi perspektiften bakarsak bakalım eleştiri oklarımızı kırabilecek bir anti tezin oluşmayacağı yegane şeyin ABD’nin kirli diplomasisi olduğunu düşünüyorum.
ABD’nin Avrasya şah matı hayali
Uzun yıllar önce terk ettiği “yalnızlık politikası” ile dünyanın her bir karışına Demokles’in kılıcı gibi inen ABD, diplomasi arenasında taktığı “demokrasi taşıyıcısı” maskesinin ardında “su uyur düşman uyumaz” ilkesiyle hareket eder. Yani kendi yarattığı diplomatik araçları dahi bir tehdit olarak görür, kendi önerdiği anlaşmaları ihlal eder, sonra gerekçe gösterdiği “anlaşma ihlali ya da kendi sebep olduğu tehditler” sebebiyle ortalığı kana bular.
Bunun pek çok örneğini dünyanın birçok yerinde gördük.
Bir dış politika klasiği “Büyük Satranç Tahtası”nın yazarı Zbigniew Bzezinski, aynı zamanda eski ABD Başkanı Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik Yardımcısı görevini yürütmüş dünyanın en önemli stratejistleri arasında anılır. ABD’nin şu anda eleştirdiğimiz dış politikasının mimarlarından biridir.
Kendisi Büyük Satranç Tahtası'nda, Amerika’nın Ukrayna konusundaki eğiliminin her ne kadar “yeni ulusal özgürlüğünü sürdürebilmek için yardım etmek” olarak tanımlasa da yine aynı kitabında Rusya’nın Ukrayna’yı kaybetmesinin jeostratejik olarak önemini uzun uzun anlatır.
Böylelikle Rusya’nın açıkça hor gördüğü Ukrayna, Moskova’ya karşı hesaplarını “özgürlük” tüccarlığıyla gizleyen ABD’yi “müttefik” olarak görmeye başladı.
Arkasına ABD’yi aldığını düşünen Ukrayna, yüzünü eski SSCB düşmanı NATO’ya dönünce Rusya için de artan tehditler haliyle Putin’in takıntısının kanlı hale gelmesiyle sonuçlandı. Putin’in elini kana bulamasını haklı göstermek değil niyetim ancak sınırlarında artan NATO varlığıyla sınanan Rusya’nın tepkisiz kalacağını düşünmek hata olurdu.
İşte bu nedenle NATO ile bir olup Rusya’nın kışkırtılmasında büyük etkisi olan Ukrayna yönetimi de bu savaşın sorumluluğundan payına düşeni kabul etmeli.
Ukrayna ise her ne kadar Batı ülkelerinden aldığı desteği gülümseyerek karşılasa da “kışkırtma” döneminde vaat edilenleri biraz kendi ısrarıyla almak zorunda kaldığı için “hayal kırıklığı” yaşıyor. Vladimir Zelenski geçtiğimiz günlerde Ukrayna’yı Rusya’ya karşı kışkırtmaktan asla yorulmayan ABD öncülüğündeki Batı’nın “bir yerde kendilerini desteklemekten yorulacağını” ifade etmişti. Bu da Ukrayna’nın bir yerde Rusya karşısında yalnız bırakılacağının bilincine vardığını gösteriyor.
Büyük düşünür Noam Chomsky’nin de sorduğu gibi: Amerikalılar "küresel kamuoyunun ABD’yi barışın önündeki açık ara en büyük tehdit olarak görmesinden gocunmalı mı?"