Dervişoğlu: İmamoğlu asla yalnız bırakılmamalı
İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, Halk TV’de İsmail Küçükkaya’nın konuğu olduğu Yeni Bir Sabah'ta, İBB Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’na yönelik yargı sürecini ve avukatı Mehmet Pehlivan’ın tutuklanmasını sert sözlerle eleştirdi.
Dervişoğlu, “Bu kadar gözü karartarak bu işlemlerin gerçekleştirilmiş olması hali gerçekten Türkiye’yi de tartışılır hale getirir” dedi.
İmamoğlu’nun, avukatının tutuklanmasına rağmen kamuoyuna verdiği “etkin pişmanlık” mesajına değinen Dervişoğlu, “Onun karşısında tek kurban ben olayım” diyen birinin yalnız bırakılmaması gerektiğini söyledi:
- “Ama böyle bir durumda böyle bir kişi asla yalnız bırakılmamalıdır. Bu çok ilginç bir şey.”
Avukatların mesleki faaliyetlerinden ötürü yargılanmasına tepki gösteren Dervişoğlu, “Görevini yapmış olmakla ötürü bir kişinin tutuklanmış olması hali gerçekten hem yadırganacak hem de utanılacak bir durumdur” dedi.
Geçmişteki Ergenekon ve Balyoz kumpas davalarına hatırlatan Dervişoğlu, günümüzde yaşananları o dönemle kıyasladı:
- “Kumpas davalarına rahmet okutuyor bugünkü yargılamalar.”
CHP ile Meclis’te yaşanan gerilime de değinen Dervişoğlu, DEM Partili George Aslan’ın soykırım suçlaması içeren ifadelerine karşı yeterince tepki verilmediğini söyledi. “Bu Türkiye’yi soykırımcılıkla itham eden beyanlar meclis tutanaklarından çıkarılmalıdır” diyen Dervişoğlu, İYİ Parti olarak da TBMM'ye bu konuda başvuruda bulunduklarını açıkladı.
Dervişoğlu, CHP'li TBMM Başkanvekili Tekin Bingöl ve İYİ Partili Katip Üyesi Yasin Öztürk arasındaki gerilim hakkında da şunları söyledi:
- Böyle durumlarda maksadı aşan tepkiler olabilir.
- Ben, çok sebepsiz, çok gerekçesiz, bir şekilde, eee, meclis kürsüsünün işgal edildiğine defalarca, tanıklık ettim. Evet davranış maksadı aşmıştır. Ona bir itirazım yok.
- Ama meclis divan katibi ayağa kalktığında meclis içtüzüğüne göre, meclis başkanvekilinin oturumu kapatması lazım.
- Divan katibi kalktığı anda meclis başkanının oturuma ara vermesi lazım. Meclis içtüzüğüne göre. Meclis divan katibi kalkıyor, meclis başkanı ısrarla konuşmaya devam ediyor. O da ona diyor ki "kapat". Orada bir, yanlış durum, meclis başkasının başkanının riyaset makamının masasına vurulması. Vurulması. O
- Eğriye eğri, doğruya doğru. Yani eğriye doğruya doğru. Tamam. Ama onun tecrübesizliği. O ayağa kalktığında meclis başkanvekilinin oturumu kapatması lazım.
- Ben diyorum ya ya tecrübesizlik olabilir ya şuursuzluk olabilir ya bilgisizlik olabilir. Ama bunun arkasında ısrar edilirken yani, bunun neye sebep olacağını bilmek lazım. O meclisin hafızası kaybolmuyor. Orada kanunlar kararlar dairesinden başkan var, başkan yardımcısı var. Meclis başkanı meclisi yönetirken, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde meclis başkanvekilinin yanında olurlar.
Dervişoğlu, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın iç cephe çıkışına da şu yorumu getirdi:
- "Kasıtlı olarak mevcut sistemin ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığına devam arzusundan kaynaklı olarak ortaya atılmış bir tanımlama olduğunu görüyorum"
Dervişoğlu'nun Halk TV'deki açıklamaları da şöyle:
ÖZDAĞ İLE BOZKURT İŞARETİ YAPMASI
(Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile birlikte bozkurt işareti yapması) Bu eskiyi bir anlamıyla anmaktır. Ben siyasette işaretlerden çok sözlere itibar ederim. Ve her zaman söylerim. Yani işaret elbette ki bir semboldür. Bir şeyi ifade eder ama genel anlamıyla da diliyle söyleyecek şeyi olanların işaretle beslemek gibi bir mecburiyeti var. Diliyle söyleyecek çok şeyimiz olduğu için arada bir böyle semboller de kullanıyoruz.
Nasılsınız diye sorarsanız sizin gibiyim diye cevap verebilirim.Gidişatta gerçekten böyle olmaz. Böyle hukuksuzluk, böyle adaletsizlik, böyle baskıcı bir rejim anlayışı olmaz. Türkiye'nin bunlardan derhal kurtulması lazım.
İSRAİL-İRAN SAVAŞI
(İsaril-İran savaşı) Komutanlarına çok sofistike suikastler gerçekleştirildi. Biz bu süreci tanımlamıştık. Aslında bana sorarsanız yakın tarih okuması dediniz ya. Bu konuyla ilgili çok fazla fikir sahibi olmak gerekmiyor. Tarih tekerrür ediyor.
Çünkü bu bölge coğrafyası üzerinde emperyalist temellerinden vazgeçmeyen güçler zaman içerisinde stratejilerini yenileyerek bu topraklar üzerinde emellerini gerçekleştirmeye gayret sarf edecek stratejileri yaşama geçiriyor.
Bizim gençlik yıllarımızda hatırlarsınız Yeşil Kuşak projesi vardı. Mısır'dan başlayarak Karaçi Limanına kadar büyük bir coğrafyayı kapsıyordu. Daha sonra bu strateji bu planlama Büyük Ortadoğu projesine evrildi. Kapsamlı olarak değerlendirdiğinizde de bu projenin bütün İslam ülkelerinin içine alabilecek bir biçimde yine onların tanımlamalarına göre İslam hilalini kapsayacak bir biçimde yaşama geçirilmesi için yeni stratejik planlamalar yaptılar.
Bunu da kademe kademe uygulamaya başladılar. Bölge coğrafyası elbette ki stratejik bir konuma sahiptir jeopolitiği itibariyle. Ama bunun yanında Naksaları da vardır. etnik köken, mezhep, din farklılıkları bu coğrafyanın vazgeçilmez ve tartışılmazlarıdır. Ama bu coğrafyada bütün bu farklılıklara rağmen kardeşçe bir yaşamın temin edilmesi de mümkündür. Bu kardeşlikten rahatsız olanlar bu işte bazen ticaret yolu tanımlaması yapıyorlar. Bazen enerji kaynaklarına yakınlık tanımlaması yapıyorlar. İşte bazen stratejik açıdan askeri üstünlük temin ve tesis etmek yolunda oluşturulmuş planlara atıfta bulunuyorlar. Dolayısıyla önemsedikleri bu bölgeye hakim olmak istiyorlar. E burada hakimiyet alanının İsrail lehine geliştirilmesi yönünde de adımlar atılıyor. Ben çok zaman önce bir programa katıldığımda size söyledim. Yani bunun önce Irak'la başlayan sonra Suriye'ye nüfuz eden bu sürecin artık İran'ı hedef tahtasına koyduğunu nihai hedefinde Türkiye olacağını işaret etmiştim.
(Bu doğrulandı mı sizce ) Maalesef doğrulandı. Keşke yanılsaydım diyorum ama şuradan yaklaşıyorum. Yani burada yanılma ihtimalimiz yok. Çünkü hedef değişmiyor onlar açısından. Sadece strateji değişiyor.
Hâkimiyet alanı geliştirmek için stratejilerini güncelliyorlar. İşte Irak'ta yaşanan gelişmeler geride bıraktığımız dönemde o kapsam içerisinde gerçekleşti. Suriye'de yaşananlar yakın takvim içerisinde o hedef üzerine gerçekleşti. Sonuçlarına da baktığınızda İsrail'in hakimiyet alanının her geçen gün büyüdüğüne şahitlik ediyorsunuz. Suriye'de rejim düşmanları Şam'a doğru yürürken İsrail Golan Tepelerini aldı. İşte Hermon Dağını ele geçirdi. Suriye'nin en yüksek noktasını ve oradan da işte askeri planlarını yaşama geçirmek üzere kendileri açısından gerekli adımları attılar.
Bakın buna hep diyorum ya ben. Çok da tekrarlıyorum bunu. Toplumca biz tarih şuuru gerekiyor. Yani bunları sığ bilgilerle değerlendirebilmek mümkün değil. Daha önceki dönemlerde neler yaşanmıştır, bakmak icap ediyor. Ayrıca bu bölgede daha önce yaşanmış ihtilafların kaynaklarının ne olduğuna bakmak gerekiyor. İran'la Irak'ın arasında yaşanmış olan bir sekiz yıl savaşları vardır biliyorsunuz. O savaşların devamı süresince Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail Irak'ı desteklemiştir mesela. Ve bölgede bir lidersizleştirme gayreti vardır ve dikkat ederseniz bütün Kuzey Afrika'dan başlayarak İran'a kadarki coğrafya üzerinde ciddi bir biçimde devletlerin devlet olma vasıfları kaybolmuş. Bunun yanında da o devletlere önderlik edecek liderler tasfiye edilmiştir.
Bu gerçeklik üzerinden hareket ettiğinizde zaten ortaya çıkan sonucun beklentilerinizin hilafına geliştiğini de gözlemliyorsunuz. Irak'ta bir bu 12 Eylül'den önceki süreçte de yaşanmıştı. Ben ona da atıfla bulunmuştum. Yani bunlar birbirinden bağımsız olaylar değildir, demiştim.
1980'de Türkiye'de darbe, eş zamanlı olarak Pakistan'da darbe, Irak'ta lider ve rejim değişikliği, İran'da işte rejim değişikliği, Enver Sedat'ın Mısır'da bir suikastle tasfiyesi. Bunların hepsi eş zamanlı olarak devreye sokulmuş bir stratejinin ürünü. Yani bu önceden planlanıyor. Tek bir planın parçası. Dolayısıyla bu bölgede yaptıklarıyla ilgili olarak çok kapsamlı plan değişikliklerine gitmiyorlar. Sadece taktik ve stratejik değişikliklere gidiyorlar. Ama emellerinden vazgeçmediklerini de gözlemliyoruz. O sebeple bugün eğer İran bir tehdit altındaysa ve İran rejiminin de değiştirilmesine yönelik adımlar varsa ve o bölgede yaşanan savaşın iç destekçisi olmaya talip etnik bir takım unsurlar varsa vekalet savaşları sürdürebilecek terör örgütleri ordulaştırılmışsa elbette ki Türkiye Cumhuriyeti'nin alması icap eden tedbir büyüktür. Yani bu
(Burada terör örgütleri ordulaştırılmışsa derken Suriye'yi mi kastediyorsunuz?)
Suriye'yi de kastediyorum. bugün İsrail'in İran'a olan saldırıları çerçevesinde İran PKK'sı diye tanımlayabileceğimiz PJAK'ın İsrail saflarında mücadeleye katılacaklarını söylemesini kastediyorum. Dolayısıyla ifade edebilecekleri bütün alanlardan yeteri ölçüde yararlanabilecek argümanlara sahipler. Bunun için bir istihbari birikime de aynı zamanda ihtiyaç vardır. Şimdi ben sığ bilgilerle bunları anlatıyorum. Sizin kadar bilgiye sahibim. Yani açık kaynaklardan da yararlanarak ayrıca bir şikayetimi bir kere daha ifade ediyorum. Yani her yerde söylüyorum. Böyle bir durum söz konusu olduğunda bu devleti yönetenlerin siyasi partilerin genel başkanlarını bildirme bilgilendirmeleri.
ERDOĞAN'IN İÇ CEPHE ÇIKIŞI
Yani hatta onların söyleyemeyeceği bazı şeylerin muhalefet tarafından söylenebilmesinin önünün de açılması icap ediyor. Ama burada ciddi bir duyarsızlık var. Bu biraz daha sistemden kaynaklanan bir sorun. Yani geçmiş dönemlerde bu kabil olaylar yaşandığında hükümet muhalefeti bilgilendiriyordu. Meclisi bilgilendiriyordu ama bütün görüşmeler kapalı kapılar ardında yapıldığında ya da sadece iktidarın inhisarına taşındığından olup bitenlerden yeteri kadar malumat sahibi olamıyoruz.
(Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın iç cephe çıkışı)
Kasıtlı olarak mevcut sistemin ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığına devam arzusundan kaynaklı olarak ortaya atılmış bir tanımlama olduğunu...
Öyle görüyorum çünkü ideal olanı tarif ediyorsunuz.
Ben işte tarif ettiğiniz o ideal olanın dışında da yapılabilir bu. Sayın Cumhurbaşkanı liderleri toplamayabilir. Ama Dışişleri Bakanını partilere gönderip ya da Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gönderip siyasi partilerin genel başkanlarını bilgilendirebilir.
Efendim bunun iç uzantılarıyla ilgili değerlendirmeye tabi tutulacak boşlukta kalmış alanlar vardır. O konularla ilgili İçişleri Bakanı bilgilendirebilir. Bunun bir adalet boyutu vardır. Adalet Bakanı bilgilendirebilir. MİT Başkanı güvenlik boyutuyla, güvenlik ve istihbarat boyutuyla bunu yapabiliyor.
Türkiye böyle bir tehdidin altında Ama bu tehdidi konuşup paylaşmaktan imtina eden ve seçim stratejisi münasebetiyle kutuplaşmadan yararlanma ihtiyacı hisseden bir bakış söz konusu olabilir. Bunu aşmak zorunda bu iktidar eğer devleti yönetme iddiasında bulunuyorsa.
Millet Meselesi söz konusu olduğunda, Türk milletinin geleceği, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bekası söz konusu olduğunda her türlü siyasi ikbal ve istikbal kaygısından vazgeçebilecek bir karaktere sahipim.
DERVİŞOĞLU BASINDA GÖRÜNMÜYOR MU?
(Yılmaz Özdil'in Dervişoğlu'na medyada ambargo iddiası) Ben de bu özellik ben de bulunan bu özellik bu milletin bütün fertlerinde var. Yani aslında bizim vermiş olduğumuz mücadele Atatürk'ün gençliğe hitabesinde omuzlarımıza yüklenen sorumluluğun bir sonucudur. Dolayısıyla bunu sadece Mustafa Dervişoğlu ya da ona bir ambargo koymaya çalışmak yolunda bir gayreti sonucu olarak görmemek lazım. Yani ben ne olursa olsun bu ülke için mücadeleye devam edeceğim.
İster beni gölgelerler, ister baskı altına alırlar. İster dokunulmazlığımı kaldırıp tutuklarlar. Ben bunların hiçbirinden
Ben çok şikayet eden biri değilim. Ama kamuoyu olup bitenleri görüyor. Değilsiniz. Yani iki kutuplu bir siyaset inşasını temine yönelik gayretler ve çalışmalar var. İktidar nasıl tek adamlık mantığını hakim kılmaya çalışıyorsa bir taraftan da tek muhalefet oluşturmaya yönelik bazı çabalar ve gayretler var. Ben bunların hepsine hoşgörüyle yaklaşıyorum.
Ama ya ülke için atılması icap eden doğru adımlara zarar veriyorsa bu uygular bu konular uygulamalar bu konuda da uyarılarımı dile getirmeye çaba sarf ediyorum.
Yani benim yaptığım iş salt siyasi faydaya yönelik bir iş değil. Türkiye gerçekten zor günler geçiriyor. Yani şu arada taassuplarımıza bakarak, rekabet alanlarına bakarak, efendim işte kutuplaşmanın getirdiği sonuçlara bakarak bir yol haritası tanzim edemeyiz.
Yani masaya bir şey koyduğumuzda oluşturacağımız stratejinin ağırlıklı tarafında devlet, millet ve onun istikbali, ikbali ve bekası olmalı. Ama biz bunu bir tarafa bırakıp efendim her türlü olumsuzluğu sineye çekerek bir siyasi başarı elde etmeye yönelik adımlar atmaya kalkışırsak bunun da en az iktidarın uygulamaları kadar tehlike içereceği kanaatini taşıyorum.
ÖCALAN'IN İSRAİL AÇIKLAMASI
(Aydınlık'ın 'Öcalan: İsrail düşmanımızdır' manşeti)
Manipülatif bir haber Çünkü İran PKK'sı diye tanımladık ya az önce PJAK, İsrail'in yanında saf tutabileceğini açıklayınca ya da tutmak istediğini ifade edince böyle bir habere ihtiyacı olduğunu öngörmüş bu gazetenin yayın kurulu. Bu ilk defa yaptıkları bir şey değil. Yani bunlar bir denetim ya da yol gösterme ile yapılan işler değil. O gazete ve onu yönetenler kendi kendilerini de bunları yapabiliyor.
Dolayısıyla bir alandaki töhmeti temizlemeye kalkışıyor. "İran'ın PJAK'ı böyle diyor ama işin aslının öyle oldu olduğunu da bu söylüyor" diye. Bu da bir anlamıyla caniyi aklama çalışmalarından biridi
Buradan burada tutarlılık önemlidir. Yani dünden bugüne doğru bir çizgiyi savunmak önemlidir. Günü stratejilerine bakarak kendilerine fayda temin edebilecek ya da planladıkları şeyi yaşama geçirmek üzere o stratejiyi besleyecek kelamlar sarf edilebilir böyle kritik süreçlerde.
Buna baktığınızda bugün bunu söylüyor. Dün bunu söylemişti deyip bir mukayese yapmak durumundasınız.
Yani bir güvensizlik ortamı oluşsun anlamıyla söylemiyorum bunları. Yani hep hep diyorum ya kişiye mazisi kefil olmalıdır
Dolayısıyla mazinizle ilgili olumsuzlukları ortadan kaldırabilecek, onu bertaraf edebilecek kelamlar sarf etmeden güne bakarak mazinizi yıkayıp aklayamazsınız. Hem bu işlere sebep olacaksınız hem de yol gösterici vasfınızla ortaya çıkmaya çalışacaksınız. İşte o zaman dün söylediklerinizden söylediklerinizden bugün vazgeçtiğinizi de anlatacaksınız. Yanlış yaptığınızı da kabul edeceksiniz ki bu erdemli insanın görevidir.
DERVİŞOĞLU'NUN SİYASİ TUTUMU
İktidara yaklaşmadan muhalefete de uzaklaşmadan siyaset yapıyorum.
İktidarın uygulamalarından muzdaribim. Yani Türkiye'nin böylesine kritik bir dönemde içinde yaşadığı coğrafya ve ilgi alanına giren tüm coğrafya böyle bir tehdit altındayken bu milletin kaderinin bir adamın iki dudağından arasından çıkacak kelama terk edilmesine karşıyım.
Demokrasinin uygulanmayışına karşıyım. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin etkinliğinin daraltılmasına karşıyım. İşte sarayda hazırlanmış kanunların Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne dayatılmasına karşıyım.
Türkiye'deki haksızlığa, hukuksuzluğa, eşitsizliğe, adaletsizliğe karşıyım. Bunların müsebbibi olarak da 23 yıllık iktidarı görüyorum. O iktidarı da kendini düzeltmesi yolunda uyarmaya çalışıyorum. Onun için diyorum. Uyarılarım baki kalmak şartıyla ona yaklaşmadan. Ama milletin umuduna zarar vermeden eee muhalefetten de uzaklaşmadan uzaklaşmadan.
Milletin sinerjisine zarar verilsin istemiyorum. Ama muhalefetin de tıpkı iktidar gibi muhalefet alanını kutuplaştırmasından yana değilim.
Farklı görüşlerin, düşüncelerin konuşulması lazım.
Karşılıklı olarak insanların birbirlerini anlayabilecek zeminin oluşturulması lazım. Ben lokomotifim. bütün vagonlar arkamızda takılmalıdır denmemesi lazım.
Beraber hareket ettiğiniz insanların hassasiyetlerine itibar göstermeniz lazım. Onların hassasiyetlerini yok saymamanız lazım.
Bütün stratejiniz bir sonraki seçimi kazanmaya yönelik olmaması lazım. Bakın Türkiye'de işte görüyoruz hali. Adaletsizlik var mı? Var. Eşitsizlik var mı? Var. Özgürlükler kısıtlanıyor mu? Kısıtlanıyor. Soruşturmalar, kovuşturmalar, yargılanmalar Türk milleti adına değil de sanki şahıslar ve kurumlar için yapılıyor mu? Yapılıyor. Çok büyük bir gelir adaletsizliği var mı? Var. Gelir bölüşümünün adil bir biçimde olmadığı gerçeği hepimizin karşısında durmuyor mu? Evet duruyor. Gençler geleceğine dair ümitlerini yitirmişler mi? Emekliler tencerelerini kaynatamıyor mu? Bu soruların hepsinin cevabı evet.
Yani asgari ücret denen ücretin açlık sınırının çok altında kalması bu ülkeyi yönetenlerin ayıbı değil mi? Ve bunlara karşı ortak bir mücadele azmiyle hareket etmek elbette ki bir zarurettir.
Yani bütünleşik muhalefet tanımlamasını da ona istinaden yaptım ben. Yani eylemde, söylemde, sembolde birleşebilmenin yolu açılmalı diye. Ama söylemde aykırı düşerseniz, eylemde aykırı düşerseniz, sembolde aykırı düşerseniz işte o zaman benim dediğim iktidara yaklaşmadan, muhalefetten de uzaklaşmadan bir yolculuk siyasi yolculuk sürdürmeye muvaffak olamazsınız.
MECLİS'TEKİ CHP VE İYİ PARTİ ARASINDAKİ GERİLİM
Benim bakışıma, benim hassasiyetlerime itibar etmesi lazım. Yani şimdi bir kesimin oyunu alabilmek için bütün hassasiyetleri yok sayıyorsunuz. Benim bütün hassasiyetlerimi. Ondan sonra da gelin beraber olalım.
Bakın ben rahatsız da olmam tartışmaktan.
Ama ben görüyorum yani benim karakterime kefil oluyor Cumhuriyet Halk Partisi'nin Sayın Genel Başkanı. Ama her şeyi bana bırakmaması lazım.
Yani bu hafta mecliste yaşanmış bir olay var mesela. Onu iletişim kazası olarak ifade ediyor.
Talat Paşa meselesi. Şimdi ona da geleceğiz çünkü bu programdan sonra Talat Paşa'nın kabrine gideceğim ve Fatiha okuyacağım. Ben böyle şeyleri abartmayı da sevmem.
Böyle şeylerden siyaseten beslenmeyi de sevmem. Ama savunulacak bir şey varsa eee orada ortaklaşabilmeliyiz biz. Efendim bir iletişim hatası. bu alanda iletişim hatası olmaz. Burada ya bir şuursuzluk vardır ya da bir art niyet vardır.
Zahire bakarak bir hüküm verebilir. Orada kendisini uyaran başkanlık divanı üyesine, divan katibine kınama cezası verilmesi hususundaki ısrara şey edeceğim.
Bunlar neden oluyor? Ona bakmak lazım. Bu orada neden telaffuz ediliyor? Ona bakmak lazım.
Onun neye sebep olduğunu da görmek ve bilmek lazım. Şimdi orada Türkiye'nin soykırım yaptığını ifade ediyor.
Böyle bir soykırımın sorumlusu olan şahsın Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı tarafından heykeli dikilerek ödüllendirildiğini söylüyor.
Ve Cumhuriyet Halk Partisi buna herhangi bir cevap vermiyor. Ben bunu niye cevap vermediğini soru bilmiyordur belki adam bunun neye sebep olacağını. Ben geçmişte olanlar üzerinden anlatacağım size.
Yani bir milletvekili çıkıyor. Tabii bundan önceki süreçte PKK'nın sözde fesih kongresindeki metinde ifadesini bulan, işte Ermeni, Türkiye'nin soykırımcı olarak tanımlamasını tahkim eden bir ifade bu.
Bunu bilerek yapıyor, malum parti. Ben şimdi onların orada ne söylediklerini burada yeniden tekrarlarsam konunun, propagandasını da yapmış olurum. Ben Meclis'te Grup Başkan Vekilliği yaparken de çok özen gösterirdim bu hususlara.
Ha, yani bu adam ne dedi, ne demedi onu bilmiyorum ama Türkiye Cumhuriyeti devletini, , PKK ile birlikte eşzamanlı olarak soykırımcı ilan etmesini maksatlı buluyorum.
Dolayısıyla böyle bir tartışmayı arzuladıklarından da eminim. Yani ama, buna.
Şimdi istediği sonucu aldı. Buna karşı çıkan, ve Türk milletine soykırımcı diyemezsiniz diyen milletvekilimiz Sayın Şenol Sunat'ın kürsüde konuşurken sözünü kesti, Sayın Meclis Başkanvekili. Aslında sözü kesilmesi gereken kişi, George Aslan'dı. Şimdi buna benzer olaylar geçmiş dönemlerde yaşandığında ne olmuş ona bakalım istiyorum.
Garo Paylan diye bir, biliyorsunuz, HDP milletvekili vardı. 28 Şubat 2017 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, benzer bir konuşma yaparak aşağı yukarı birbirine çok benzeyen beyanlarda bulunuyor. Yani Türkiye'yi yine soykırımcılıkla itham ediyor.
Ve, meclisten geçici olarak 3 gün, 3 oturum, 3 birleşim uzaklaştırılıyor. 3 birleşim. Aynı kelamları, sarf ettiği için
O zaman Adalet ve Kalkınma Partisi'nin genel başkanı, , grup başkanı. Sayın Naci Bostancı. Şu anda da Hacı Bayram Üniversitesi rektörüdür.
Şimdi bu benzer konuşmayı yapınca Garo Paylan hem Cumhuriyet Halk Partisi, hem, Milliyetçi Hareket Partisi hem Adalet ve Kalkınma Partisi ortak bir tavır geliştirerek bu sözleri sarf eden Garo Paylan'ın cezalandırılmasını ve 3 birleşim boyunca meclise gelmesinin engellenmesini sağladı.
Bu savrulmanın sebebi ne? Aynı konuşmayı 2017 yılında Garo Paylan yapınca böyle de George Bey yapınca niye? Hem Adalet ve Kalkınma Partisi hem Cumhuriyet Halk Partisi hem de Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin onurunu ve itibarını,, koruyarak, Türk milli tezlerini de savunarak buna tepki gösteriyor da bugün niye bunun hilafına bir gelişme yaşanıyor sorusunun, cevapını aramak lazım.
Birisi diyor ki süreçteki hedeflerimizi kaybedelim. Türk Kaybetmeyelim. Ve peki Türkiye Cumhuriyeti Devletini mi kaybedelim?.Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin milli tezlerini mi kaybedelim)
İşte bu Garo Paylan bunu söylemiş. Bu söyledikten sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi evet bu cezayı vermiş, daha da ileri gitmiş.
Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde bu ifadelere yer verilmesi hali bu ifadeleri meşrulaştırır. Meşrulaştırır. Dolayısıyla bunlar dışarıdan da dışarıda da konuşulurlar. Konuşulur endişesine binaen meclis tutanaklarından çıkarılmasını istemiş o beyanları.
Biz de Başvurduk efendim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bugün veriyoruz.
Sayın Özgür Özel'in,, ziyaretine gideceğim. Bugün mü? Pazartesi günü, bu konuda,
Burada doğru olan partimiz değil. Türkiye Cumhuriyeti Devletidir.
Müracaatta bulunuyoruz. Ayrıca bütün bunları da vereceğim size,
Ama burada şey şu ilginç durum şu. O durumda bu hassasiyeti gösteren meclisin bugün buna kayıtsız kalması ve buna itiraz eden İyi Partili Divan katibine ceza verilmesini temin etmesi İyi Parti kürsüsünün İyi Parti adına kürsüde konuşan Sayın Şenol Sunat'ın sözünü kesilmesi.
İYİ PARTİLİ VEKİLİN TEKİN BİNGÖL'ÜN ÜZERİNE YÜRÜMESİ
(Küçükkaya: Bakın pek çok temel hususta haklısınız ama orada benim yadırgadım ben o diyaloğu tekrar tekrar izledim. Ama ne yapıyor biliyor musunuz? Sizin o partili de gidiyor böyle meclis başkanvekili o an meclis başkanı aslında o. Böyle neredeyse fiziki bir şey olacak)
Böyle durumlarda maksadı aşan tepkiler olabilir.
(Küçükkaya: Mecliste olmaz) Bakın söylüyorum size. Ben, çok sebepsiz, çok gerekçesiz, bir şekilde, eee, meclis kürsüsünün işgal edildiğine defalarca, tanıklık ettim. Evet davranış maksadı aşmıştır. Ona bir itirazım yok.
Ama meclis divan katibi ayağa kalktığında meclis içtüzüğüne göre, meclis başkanvekilinin oturumu kapatması lazım.
Divan katibi kalktığı anda meclis başkanının oturuma ara vermesi lazım. Meclis içtüzüğüne göre. Meclis divan katibi kalkıyor, meclis başkanı ısrarla konuşmaya devam ediyor. O da ona diyor ki "kapat". Orada bir, yanlış durum, meclis başkasının başkanının riyaset makamının masasına vurulması. Vurulması. O
Eğriye eğri, doğruya doğru. Yani eğriye doğruya doğru. Tamam. Ama onun tecrübesizliği. O ayağa kalktığında meclis başkanvekilinin oturumu kapatması lazım.
ben diyorum ya ya tecrübesizlik olabilir ya şuursuzluk olabilir ya bilgisizlik olabilir. Ama bunun arkasında ısrar edilirken yani, bunun neye sebep olacağını bilmek lazım. O meclisin hafızası kaybolmuyor. Orada kanunlar kararlar dairesinden başkan var, başkan yardımcısı var. Meclis başkanı meclisi yönetirken, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde meclis başkanvekilinin yanında olurlar.
Geçmişte böyle bir olay oldu mu diye sorulmuştu. İşte geçmişte böyle bir olay olmuş.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yapıyoruz biz bu müracaatı... Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi'nin ve Milliyetçi Hareket Partisi'nin ortak olmasını, ortak olamıyorlar ise münferiden benzerini yapması konusunda da,kendilerine buradan sesleniyorum.
Türkiye'nin aleyhine kullanılması muhtemel bir şeyi müştereken ortadan kaldırabilmenin yolunu birlikte arayalım diyoruz.
Bu Türkiye'yi soykırımcılıkla itham eden ki ayrıca soykırımcılıkla itham edilen kişi cumhuriyetin banisi Mustafa Kemal Atatürk tarafından milli şehit ilan edilmiş bir kişidir. Yani Talat Paşa milli şehittir. Meclis kararıyla milli şehittir.
Talat Paşa'nın kabrine gideceğim. Siyasi bir program yapacak da değilim. Böyle bir şeyi istismar edip reklamını yapacak da değilim. Ben doğruyu tarif ediyorum. Bu kişi Garo Paylan'a nasıl 3 gün meclisten uzaklaştırma verildiyse, 3 gün, , birleşime 3 birleşime katılmaması cezasıyla tecziye edilmeli. Ayrıca Türkiye'yi soykırımcılıkla itham eden beyanları Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanaklarından çıkarılmalıdır.
Ayrıca buna tek tek başına tepki gösteren ben değilim. Cumhuriyet Halk Partisi'nde uzun dönem meclis başkanvekilliği yapmış Uluç Gürkan da, Sayın Meclis Başkanvekili'nin, bu tavrına ve acemiliğine isyan ediyor.
Birgül Ayman Güler de isyan ediyor. Bunu ben sosyal medyada gördüm. Sayın Yılmaz Ateş de isyan ediyor.
Şimdi şöyle ama bendeki sıkışmışlığı düşünün. Ben bunu anlatamıyorum. Cumhuriyet Halk Partisi'nin içinde bir takım meseleler var. Dolayısıyla bunun, bir istismar alanında değerlendirilmesinin önünü açabilecek beyanlardan azami ölçüde uzak duruyorum.
Ama bu benim rahatsızlığım Cumhuriyet Halk Partisi'nin, ulusalcı kesiminde de en az benim kadar önemseniyor.
Bir parti hariç bunu tamamen reddeder. O partide,, ideolojik emelleri doğrultusunda ondan beslenmeye çalışan partidir.
Ama o partinin bu melun uygulamalarına Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin tek başına ses çıkarması lazım. Yek vücut olarak.
Ama nerede yek vücut oldular? İyi Parti, Divan Katibi meclis başkanının masasına vurdu diyor. Meclis masasına, meclis başkanının masasına vurulması mı önemlidir. Türkiye'nin tarih önünde suçlanması mı? Hem de kendi milli meclisinde.
İMAMOĞLU'NUN AVUKATININ TUTUKLANMASI
(İmamoğlu'nun avukatı Mehmet Pehlivan'ın tutuklaması. Küçükkaya: Avukat tutuklaması nasıl olur?)
Olamaz, olmaması gerekir. Çünkü yani bu tür garabetleri ben tarif etmekte zorlanıyorum. Yapanlar bunu nasıl yapıyor? Doğrusunu isterseniz şaşırıyorum. İddia, yargılama ve savunma. 3 ayak üzerine kuruluyor.
Şimdi siz savunmayı çıkarıyorsunuz oradan. Ayrıca tutuklanma gerekçelerinin arasında avukatın tutuklanan avukatın dosya ile ilgili ifadeleri ele geçirmek.
Ya avukatın görevi bu zaten. Yani kim kimin hakkında hangi ifadeyi vermiş, ne söylemiş, dosya nasıl oluşturuluyor, nasıl tekemmül edecek? Bunu takip etmektir avukatın görevi. Görevini yapmış olmakla ötürü bir kişinin tutuklanmış olması hali gerçekten hem yadırganacak hem de utanılacak bir durumdur. Baskının bu şeyi olmaz, yöntemi olmaz. Ya baskı tamam yani hep o dile getirdiğimiz işte rahatsız olduğumuz bir şey.
"TÜRKİYE'Yİ TARTIŞILIR HALE GETİRİR"
Ama bu kadar gözü karartarak bu işlemlerin gerçekleştirilmiş olması hali gerçekten Türkiye'yi de tartışılır hale getirir. O sebeple ben şunu söylüyorum. Yani ya insanlar meslek seçerken bana acaba ne yapacaklar türünden bir kaygıyla mı seçecekler ya?
Avukat bu gerekçelerle tutuklanırsa hangi avukat görevini doğru bir biçimde yerine getirecektir diye düşünmez mi insan?
"İTİRAFÇILAR YARATMAYA ÇALIŞIYORSUNUZ, UTANÇ VERİCİ"
Avukatı tutukluyorsunuz, iş adamını tutukluyorsunuz. Dosya tanzim ediyorsunuz. Dosya yetersiz bilgi ve verilerle oluştu diye baskıyla, tehditle gizli tanıklar ve itirafçılar yaratmaya çalışıyorsunuz. Bundan çıkacak sonuca bağlı olarak da adalet tesis edeceğinizi ifade ediyorsunuz. Yani en başından beri yanlış yürütülen bir süreç ve neresinden bakarsanız bakınız rahatsız edici ve utanç verici.
Ama bu haksızlığın telafisi için en azından adalet müessesesini böyle bir duruma düşmüş olmaktan kurtarmak için atılması gereken adımlar geciktirilmeden atılmalıdır. Bu çok kötü bir şey.
Yani birini yargılamaya, mahkum etmeye, itibarsızlaştırmaya karar vermiş olabilirsiniz. Ama bunun toplum nezdinde kabul görmeyeceğini de idrak etmek durumundasınız.
"İMAMOĞLU ASLA YALNIZ BIRAKILMAMALI"
(İmamoğlu'nun 'etkin pişmanlık' açıklaması) "Çile çekmeyin. Ben vicdanınızın ne olduğunu biliyorum. Çocuklarınızın istikbalini önemseyin. Ben onlar için her türlü bedeli ödemeye hazırım" diyor. Yani bir haksızlık var.
"Onun karşısında tek kurban ben olayım" diyor. Ama böyle bir durumda böyle bir kişi asla yalnız bırakılmamalıdır. Yani bu çok ilginç bir şey. Yani şimdi efendim bu tutuklanan insanlar kendilerine suç işleme imtiyazı tanınmış, daha önce cezaevine 5-10 defa girmiş, suç işlemeyi meslek haline getirmiş insanlar değil.
Çok ağır koşullarda cezaevi şartlarında yaşamlarını sürdürüyorlar. Ve o insanlar eğer bir bir şekilde adliyeye davet edildiğinde cezaevine mi dönmek istiyorsun yoksa hürriyetine kavuşmak mı istiyorsun türünden bir baskının ve tehdidin muhatabı kılınırlarsa içinde bulundukları şartlara bakarak birtakım olumsuz kararlar da alabilirler.
Ama adaleti inşa etmekle, temin etmekle, tesis etmekle görevli olanlar böyle bir şeyin yaşanmasını engellemek yerine önünü açmayı tercih ederlerse işte o zaman bu ülkede adalet vardır diyemez kimse.
Suç varsa cezasını çeksin herkes. Suçu ya da suçluyu savunmak, himaye etmek gibi bir şeyim yok ama bu yöntemler son derece tehlikeli ve yanlış yöntemlerdir.
Yeni gördüğümüz işler de değildir bunlar. Bu iktidara geçmiş dönemden miras kalan eksiklikler ve yanlışlıklardır bunlar.
ERGENEKON KUMPASLARINI HATIRLATTI
Bir dönem yaşandı biliyorsunuz. Kumpas davaları açılmıştı. Balyozlar, Ergenekonlar vesaire. O dönemin de savcıları vardı. O dönemin de hakimleri vardı. Onların bir kısmı tutuklandı, bir kısmı ülkemize gelemiyor.
Dolayısıyla adaleti koruyup kollamakla hatta temin ve tesisle görevli olanlar hukukun dışına çıkmamakla kendilerini sorumlu addetmeli.
Dönemin şartlarına göre verilmiş kararlar, dönemin şartlarına göre hazırlanmış iddianameler, fezlekeler, işte tuzaklar, kumpaslar bunların hiçbiri kabul edilebilir değildir.
Böyle giderse bu memlekette belediye başkanı adayı olacak insan bulamazsınız. Yani Muhalefet Partisi'nin belediye ya bir sürü yolsuzluk iddiası var İktidar Partisi belediyeleri ile ilgili. İktidara bağlı kurumlarla alakalı olarak da yığınla yolsuzluk iddiası var.
Bunu soruşturmanın, bunları yargılamanın yolu ve yöntemleri bellidir.
"HIRSIZ KATİL ORADA"
Yani gizli tanıklar, itirafçılar, etkin pişmanlıktan yararlanmak isteyenler. Ya siz hayatı boyunca cezaevi görmemiş bir insanı 40 kişilik bir koğuşa atıyorsunuz. Hırsız orada. Tecavüzcü orada. Uyuşturucu kaçakçısı orada. Uyuşturucu müptelası orada. Yani zihni bozukluk içerisinde olanlara istinaden söylüyorum. Katil orada ve dediğim gibi suç işlemeyi meslek haline getirmiş insanlar orada. Alıyorsunuz işte birini oraya koyuyorsunuz. Bir iş adamını. Ya da bir bürokrat. Ya da bir bürokratı, bir memuru.
Bu adam yani elbette ki yaşadığı olayların tesiriyle farklı şeyler de düşünebilir. Psikolojik olarak gerginliğe de düşebilir. Hatta dışarı çıkmak için de her her şeyi yapabilir. Yani ben öyle dönemler yaşadım. İnsanların namuslarıyla tehdit edildiği, efendim aileleriyle, eşleriyle, çocuklarıyla tehdit edildiği dönemler yaşadım.
"BU İNSANLARIN ONURUYLA OYNAMAKTIR"
Yani bu eski yargılamaların tutanaklarında da vardır. Birine suç kabul ettirebilmek için eşine ya da kız kardeşine işkence de yapılmıştır bu ülkede.
Darbe dönemlerinde. Ama bu bu Allah'tan reva değil. Bu kimseye yapılmaz. Bu insanların onuruyla oynamaktır.
Ya bunun neresi delil? Yani iftiranın neresi delil olabilir ya? Adam hürriyetine kavuşabilmek için düşünebiliyor musunuz?
Yani size iftira atmaya mecbur ediliyor. Yani bunu talep edenler karşılarında bulunan insanı hangi konuma düşürüyorlar acaba hiç akıllarından geçiriyorlar mı ya?
Bu vicdansızlıktır. Bu insafsızlıktır. Bu merhametsizliktir. Hukuksuzluktur. Adaletsizliktir bu.
Efendim şöyle bir durum var. Bir gizli tanık ifade veriyor sizle ilgili. Ya da benimle ilgili. Benim düşmanım olmadığını nereden bileceğim?
Yok, ben gizli tanık yani bu şekilde bir soruşturma yapılır mı? Ama bu neden oldu?
İddianameler isteğe göre yapılıyor. Geçmiş dönemlerde Türk Milleti adına yazılması gereken iddianameler birtakım cemaatlerin talimatıyla yazdırılıyordu savcılara. Ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Genel Kurmay Başkanı terör örgütü yöneticiliği ile suçlandı. Onlarca aydın zindanlara dolduruldu. Yani Profesör Doktor Mehmet Haberal 4,5 yıl hapiste yattı bu ülkede
Kumpas davalarına rahmet okutuyor bugünkü yargılamalar. Teknik takip imkanınız var. Belgeye, delile dayandırabilme imkanınız var. Soruşturma kabiliyetiniz var. Ya da bunların hiçbiri yok. Hiçbiri yok, bomboş bir dosya var elinizde. O zaman adam niye tutuklu?
İçeride kalması için delil yaratmaya uğraşıyorsanız demek ki tutuklarken elinizde bir şey yok yokmuş sonucu çıkıyor bütün bu uygulamalardan.
"FETÖ KUMPASLARI DÖNEMDE 400 KİŞİ ABD'YE EĞİTİM İÇİN GİTTİ"
Bakın ben size bir duyum değil bu. Bilgi. O dönemde bütün bu işleri yapmak üzere 400 tane resmi görevli Amerika Birleşik Devletleri'ne eğitime gitmiş
FETÖ kumpasları döneminde söylüyorum. Delil yaratma eğitimine gitmişler. Olmayan bir şeyi yaratma. Bir senaryoyu kuruyorsunuz, bir fezlekeyi inşa ediyorsunuz. O fezlekeye göre de
Ben o dönemi anlatıyorum. O dönemi anlatıyorum. Yoksa subuta ermiş, halkın vicdanında mahkum edilmiş insanı mahkeme aklasa ne olur?
Ya da tam tersi. Halkın vicdanında aklanmış bir adama mahkeme ceza verse ne olur? Ama bunlar ya bir şey olarak strateji olarak yaşama geçirilebiliyor.
Burada öyle bir şey yok. Hı. Burada bir karar verilmiş. Bu adamı yok edin diye. İştahı kabaran birileri rakiplerini siyasetten tasfiye ederek. İmamoğlu'nu kastederek söylüyorum. Ya bunun arkasına başkaları da gelebilir.
(Küçükkaya: Mansur Yavaş'a gelecek sıra filan diye böyle konuşuyorlar). Ya yani bunlar tevatür halinde, rivayetler halinde.
İşte yani bir bir hazırlık yapılıyor o alanda. Yani herkesin başının üstünde birilerinin kuracağı kumpas demokrasinin kılıcı gibi sallanıyor.
(Küçükkaya: Onu yenme ihtimali olan hiç kimse aday çıkamayacak filan gibi bir düzenleme yapsak o zaman daha rahat etmez mi?)
Bu önerinizi dikkate alırlar. Çünkü bir de biliyorsunuz anayasa konuşuyorlar. Yani hem Sayın Cumhurbaşkanı'nın emri-i Hak vaki oluncaya kadar görevinin başında kalma arzusu var ki bunu kendisi kendisi de telaffuz etti bunu. Dolayısıyla öyle bir geçici anayasa maddesi de koymayı düşünebilirler.
İşte ben, bu tehlikeye işaret ederek dikkat ederseniz iştahını kabartmayın tabirini kullanmıştım.
Dolayısıyla zamansız adımlar atıp birilerinin, manevi kimliğini ve şahsiyetini hedef tahtasına koymamaya özen gösterin demiştim. Çünkü iştahı kabarmak derdinden,, müzdarip insanlar tarafından yönetildiğimiz aşikar.
Bütün partilerin birlikte olabileceği büyük bir yapı olabilir. Yani milliyetçiler bir tarafta birleşecekler.
Defaatle ifade ettim ben. Cumhuriyetçi laik demokratların toplandığı bir, ıı, alan var. Dindarların toplandığı bir alan var. Bunlar ayrı ayrı kutuplaşma vesilesi. Dolayısıyla milliyetçileri bir araya toplayıp cepheleştirmek yerine milliyetçilere tarihin yüklediği sorumluluğun icabını yerine getirmek lazım. Milliyetçilerin görevi vatanseverlerin görevi Türk milletini birleştirmektir. Yani kendi aralarındaki birlik ve birlikteliğin,, oluşturması icap eden, asıl sinerji budur. Ben o sebeple dün Ümit Bey'le beraber yaptığım basın toplantısında da buna işaret ettim. Herkes bize diyor ki: "Milliyetçiler birleşsin." Milliyetçiler bir ve bir arada zaten.
Yani ulusal değerlere, milli değerlere, sahip olan insanlar bir ve bir arada. Önemli olan bunlar bir araya gelerek bir sinerji oluşturmak suretiyle Türk milletini birleştirmeli. Sağcıyla solcuyu, Türkmen ile Kürt'lü, Alevi ile Sünni'yi birleştirme.
Şimdi sosyolojik dengeler değişiyor Türkiye'de. Yeni kamuoyu araştırmalarında farklı şeyler, farklı farklı şeyler görüyoruz. Dolayısıyla kendini sosyal demokrat, hissedenlerin çok büyük bir,kesimi aslında siyasetin merkezine doğru kayıyor. Ortak aklın teşekkül edeceği bir alan oluşuyor. Yani, bu hükümetin yanlış uygulamaları sorumluluk sahibi bir kesimin memleket ve millet sevdasıyla farklılıklarını bir tarafa bırakarak müşterekleri üzerinden hareket edeceği bir alanın önü açılıyor.
Sürekli partiler kuruluyor. 187 parti olmuş en son. Yeni de yolda daha. sadece siyasi partilerle sınırlı kalmadığını da ben buradan rahatlıkla söylüyorum. Bir kısım inisiyatif grupları oluşturuluyor. İşte birtakım sivil toplum kuruluşları işte, siyasete müdahale edecek, argümanlar biriktiriyor. İşte, bazı gruplar var işte dini gruplar. Onların, siyasi süreci etkileyebilecek potansiyellerinden bahsediliyor. Bu sistem 0.5 demişim ya hani. 0.5 = 100 yapıyor. Çünkü, 49.5'u 50'ye tamamlıyor iseniz 0.5 49.5'tan kıymetli oluyor. Bu da bu da insanlara pazarlık zemini oluşturuyor. Ben her fırsatta tekrarlıyorum bu ülkenin pazarlık konusu yapılabilecek bir değeri yoktur.
Evet. Asıl kurtulması icap eden şey sistemin kendisidir. Ve ben sistemin bu olumsuzluklarının, , düzeltilebileceği kanaatinde değilim. Yani birileri çıkar da birileri çıkar da efendim bu sistemi revize edelim diye bir adım atmaya kalkışırsa onu da yerinde ve anlamlı bulmam.
Bu sistemin behemahal değiştirilmesi ve parlamenter demokratik sisteme geçişin,, önünün açılması lazım. Net bir biçimde. Başka bir isim de koymuyorum. Yani güç biz bunu altılı masa döneminde güçlendirilmiş parlamenter sistem, iyileştirilmiş güçlendirilmiş parlamenter sistem vesaire diye tanımladık. Bunların uluslararası hukuk literatüründe,yeri yok. Doğrudan doğruya Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu şey parlamenter demokratik sistemin yeniden yürürlüğe girmesi.