Mustafa K. Erdemol
San Andreas Fayı’ndan günümüze
Deprembilimin öyküsü
Hep bir deprem ülkesiydik ama sanki 1999 depreminden sonra daha çok fark eder olduk bu gerçeği. Oysa çocukluğumda Varto, Gediz depremlerinin yaşandığını hatırlıyorum. 1939 Erzincan depreminden de hep söz edilirdi.
Tuhaftır, buna rağmen hep uzağımızda sanılan bir felaketti deprem. Gerçekleştiği kentin/beldenin adıyla anıldığı için “yerel” bir felaket olarak algılandığından belki. İstanbul başta olmak üzere tüm batı şehirleri dışında her yer “yereldi” o zamanlar. 1999 depremi bu algıyı tamamen yok etti tabii. Sadece bir kentin adıyla anılamayacak kadar çok büyük bir alanda etkili olmuş, çok can almış bir depremdi çünkü.
1999 bizim, 1906 ABD’nin
Ülkede hem de dünya çapında tanınmış deprembilimcilerimiz, jeofizikçilerimiz olduğunu da öğrendik haliyle 1999’da. Sadece akademik dünyanın bildiği insanlarken bir anda en tanınan figür haline geldiler. Ahmet Mete Işıkaraları, Naci Görürleri tanımayanımız, bilmeyenimiz yok. Deprem hakkında daha çok bilgi edinmeye başladık, deprembilimci ya da jeofizikçi olmak isteyen gençlerin sayısı arttı. Yani 1999 yılı miladımız oldu bizim. Tıpkı 1906 yılının ABD için olduğu gibi.
Kaliforniya’da yaşanan 1906 depremi San Andreas fay sistemine ilişkin modern bilimsel çalışmaların başlangıcını oluşturmuştur bilindiği gibi. 1906'dan önce ABD'deki deprem araştırmaları yok muydu denebilir, vardı tabii ama Japonya ile Avrupa'daki çabalara oranla hayli yavaş gelişiyordu. ABD'deki ilk sismograflar daha 1887 yılında Kaliforniya’daki Lick Gözlemevi ile Berkeley'deki Kaliforniya Üniversitesi'nde kurulmuştur. O zamanlar depremler hakkında nispeten az şey biliniyordu. Levha tektoniği teorisine daha yarım yüzyıldan fazla bir süre vardı.
18 Nisan 1906. Kaliforniya yerle bir olmuştur. Eyaletteki tüm bilim adamları oturup dövünecek değillerdi tabii. Deprem ile etkileri hakkında o zamana kadar ki gözlemlerini bir araya getirmeye başladılar hızla. Bu çalışmaları birleştirmek için ilk kez bir Deprem Araştırma Komisyonu kurdular. Başkanlığını Kaliforniya Üniversitesi Jeoloji Bölümü Başkanı Profesör Andrew C. Lawson’un yaptığı komisyonda kimler yoktu ki. Jeolaglar vardı tabii ama astronomi profesörleri de vardı. Böylece ABD'de depremlerle ilgili, hükümet tarafından görevlendirilmiş ilk bilimsel araştırma başlatılmış oldu. Hiçbir devlet fonundan yararlandırılmayan çalışmaları Washington Carnegie Enstitüsü finanse etti.
Mihenk taşı rapor
Komisyonun araştırmaları iki yıl sonra, 1908’de yayınlandı. Bilimsel çevrelerde Lawson Raporu olarak anılan araştırma, depremin hasarı, San Andreas fayı üzerindeki hareket, dünyanın dört bir yanından depreme ilişkin sismograf kayıtları, kuzey Kaliforniya'nın altında yatan jeoloji hakkında yirmiden fazla katkıda bulunan bilim adamının ayrıntılı raporlarının kapsamlı bir derlemesiydi. Lawson raporu, hasarlı binaların çok sayıda fotoğrafını, konumlarının ayrıntılı haritalarını, San Andreas fayı boyunca deprem sırasında yeryüzünün hareketine ilişkin araştırmalardan elde edilen verileri içeriyor. Bugüne kadar sismologlar, jeologlar, mühendisler arasında en çok saygı duyulan belge olma özelliğini hala korur.
Lawson raporunda açıklanan ayrıntılı araştırmalar, depremde binalarda meydana gelen hasarın hem yapının tasarımı ile inşası hem de yerel jeoloji -yani üzerine inşa edildiği toprak/kaya türü- ile ilişkili olduğunu da gösterir.
Bakın neler oldu?
Bugün sismograflar Kaliforniya'da binden fazla noktada sarsıntı şiddeti ölçüyor. Jeodezik aletler, yapılan araştırmalar, Kaliforniya boyunca levha hareketini, buna bağlı olarak yerkabuğunun gerilmesini, bozulmasını izliyor. Elde edilen veriler bilgisayarlar yardımıyla analiz edildikten sonra bu gözlemlerden yola çıkan bilim insanları, San Andreas fay sistemini oluşturan yüzlerce fayın konumu, aktivitesi hakkında ayrıntılı bir resim ortaya çıkarabiliyorlar. Hangi fayların güçlü depremler üretme olasılığının yüksek olduğunu, bunların uzun vadede meydana gelme olasılıklarının ne olduğunu, bunlardan kaynaklanan sarsıntının ne kadar şiddetli olabileceğini belirliyorlar. Sarsıntıların nerelerde güçlü olabileceğini öngören haritaları okullara, hastanelere, evlere yolluyorlar.
Yani 1906 Kaliforniya depreminden sonra o bilim insanları “Allah nerede isterse öldürür. Mars’ta da, dünyada da” deyip hiç zahmete girmeselerdi ne fayı bilecektik, ne de depremin nerede şiddetli olacağını. Başta Lawson Raporu olmak üzere bilimsel verileri kendisine rehber edinen hükümetler gerekli önlemleri alıyorlar bu yüzden. O nedenle Japonya’da, ABD’de birçok başka yerde o kadar çok can kaybı yaşanmıyor.
O temiz kalpli Naci Görür hoca ağlamasın da ne yapsın?