Önce “Çanakkale Geçilmez” Dense…

Geçtiğimiz günlerde beraber bir programa katıldığımız İYİ Parti Göç Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Avukat Mehmet Tolga Akalın, yerel seçimlere “müstakil” girme kararları konusunda 2028 seçimlerine işaret ediyordu. Akalın’a göre, “asıl savaşı kazanmak”, yani 2028 için hazırlanmak yerel seçimlerden daha önemliydi.

“2028 odağı”, İYİ Parti’nin ortak politikası haline gelmişe benziyor.

İYİ Parti Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu da, “Şimdi bize diyorlar ki, 2024'te de ittifak kuralım. Ne yapalım? 2028'i mi kaybedelim sizin güzel hatırınız için? İYİ Parti'nin 2028 seçimlerindeki hedefi cumhurbaşkanlığını kazanmak ve bu ucube sisteme son vermek olacaktır" demişti. Eylül’de İYİ Parti lideri Meral Akşener’den de, “Bundan sonra yok. İttifak sistemiyle yol yürümeyeceğiz. Sadece bugün değil 2028’de de kendi başımıza gireceğiz" sözlerini duymuştuk.

İYİ Parti’nin ve diğer muhalefet partilerinin hedefi, 2028’e hazırlanmak mı olmalı? Önemli olan “2028 Büyük Muharebesi’ne” mi odaklanmak?

“Normal” dışında her şeyken…

Türkiye, “normal” bir ülke olsa, “2019 ve 2023’teki seçimlerde ittifak yaptık; bundan sonra, sadece kendimize odaklanıyoruz” demenin de bir anlamı olabilir. Ancak, Türkiye’nin durumu “normal” dışında kalan her şey…En kötüsü de; sadece siyasette değil, hayatın her alanında müthiş bir öngörülemezlik hâkim.

2028’e kadar da bir hesap yapmak mümkün değil.

Bu demek değil ki, muhalefet partileri “ittifak” yapmaya mâhkumlar...

Bu demek değil ki, 2028 genel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine şimdiden hazırlanmak yanlış.

İllâ, Türkiye’deki seçimler ve savaş benzetmesi yapılacaksa; 2028, muhalefetin “Kurtuluş Savaşı” olabilir. Ama, Kurtuluş Savaşı’nın gerçekleşebilmesi için de önce, “Çanakkale geçilmez” denmesi gerekti. Muhalefetin, “2028 Muharebesi’ni” kazanabilmesi için, önce o seneye kadar varlığını koruyabilmesi gerekiyor.

Yerel seçimlerde, Mayıs seçimlerinde olduğu gibi “sıkı sıkıya” bir ittifak olması mümkün değil. Bunu artık biliyoruz; ittifak bekleyen de yok. “Merhum” Altılı Masa’nın üyeleri, ilkeler üzerinden değil; tek bir hedefi gerçekleştirmek için bir araya gelmişlerdi: kazanmak.

Kazanamayınca da, geriye “yanlış yaşanmışlıkların” bagajı ve yükü bir kaldı sadece. Bugün de, Meral Akşener’in üzerinden sadece Altılı Masa sürecinin yükünü değil; 2019’dan bu yana kendi partisinde ve diğer muhalefet partilerinin yaşadıklarının ağırlığını atamıyor gibi gözüküyor.

Belki, tüm bu “ittifak” konusuna, daha az duygusal ve daha çok pragmatik yaklaşmak gerekiyordu. Siyaset de dâhil olmak üzere kurulan bir çok ortaklıklara, illâ ki de aile bağları kurulmuş gibi, “kardeşlik” gibi kavramlar üzerinden yaklaşılıyor. Oysa, ortaklıklar sadece âhlak ve hukuk kurallarına saygılı; önceden çerçevesi net biçimde çizilmiş ve kimsenin birbirinin hakkına yemediği, yiyemediği biçimde şekillense; sonları böyle kötü bitmeyecek.

Tayvan’daki üçlü ittifak

Dünyadan bir örneği ele alalım: 14 Ocak 2024’te Tayvan’da başkanlık seçimleri var. Bugünlerde, muhalefetin üç adayı bir süredir devam ettirdikleri müzakereler çerçevesinde ittifak yapma kararını sonunda aldılar. Başkanlık için adayı da, ortak yaptıracakları kamuoyu yoklamalarının sonucuna bakarak belirlemeyi kararlaştırdılar. İttifak üç liderinden biri ve aynı zamanda en güçlü aday olan Tayvan Halk Partisi lideri Ko Wen-Je, diğer partiler için şöyle konuştu: “Kuomintag’dan nefret ediyorum; İlerici Demokratik Parti’den daha da çok nefret ediyorum”. Ko’nun açıksözlüğü, diğer adaylar için “kardeşim”, “aileme emanetler” gibi ifadeler kullanmaması, belki de siyasette olması gereken.

Türkiye’de de, Altılı Masa’nın kuruluş şartı en baştan, ortak adayı ortak kamuoyu araştırmasıyla belirlenmesi olsaydı; Mayıs seçimlerinin akıbeti çok başka olacaktı.

Yerel seçimlerde, zaten Türkiye çapında bir her yerde herkesin birbirini desteklediği bir model geçerli olması, Mayıs seçimlerinden sonra çok da mümkün değildi. Buna gerek de yok: tersine, 2024 Yerel Seçimleri’nde yerelin talepleri, benimsedikleri, yerelde kabul görenler olmalı. İYİ Parti’nin de vurgusunu yaptığı “ucube rejimi değiştirmenin” yolu da, herşeyin Ankara’dan tek bir elden yönetildiği sistemin çemberini kırmayı gerektiriyor. Yerel seçimler de; Türkiye’nin yerelde güçlü, yerelin ihtiyaçlarına göre karar alabilen temsiliyetçi bir sistemi ortaya çıkarabilmek için bir fırsat. Hatta fırsatın ötesinde, en azından bir süreliğine ve belki de, bu ülkenin sorunları içinde boğulmasını engellemek için tek şans.

Ortada taban kalmazsa…

Yerel yönetimlerin muhalefetin elinde olabilmesi, herşeyden önce iktidarın 20 yıldır gerçekleştirmekte olduğu kaynak transferinde son noktaya gelinmesini engelleyecek: Bahadır Özgür’ün haftalardır yazdığı ve Halk TV ekranlarında da ayrıntılandırdığı “mülksüzleştirmenin” gerçekleştirilmesine yani…

Özgür’ün Gazete Duvar’daki “Yasa geçti, Beyoğlu Belediyesi hemen işe koyuldu” başlıklı yazısından alıntılarsak:

“Kamuoyunda ‘kentsel dönüşüm yasası’ olarak bilinen 6306 Sayılı Kanun’da köklü değişiklikler getiren torba yasa Meclis’te kabul edildi. Yeni imar rejiminde epey bir tartışmalı ve ucu açık düzenleme var. Özellikle yerleşim bölgelerinin de ‘rezerv alan’ ilan edilecek olması, riskli binalarda salt çoğunluğun yeterli görülmesi ve 90 günlük tahliye süresi konulması, itiraz durumunda kolluk gücüne başvurulması başlıca düzenlemeler. Ayrıca Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’nın kurulması ve belediyelerde olan pek çok yetkiyi devralması da başlı başına önemli. Bu başkanlığın altında özel olarak Marmara Kentsel Dönüşüm Müdürlüğü de oluşturuldu.”

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni Cumhur İttifakı kazanırsa, tüm bu sürecin çok daha hızlı ve hiçbir engelle karşılaşmadan hızla ilerleyeceğini öngörmek için âlim olmaya gerek yok. “Mülksüzleştirme” yoluyla, İYİ Parti’nin de başlıca tabanı olan, seküler-eğitimli-orta ve üst gelir gruplarının da, “demografik kıyıma” uğrayacağı âşikar. Sadece İstanbul değil; tüm metropollerdeki seküler, eğitimli kesimlerin yaşadığı “moda semtlerde” mülklerin bu şekilde el değiştirmesi, büyük ihtimalle de rant kaynağı olarak yabancı alıcılara pazarlanması son derece olası. Diyelim ki, bu sadece bir olasılık; milliyetçi bir parti olarak İYİ Parti’nin ulusal çıkarları korumak için bu gibi olasılıklara karşı ne gibi hazırlıkları var. 2028’e gelindiğinde, tabanı sosyoekonomik olarak hiçleştirilmiş bir İYİ Parti mi var olacak?

Yaşanan Anayasa Mahkemesi krizi, muhalefetin tümü ve kamuoyu için, nasıl bir ülkede ve sistemin içinde yaşadığımız; nasıl yönetildiğimizi anımsatmak bakımından bir uyarı idi.

Duygusal mübalağalara kaçmadan, son derece pragmatik ve beraber kaybetmektense, hakikaten beraber kazanmaya yönelik işbirlikleri ve hatta daha da iyi bir tanımlamayla “takım oyunu” mümkün. Takımda herkes kendi iyi olduğu alanda, kendi oyununu oynasın-ama net biçimde karşı takıma karşı ve karşı takımı yenmek için oynasın.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Sezin Öney Arşivi