Ayşenur Arslan

Ayşenur Arslan

İktidarın kılavuzu: Kutsal yalanlar

Yasa Meclis’te. İktidar vekilleri, Gürcistan’da gündeme geldiğinde karşı çıktıkları “etki ajanlığı / casusluk” yasası kendi önlerine geldiğinde bakalım ne yapacak!
Laf olsun diye soruyorum.
Ne yapacakları belli değil mi!
Eller kalkacak.
Vatanın ve Erdoğan’ın bekası için “evet” denilecek.
Gazeteciliğin tabutuna son çiviler de çakılacak.
Sonra da televizyon televizyon dolaşılıp yasanın faydaları anlatılacak.
Nedir o faydalar diye soracak olursanız, ben size şimdiden özetleyeyim:

"Devletin güvenliği ile iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda gerçekleştirilen bazı fiillerin cezalandırılması..”

Kanun yapıcılar böyle uzun ve herkesin anlayamayacağı kavramlarla süslenmiş cümleleri sever.
Zira.. Bir kanun / emir / ayet ne kadar anlaşılmazsa o kadar saygı.. Daha önemlisi korku uyandırır.

Etki Ajanlığı yasasının nasıl işleyeceğini, daha ortada yasa yokken gazetecilerin başına gelenlerden örneklerle anlatacağım.
Ama önce müsaadenizle binlerce yıldır Tiranlar’ın kılavuzunu anlatacağım.
Kılavuzun ilk maddelerini oluşturan Platon’du. Hani “Devlet” adlı eseriyle felsefe ve yönetme sanatına en önemli katkıyı sağlayan Antik Yunan Filozofu.
“Devlet”, dünyanın ilk ütopyasıydı.
Platon kusursuz bir kamusal düzen hayaliyle kafa yorup kaleme almıştı.
Platon’a göre bir toplum hizmet edenler, askerler ve yönetenler olarak üç sınıfa ayrılmalı.. Ve yurttaşlar hayatları boyunca o sınırları aşmamalıdır.
Peki “alttakiler” buna nasıl razı olacaktır?

“KUTSAL YALANLARLA!”

Platon’a göre “kutsal yalan, hakikate yeterince yaklaşamayan yığınları, istenilen şekilde bir araya getirmenin başlıca yoludur.”

Dinler, mitler, lider kültü ve elbette onları besleyip yayanlar.. Bugün itibariyle medya!
İşleyiş çok basit!
Dünya bizi kıskanıyor… Allah yanımızda.. Reisimiz, dünyayı avucunun içine aldı.. Devletin bekası, milletin refahı için her sıkıntıya katlanmalıyız..
Bunlarla yön çiziliyor.
Sonra bu yönün “düşmanları” tarif ediliyor. Ve onlar bertaraf edilmeden huzura kavuşulamayacağı “en yetkin ağızlardan” duyuruluyor.
Bu dünya, Platon’dan günümüze yüzlerce yıllardır ne örneklere sahne oldu!
En ünlüsüdür: Nazi Almanyası’nın propaganda Bakanı Goebels yalanı açıktan savunurdu. Üstelik “büyük yalan söyleyeceksiniz ki size inansınlar” derdi. Çerçeveyi de şöyle çizerdi:
“Devletin muhalefeti bastırmak için tüm yetkilerini kullanması hayati önem taşır. Çünkü gerçek yalanın ölümcül düşmanıdır ve dolayısıyla gerçek devletin en büyük düşmanıdır.”

Goebels’in icadı, sadece kendi seslerinin duyulacağı UCUZ RADYO, işte bunun için.. Gerçekle mücadele için vardı. Radyoya göre Almanya savaşı kazanmak üzereydi. Pek yakında Avrupa’yı kendileri yönetecekti.
Milyonlarca Alman, savaşın son günlerine kadar buna inandı. İnandığı için de evladını savaşmaya, ölmeye gönderdi. Kendisi de her türlü zorluğa göğüs gerdi.
Bu yönteme yalnızca Nazi döneminden örnek verirsem haksızlık olur.
1971 yılında ABD’de yaşanan şok bir başka ve gazeteciliğe dair en müthiş örnektir.
Vietnam Savaşı yılları.. ABD ordusu bir yanda Vietnam’a ölüm saçıyor. Bir yanda gencecik Amerikalıları dev uçaklarla Vietnam’a taşıyıp tabutlar içinde geri getiriyor.
Protestoların da yükseldiği günlerde Beyaz Saray ve bilumum yöneticiler aynı masalı anlatıyor: ABD dünya demokrasisini korumak için var gücüyle savaşıyor.. Ve kazandı kazanacak, savaşın sonu geliyor.
İşte o sırada Washington Post Gazetesi’ne bir rapor ulaşıyor. Buna göre ABD savaşı çoktan kaybetmiştir, Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı da bunu Beyaz Saray’a iletmiştir.
Kıyamet.. Kaos.. Mahkeme celpleri.. WP yöneticisi gazetecilere müebbet hapis tehditleri..
Derken, konu ABD Yüksek Mahkemesi’ne intikal ediyor. Mahkeme gazetecilerin görevini yaptığı gerekçesiyle ve şu “kulaklara küpe” ifadeyle takipsizlik veriyor:
“Halkın gerçekleri bilme hakkı vardır.”

Bizim “etki ajanlığı” yasası yüksek mahkememize, Anayasa Mahkemesi’ne gider mi.. Giderse sonuç ne olur.. Tartışmak bile abes geliyor artık.
AYM’den ne kararlar çıktı.. Hiçbiri dikkate alınmadı!
Hatta bırakın AYM’yi, bu iktidar kendi Anayasasını ve yasalarını dikkate almıyor.
Unutup gidiyoruz. Bu iktidar aklı fikri de umursamıyor.
Alın size iki örnek:
“FETÖ kumpasında Silivri’de yatan sevgili kardeşim Müyesser Yıldız, FETÖ Sonrası dönemden de nasibini aldı. Yine hapis yattı. Hem de hukuk tarihine geçecek bir gerekçeyle. Müyesser’e bir asker telefonda bazı iddialar iletmişti. Ancak o, bunları yazmamıştı. Daha sonra açıklayacağı üzere “kanıtlayamadığı iddiaları, üstelik TSK aleyhindeyse yazmaktan kaçınıyordu.” Peki ne oldu? Müyesser YAZMADIĞI HABER yüzünden hapse atıldı. Öyle ya! Gazeteci dediğin, FETÖ günlerindeki yandaşlar gibi en saçma iddianın bile üzerine atlar, yazardı. Yazmadığına göre bu işte bir iş vardı. Müyesser casus olmalıydı!”

İkinci örnek, iktidarın “etki ajanlığı” yasasında bile söz edip gerekçelendirdiği Gezi eylemlerine dair.
Biliyorsunuz, aslında kanıtlayamadıkları “suçlarla” kaç kişiye ağır cezalar yağdırdılar.
Onlardan biri sevgili Çiğdem Mater.
Çiğdem’in hapse mahkum edilişinin gerekçesini hatırlıyor musunuz?
“Gezi eylemleri hakkında belgesel film çekmeye TEŞEBBÜS.”
ŞAKA GİBİ. AMA DEĞİL!
SKANDALIN BÜYÜĞÜ. AMA KİMSENİN UMURUNDA DEĞİL!
Savcının hazırladığı iddianameye, oradaki olay örüntüsüne baktığınızda şunu görüyorsunuz.
Gezi eylemleri sürerken Osman Kavala ve Çiğdem Mater “hükümeti devirme girişimine bir mola verip” Ermenistan’da bir film festivaline gidiyor. Jüri üyesi ve sinema delisi olmak gibi bahtsız iki sıfatla!

Furkan’dan söz etmeden yazıyı noktalamak olmaz.
10Haber İnternet sitesi muhabiri Furkan Karabay da gazetecilik yaptığı için tutuklandı.
Gerekçe, Esenyurt’a kayyum darbesi hakkındaki haberleri ve paylaşımları.
Efendim Furkan -aaa kimsenin bilmediği, kaç internet sitesinin yazmadığı- savcının ismini vermek ve “kamu barışını bozmaya yönelik” ifadeler kullanmaktan suçluymuş.

KAMU BARIŞI!

Sizin de içinizden, “keşke öğretmenleri olsam da Erdoğan ve Bahçeli'ye bir defter dolusu KAMU BARIŞI yazma cezası / ödevi versem” diye geçiyor mu!
Mümkün değil elbette.
Peki yalanınız ve düzeniniz batsın desem..
Yok! O da etki ajanlığına girebilir ve etkin pişmanlık bile kâr etmez. Neme lazım.
Onun için: Yaşasın Onun bunun şunun bekası!
“Yalandan kim ölmüş” bu topraklarda atasözüdür, daha ne diyeyim!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşenur Arslan Arşivi