İktidarın kendi düşüşüne taktığı boş adlar

Hoca eşeğini koştururken düşmüş; kendisini alaya alanlara, “Ben zaten inecektim” demiş.

Erdoğan iktidarının kendisiyle birlikte ekonomiyi de düşürdüğü hallere taktığı türlü adlar işte bu Hoca fıkrasını anımsatıyor.

TL’deki rekor değer kaybı...

Enflasyonda rekor artış...

Hayat pahalılığı altında ezilen halk.

İktidarın Türkiye’yi düşürdüğü hal bu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve saraydaki günlerini birlikte geçirdiği mutat mesai arkadaşları, bir araya gelip bakıyorlar neden oldukları bu berbat hale...

Ve halk, kendisine çektirdikleri ızdırabın bir kerameti var zannederek avunsun diye bu içler acısı hale çeşitli isimler konduruyorlar.

Bunlardan biri, “Yeni Ekonomik Model”.

Kısa adıyla “YEM”.

Ne kadar manidar bir kısaltma, değil mi?

Yersek, YEM’in yeni olduğuna inanacağız.

Yeni olan rekor enflasyon, TL’nin rekor değer kaybı, rekor pahalılık ama YEM değil.

Kendileri söylüyor; YEM’in tarifi “düşük faiz temelli” olmasıymış.

YEM’den kastedilen, faizi enflasyon oranının altına indirerek para musluklarını açmak, ucuz paranın etkisiyle piyasayı canlandırmak.

YEM’in benzeri, Erdoğan’ın damadı ve eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak döneminde, şimdiki gibi isim falan da konulmadan kısa bir süre icra edilmişti... 2020’nin yazında, haziran ve eylül ayları arasında. O zaman da faizler eksiye düşürülmüş, bunun sonucunda dolar kurunun fırlaması ise Merkez Bankası’nın stratejik döviz rezervleri satılarak önlenmişti. Türkiye’nin 128 milyar doları, kuru birkaç aylığına 6.80 bandında tutmak için çarçur edildi.

“Düşük faiz düşük dolar” temelli o “YEM”in feci sonucu, “Merkez Bankası’nın kasasında sıfır dolar” oldu.

Merkez Bankası’nın satacak doları kalmayınca dolar kuru Ağustos 2020’de yukarı doğru kırıldı, 7’yi aştı, 7,40’lara tırmandı. Sonrası malum, faizler dördüncü çeyrekten itibaren resmi enflasyon oranının birkaç puan üzerine çıkarıldı ve kur nispeten dizginlendi.

2020’deki “YEM”in miadı rezervde yakılacak dolar kalmayınca dolmuştu.

Şimdiki YEM’in miadı da ekonominin günün sonunda resesyona girmesiyle dolacak.

Bir ekonomi eksi 10-15 reel faizle sürdürülebilir mi, enflasyon-faiz makası bugünkü gibi açıldıkça kur baskısı hafifletilebilir mi? Bu tabii ki mümkün olmayacak.

Çok geçmeden mevcut YEM rafa kaldırılacak, “nas” unutulacak, faizler yeniden artırılacaktır.

Ayrıca, YEM’in bir de tarifini veriyorlar.

“Üretim, istihdam, ihracat eksenli yeni ekonomi modeline geçiyoruz” diyorlarmış.

İtirafı içinde barındıran bir cümle...

Demek ki bugüne kadar uygulaya geldikleri ekonomi modeli üretim, istihdam, ihracat eksenli değilmiş.

İyi hoş da güveni ve yatırım iklimini tesis etmeden, hukuk güvencesini sağlamadan, hakiki anayasal düzene geçmeden, tarımda ve sanayide yapısal reformları gerçekleştirmeden hangi üretim, hangi istihdam, hangi ihracat?

YEM de yetmiyor olmalı ki iktidar Türkiye’yi düşürdüğü hali bir de “Çin modeli” diye allayıp pulluyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçenlerde, “Türkiye’yi faiz kıskacından çıkarmak için ekonomide yeni bir dönem başlattıklarını, yabancı yatırımcıların dikkatini üretimle çekeceklerini” söyledikten sonra şu tespiti yaptı: “Çin de böyle büyümüş. Biz pazara daha yakınız, onlardan daha avantajlıyız”.

Bu sözler karşısında en başta söylenmesi gereken, Çin’deki büyüme hikayesinin Türkiye ya da başka bir ülke için model oluşturamayacağıdır.

Çin kendi hikayesini ihraç edemiyor, edemez. Zaten böyle bir iddiası da yok. Çin, Batı kökenli liberal ekonomi ve demokrasi paradigmasının karşısına, kendi devlet kapitalizmini ve parti diktatörlüğünü küresel bir alternatif olarak çıkaramıyor. Bunların gerçek bir alıcısı yok.

Türkiye’yi ise bugün içinden geçtiği 'tam teşekküllü kriz'e Erdoğan ve AKP’sinin ahbap çavuş kapitalizmi, kumanda ekonomisi ve “parti devleti”nde somutlaşan otoriterlik sürükledi. Bundan çıksa çıksa ibretlik bir “çöküş modeli” çıkar.

Erdoğan ve yakın mesai arkadaşları, Çin’in dünyanın üretim üssü haline gelmesini sadece ucuz işgücüne borçlu olduğu zannına kapılarak konuyu haddinden fazla basite indirgiyorlar. Çin özgün bir ekonomik başarı öyküsü ortaya koyabilmişse, bunun arkasında Deng Şiaoping’in reformlarıyla başlayan 40 yıllık bir tarihsel süreç var.

Diğer taraftan Türkiye’nin Çin’e nazaran pazara daha yakın ve dolayısıyla avantajlı olduğu doğru. Hatta Covid-19 pandemisi hem Çin’in küresel rolünün sorgulanmasına hem de buradaki bir miktar üretimin alternatif ülkelere kaymasına yol açtı. Türkiye de bu alternatiflerden biri. Ayrıca Güney Çin Denizi kaynaklı jeopolitik gerginlik de Batı dünyasını yeni arayışlara sevk ediyor.

Fakat Türkiye bugünkü hukuksuz hali ve izledikleri dış politika sonucunda tehdit algısı yaratmış yönetici aktörleriyle Çin’den kaçan yatırımlar için ne ölçüde güvenli bir adres oluşturabilir? Bu iktidar yüzünden bir tarihsel fırsatı daha kaçırmak üzereyiz.

Uzun sözün kısası, Çin’in öyküsü yerleşik yoksulluktan kendi tarzında bir kalkınmaya uzanıyor, Erdoğan ve AKP iktidarının öyküsü ise sistemli kötü yönetimin sonucunda yoksullaştırılan bir Türkiye’de bitecek.

Çünkü başarısızlıklarının siyasi bedelini ödemeyi sonuna kadar erteleyemezler. Yanlışları büyük ve tarihsel. Telafisi yok.

2010’ların ortalarına kadar azalarak süren konjonktürel para bolluğunu tarımsal üretim ve sanayinin rekabetçi dönüşümü için harcamadı bu iktidar.

Kendi siyasi ve ekonomik rantını gözeterek bu parayı tüketime yönlendirdi.

Orta sınıflara özgü nispi refahın hazzını tatmış ve AKP’ye her şeyden önce bu nedenle oy vermiş bir kitleye dönüp, “Artık Çin modeline geçtik, üç kuruşa çalışacaksınız ve itiraz yok” diyebilir misiniz?

Hadi dediniz, ki diyorlar işte, bu kitleyi yoksulluğa razı edebilir misiniz?

İster erken olsun ister zamanında yapılsın, ilk seçimde, hem de eski seçmeni, bu iktidardan “Çin modeli” saçmalıklarının hesabını soracaktır.

Bir de tabii Çin’deki “Çin modeli”nde seçim meçim yok.

Bizdeki nevzuhur Çincilerin ise ne seçim müessesesini ilga etmeye ne de bir sonraki seçimi kazanmaya güçleri yetecek.

Türkiye’deki kötü yönetimden kaynaklanan tam teşekküllü krizi çözmenin yegâne ön koşulu, demokrasinin bütün kural ve kurumlarıyla, tam ve eksiksiz biçimde işletilmesidir.

Bunun da formülü basit: İktidar değişikliği.

Ve ilk fırsatta erken seçim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kadri Gürsel Arşivi