İktidarı değiştiremeyen muhalefet değişsin ama nasıl?

Seçim öncesinde muhalif toplumun siyasal değişimle ilgili duygu ve düşüncesi iki halde tezahür ediyordu; birincisi çok güçlü bir değişim talebiydi, ikincisi de artık ikrah getirdiği bu iktidarı oylarıyla nihayet değiştireceği günün geldiğine olan inanç, yani değişim beklentisiydi. İkincisi gerçekleşmedi; muhalif toplumun beklediği iktidar değişikliği yaşanmadı. İktidar yerinde kalınca değişim talebinin yönü değişti, ertelenen umutlardan serbest kalan bir siyasal enerji ana muhalefet CHP’yi ve onun genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu hedef almaya başladı.

Muhalif toplumun önemli bir kısmı haklı olarak öfkeli ve hayalini kurdukları iktidar değişimini sağlayamamakla suçladıkları Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlık koltuğunu hemen bugün bırakıp gitmesini istiyorlar.

İktidar da değişim istiyor

Siyasetin bir cilvesi olarak iktidar da CHP’de ivedi değişimi arzuladığına dair güçlü bir izlenim veriyor.

Kılıçdaroğlu hemen bugün bırakıp gitsin, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu genel başkanlık koltuğuna otursun, bu sayede boşalacak olan İBB Başkanlığı koltuğuna da bir AKP’li, İBB Meclisi kararıyla, İmamoğlu’na karşı yüksek yargı darbesine gerek kalmadan yerleşsin... Ve bu sayede, yaklaşan yerel seçimler öncesinde muhalefet saflarını iktidara karşı sıklaştıracak bir mağduriyet vakası yaratılmasın...

İktidarın kafasındaki senaryo üç aşağı beş yukarı böyle.

İmamoğlu’nun İstanbul’dan CHP’nin başına gitmesi ve İBB’nin başına da bir AKP’linin gelmesi...

Erdoğan’ın İBB’yi geri almak için İmamoğlu’nu yargı darbesiyle tasfiye etmeyi göze alıp alamayacağı ise önümüzdeki aylarda belli olacak.

Bu arada İmamoğlu da Millet İttifakı’nın seçim yenilgisinden sonra CHP’nin genel başkanı olmayı artık hak ettiğini düşünüyor ve şimdi Kılıçdaroğlu’nu nişan alan değişim talebinin rüzgarıyla yelkenlerini şişiriyor. Tüm söylem ve davranışları, İmamoğlu’nun CHP’deki değişimin hemen gerçekleşmesini istediğini gösteriyor. İmamoğlu şimdi CHP Genel Başkanı olursa, iktidar kendisine karşı İBB’de darbe yapmaktan kurtulacak. İmamoğlu’nun CHP genel başkanlığı sayesinde siyaset yasağı tehdidini kuvveden fiile geçmeden buzdolabına kaldırtmayı başarması de ihtimal dahilinde. Nedeni de basit: Artık CHP Genel Başkanı olmuş bir rakibin siyaset yasağı yoluyla oyun dışı bırakılmasının tetikleyeceği siyasal ve toplumsal tepki, eşyanın tabiatı gereği, bir İBB Başkanı’nın aynı yolla tasfiyesinin tetikleyeceğinden çok daha büyük olabilir. Bu durumda iktidarın karşı karşıya kalacağı riskler de aynı nispette artacaktır.

İktidarın değiştirilememesi sonucunda dönüp CHP’yi vuran değişim talebinin meydana getirdiği siyasi denklem işte böyle bir şey...

Ve bu denklemin kilidi Kılıçdaroğlu.

Kılıçdaroğlu hemen bırakmayacak

Partisinin 13 Haziran tarihli Meclis grup toplantısında söyledikleri, CHP Genel Başkanlığı görevini hemen bugün bırakıp gitmek gibi bir niyetinin olmadığını teyit etti.

“Hiçbir zaman değişimin önünü tıkayan bir kişi değilim, değişimin önünü tamamen açacağım” dedi ama retoriğin ötesine geçen sözleri aslında şunlardı:

“Ben bir genel başkan olarak partimin sadece bugünü ve yakın geleceğini değil uzun hedefli yapısını düşünüyorum. Gemiyi sağlam limana götürmek yine kaptanın görevidir. Gemiyi sağlam limana götüreceğimi herkes bilsin.”

CHP’de bir değişim olacaksa, anlaşılıyor ki Kılıçdaroğlu bu değişimi şimdi bulunduğu yerden kurgulamak ve yönetmek için mücadele edecek.

“Kaptanın gemisini sağlam limana götürmesi”nden anlaşılması gereken, limanı kaptanın seçmesi, o limana götüren rotayı da kaptanın çizmesidir.

Hatta Kılıçdaroğlu’nun şu söyledikleri CHP’de hemen şimdi bir genel başkan değişikliği beklentisi içinde olanlara ümit verir nitelikte değildi:

“Bu ülkeye demokrasiyi gerçek anlamda getirmek için yolumuza devam edeceğiz.”

“Biz Kuvayı Milliye geleneğinden geliyoruz. Hiçbir zalime diz çökmedik çökmeyeceğiz.”

“Biz vatan toprağını düşmanlara bırakıp kaçanlardan değiliz.”

“Beşli çeteyle mücadele ettim, etmeye de devam edeceğim.”

CHP hep değişmiştir

CHP bazı liberallerin, modern sağcıların ve apolitik siyaset bilimcilerin zaman zaman iddia ettikleri gibi her daim değişime kapalı, tutucu bir parti olmamıştır; CHP’nin tarihi büyük değişimleri yazar.

Misal, 40’ların ortasında çok partili rejime geçişte CHP’nin oynadığı başat rol...

İdeolojik değişime misal, 60’lı yıllarda “ortanın solu” şiarıyla CHP’nin kendisini politik yelpazenin solunda konumlandırması ve sosyal demokrat bir partiye dönüşme yolunda atılan adımlar... Dönüşümün Bülent Ecevit liderliğindeki CHP’yle kurumsallaşması.

Nihayet Kemal Kılıçdaroğlu döneminde CHP, ülkenin Erdoğan otoriterliğinden kurtularak demokrasiye yönelmesi için gereken geniş tabanlı bir ittifakın kurulması amacıyla önemli siyasi ve ideolojik dönüşümler gerçekleştirmiştir.

Millet İttifakı CHP’deki bu değişim sayesinde vücut bulmuştur. CHP’deki değişim olmasaydı, siyasi yelpazedeki birbirinden çok farklı partiler demokrasi, hukuk devleti ve parlamenter rejim ortak paydası zemininde güç ve eylem birliği yaparak Türkiye tarihinde bir ilki gerçekleştiremeyeceklerdi.

Mamafih ittifak zaaflarıyla birlikte doğdu ve bu zaaflar günün sonunda ittifakın otoriter rejim karşısında seçim kazanmasına engel oldu.

Mayıs 2023 seçimlerinin tarihimizde muhalefetin aleyhindeki en adaletsiz, en az özgür, en eşitsiz, en kirli, en etik dışı, velhasıl en asimetrik seçimler olduğu gerçeği, Millet İttifakı’nın uğradığı başarısızlığın CHP’yi etkileyecek siyasi sonuçlar doğurmasını elbette önleyemez.

Tamam, rejimin otoriter niteliği ve seçimin yapıldığı sahadaki derin eşitsizlikler hafifletici neden oluşturmamalı; bu bakımdan CHP’nin bir değişim baskısı ile yüz yüze gelmesi doğal.

Millet İttifakı sahadaki tüm olumsuzluklara rağmen seçimlerden başarıyla çıkabilirdi; parlamentoda Cumhur İttifakı azınlığa düşebilir ve Kılıçdaroğlu pekâlâ cumhurbaşkanı seçilebilirdi.

Bunlar gerçekleşmediyse, Kılıçdaroğlu’nun kampanyasındaki yanlışlar ve eksiklikler tabii ki tartışılacaktır. Bunlar etkili olmuştur.

Ama bir dakika...

Günün sonunda belirleyici olan bu yanlışlar ve eksiklikler değildi.

Kılıçdaroğlu bu seçimi, Türkiye ekonomisini krizden kendisinin ve birlikte çalışacağı yetkin kadronun çıkarabileceğine seçmeni yeterince inandıramadığı için kaybetmedi.

Ya da birinci tur öncesinde Suriyeli ve Afgan kaçakların ülkelerine mümkün olan en kısa sürede gönderileceğini yeterince vurgulamadığı ve bunun sonucunda meydanı “Ata İttifakı”na bıraktığı için de kaybetmedi Kılıçdaroğlu.

Veya iktidarın kadın düşmanı ortaklarına dikkat çekmekte ve kadınlardan kendi gelecekleri için oy istemekte yetersiz kalması nedeniyle de başarısızlığa uğramadı.

İktidarın kendi seçmenini Millet İttifakı’nın terörist olduğuna, Kılıçdaroğlu’nun emirleri Kandil’den aldığına falan inandırmış gibi görünmesi de değildi asıl mesele.

Evet, bu saydıklarımın hepsi meseleydi, ama asıl mesele değildi.

Kılıçdaroğlu’nun ve Millet İttifakı’nın asıl meselesi, İYİ Parti kaynaklı 3-6 Mart krizinin sonucunda ittifakın seçmen nezdinde önemli güven kaybına uğraması olmuştur.

Kendi kendini gerçekleştiren kehanet

Seçmeninin bir kısmının Kılıçdaroğlu’na oy verme eğiliminde olmadığını tespit eden İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, onları ikna etmeye uğraşmaktan başka çaresi olmadığı halde, en başından itibaren “kazanacak aday” söylemiyle İmamoğlu ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ı işaret ederek ittifak ortağı Kılıçdaroğlu’na karşı kampanya yürüttü.

Ne tuhaf ki bu kampanya, İmamoğlu’nun siyaset yasağı tehdidiyle fiilen oyun dışına çıkarıldığı 14 Aralık sonrasında da devam etti.

“Kendi kendini gerçekleştiren kehanet” diye bir kavram vardır. Bizim bahsimizde bu, Kılıçdaroğlu pekâlâ kazanabilecek iken “Kazanamaz, aday olmasın” dedikten sonra Kılıçdaroğlu’nun kazanmaması için ittifakın içinden yapılacak ne varsa yapılmasıdır.

3-6 Mart krizi İYİ Parti ve genel başkanı Akşener’den daha çok Kılıçdaroğlu’na zarar vermiştir.

Sonunda Kılıçdaroğlu’nun aslında alternatifsiz olan adaylığını bastırarak kabul ettirmek zorunda kalması, kendisini bazılarının gözünde olası bir başarısızlığın hesabının sorulacağı yegâne kişi konumuna oturttu.

Şimdi bu sayede Akşener ve İYİ Parti yönetimi, meydana gelmesinde birinci derecede rol oynadıkları bu başarısızlığın muhalif toplumda yarattığı bu ruh halinin ardına gizlenerek kendilerini unutturmayı başarıyorlar.

Kılıçdaroğlu bazılarının gözüne şimdi “pişkin” görünüyorsa, bu izlenimin doğmasına yol açan edası, İYİ Parti ve Akşener’in başarısızlıktaki payını teslim etmesinden kaynaklanan bir vicdani rahatlıktan ileri geliyor olabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kadri Gürsel Arşivi