İçişleri Bakanı, Saygı Öztürk olayı ve özgür basın sorunu!

Oyları hızla düşen AKP’nin acil düşman gereksinimi olduğunu biliyoruz. Tüm iktidar dönemini rant dağıtmak ve “biz” ile “öteki” üstüne kuran AKP, salgın ardından doğan büyük iktisadi çöküşü gizlemeye çalışıyor. CHP hep kullanışlı düşman! Ancak artık yetmiyor. Ayasofya türü sahte gündemler de pek tutmuyor. Milliyetçi, dinci söylem bir yere dek idare ediyor, fazlası ters tepiyor. Şimdi çıkıp: “Türbanlı bacımıza Kabataş’ta neler yaptılar” demenin karşılığı yok! Artık başörtülü kadınlar mağdur değil, şimdi Başak Demirtaş, Canan Kaftancıoğlu, Nevşin Mengü, Berna Laçin ve benzerleri o durumda. Roller değişti.

***

Geçen hafta deneyimli gazeteci Saygı Öztürk önemli bir habere imza attı. Trabzon’da hızla yükselen bir işçinin öyküsüydü! Elbette her insan yetenekleri, çalışkanlığı ile yükselebilir. Ancak basamakları tırmanın kişinin eşi milletvekiliydi. Buz gibi haberdir bu. Çok tartışılan liyakat meselesine güzel örnek, tipik nepotizm durumu!

Öztürk, sanırım yazının heyecanıyla özel yaşama dair kimseyi ilgilendirmeyen bir cümle koydu. Bunun kasıtlı olduğunu sanmıyorum. Ancak İçişleri Bakanı meseleyi buradan alıp, sosyal medyadan çok sert, tehdit diliyle tepki verdi. Her şeyden önce Bakan’ın konumu gereği böyle bir hakkı yoktur. Eğer eleştiri yapmak istiyorsa da dil bu olamaz. Kaldı ki elinde kalem dışında güç olmayan Saygı Öztürk’e, tüm devlet olanaklarına sahip bakan böyle davranırsa, süreçte bunu talimat sayan birileri “gereğini(!)” yapabilir.

Gazetecileri meslektaşları, okuyucular/izleyiciler eleştirir, değerlendirir. Ortada suç varsa mahkemeler görevlidir. Ayrıca tekzip etmek mümkündür yazılanları. AKP’nin elinde nasıl olanaklar bulunduğunu biliyoruz. Yanıt hakkı konusunda sıkıntı çekeceklerini sanmam. Ayrıca Müyesser Yıldız için de benzer tutumda oldu bakan. Eğer devleti yönetenler kendilerini yargı yerine koyarsa, bu işin sonu sanılandan çok daha kötü olur. Özgür basına, hukuka herkesin gereksinimi var.

***

Görünen o ki, basın daha da baskı altına alınacak. Artık “merkez medya”dan söz etmek söz konusu değil. İktidar doğrudan medya sahibi, bir de yanaşmalar var. Küçük muhalif kesim haysiyet cellatlığı ile ezilmek isteniyor. İktidarın hukuka aykırı yöntemleriyle başka hesaplar da görülüyor elbette. Muhalefetin de rantı var. Burada da koltuk kapmaca oyunu oynanıyor. Etik ölçülere, meslek ilkelerine dikkat etmek gerekir. Karşınızdakinin dilini kullandığınız an, onunla yan yana düşersiniz.

Bakın yeni yasasıyla birlikte “ahlak bekçiliği” dönemi başlayacak. Eğer basın çalışanları özel hayatın gizliliğine özen göstermezse sapla saman karışır, bu bekçilerle benzer konuma düşülür. Farkında olmadan düzen beslenir. Diyeceğim, her konuda kamu yararına bakmak, hakikati söylemek esastır. Gazetecinin gücü buradan gelir. Bir avuç basın patronunun nasıl esir alınmaya çalışıldığını biliyoruz. Doğru tutum takınmak güçtür, o yüzden ince eleyip sık dokumak gerek. Bu dönem iftira, yalan, hakaret gırla gidecek.

***

Baroların anlamlı yürüyüşü hepimize güç vermeli. Yukarıda saydığım tüm hukuksuzluklar karşısında elimizde kalan bağımsız tek kurum barolardır. Eğer yandaş başkanlarını da alaşağı etmeyi başarırlarsa, demokrasi yoluyla değişimi de göstermiş olacaklar.

Benzer bir durum HDP’nin yürüyüşünde gerçekleşiyor. Silah yok, yağma yok, kavga yok, demokrasi için yürüyen insanlar var. Bunu anlamlı buluyorum. Şiddet olmadığı müddetçe sokaklar insanlara ifade özgürlüğü sunar. Bu yolla gerginlikler azalır. Kendini ifade eden insan ülkesine, demokrasiye bağlanır. Ha, gerilimden beslenenler bu yolu seçer mi? O ayrı mesele…

***

“Basın Özgürlüğü” sorunu yeni değil, geçen zamanda çok tartışıldı, hiç şimdiki kadar ürkütücü boyuta gelmemişti. İşlevi gereği ne kadar sessizleşirse o kadar iyi geliyor iktidarlara. Basın sahipleri de korkudan siniyor, kolay teslim oluyor. Yalnız unutmamak gerekir ki basın güç kaybettikçe, tek taraflı oldukça, küçük yayın organlarının itibarı artıyor. İnsanlar çok bağıranı değil, doğru söyleyeni arayıp buluyor.

Bir diğer önemli sorun da “otosansür” meselesi. Gazeteciler, yayın yaptığı kuruluşlar o kadar ağır cezalara mahkûm oluyor ki, elde olmadan zarar gelmesin diye ihtiyatlı davranıyorlar. Hukuk olmayınca, kişiler böyle durumu idare etmek istiyor. Bir ölçüye kadar süreçte alıştık bu türden durumlara. Yalnız alışamadığımız bir durum var, o da çalışanların kendini patron yerine koymasıdır.

Bir gazetecinin “Biz devlet televizyonu değiliz, özel teşebbüsüz” demesi ürkütücüdür. Meslek ilkelerini tanımamak, gazeteci bağımsızlığını ayaklar altına almak demektir. Gazeteci, patron kim olursa olsun kamu görevi yapar, hakikati arar!

***

Saygı Öztürk’ün küçük yol kazasını fırsata çevirmeye çalışan Soylu, yanlış yapıyor. DP başkanı olduğu günleri anımsamalı. Yarın iktidar değişir, kendisi yine siyaset yapmak ister, bu kez ona mikrofon tutacak kimse bulamaz. Gerçi biz yine tutarız, halk adına!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Enver Aysever Arşivi