İsmail Pehlivan
HAYKIRIŞI DUYAN YOK!
Cumhuriyetimizin kurucu önderi
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün,
Hakk’a yürüyüşünün 86. yıldönümünde
saygıyla, özlemle, minnetle anıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti hala Türkiye'de Alevi varlığını kabul etmemekte direniyor. Araştırmacı-Yazar Rıza Zelyut'un önderliğinde Hamburg Alevi Derneği ve bir grup Alevi aydını, bir cesaret örneği göstererek 1989 yılında 'Alevilik Bildirgesi' hazırlayıp yayımladı. O tarihte ilk kez somut tespitler yapılmış ve talepler sıralanmıştı. Bu bildirge başta dönemin hükümetine, Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere, devletin tüm kurum ve kuruluşlarına iletildi. Bu bildirgede yer alan ifadeler yüzyıllardır varlığı bilinen ama resmen kabul edilmeyen, hep gözardı edilen Alevi toplumunun bir haykırışıydı. Devlet bu haykırışı 101 yıldır duymazdan gelmeyi sürdürüyor. Alevi-Sünni sanatçısından siyasetçisine, işadamından sendikacısına, bilim insanından yazarına kadar; Türkiye'nin entelektüel gücünün kabul ettiği bu gerçeği devletin kabul etmeye yanaşmaması, Alevi olgusunun niteliğini ve değişimini bürokrasinin kavramadığını göstermektedir.
Özellikle 1989 yılında yayınlanan Alevilik Bildirgesi'nin ilk maddesi dikkat çekiyordu ve tüm Alevilerin fikir birliği olduğu 'Türkiye'de Alevi toplumu olarak bilinen Müslümanlar yaşamaktadır' biçimindeydi.
12 Eylül döneminde ise zorunlu din dersleri ve Alevi köylerine baskı ile cami yaptırılması gibi uygulamalar; Alevilerle devletin arasını açmaya yönelik tezgâhlanan planın parçasıydı. Bütün bunlara karşın Aleviler, cumhuriyete ve laikliğe olan bağlılıklarını ısrarla devam ettirdiler.
MOLLACI Şİİ KUŞATMASI
1990'lardan günümüze (özellikle 2002’den sonra) çok farklı bir sürecin gelişmelerine tanıklık ettik. Bu dönemde Türk İslam Sentezci ve köktendinci bir yükseliş her bölgeyi kapsadı. İrticacı radikal Sünni (Hizbullah, Aczimendi, IŞİD) ve mollacı radikal Şii akımlar İslam halklarını adeta kuşatma altına alarak etkilemeye çalıştılar ve bunda kısmen de başarılı oldular. Bu yıllarda Aleviler de radikal Şii akım tarafından etki altına alınmak istendi. Ancak Aleviler geleneksel batıni-felsefi inanç öğretisi ve kültürel köklerine bağlılığı nedeniyle bu akıma hiçbir şekilde yanaşmadı, destek vermedi. Hatta bu akıma karşı duyarlı oldular ve içlerine sızmasını engellediler.
DEVLETİN DİNCİ EĞİTİM ISRARI
2000'li yıllara gelindiğinde devlet Alevilerin sorunlarına karşı duyarsız kalmayı sürdürdü. 2002’de iktidara gelen siyasal İslamcı akımın Milli Eğitim Bakanlığı hala ders kitapları yoluyla Alevi çocuklarına Hanefi Sünni’liğini öğretmeye devam ediyor. Her ne kadar birkaç sayfada Alevilik için göstermelik bölüm ayırtmışsa da bu ders kitaplarında Aleviliği Sünni algılayış bakış açısıyla vermeye devam ediyor. Üstüne üstlük ÇEDES ile tüm okullara imam atandı. “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile de eğitim dinselleştirildi. Kısacası devlet ve siyasi iktidar bu tavrında diretiyor.
İşte bu dayatma nedeniyle bazı Alevi yurttaşlar sorunlarını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşımak zorunda kaldılar. Açılan davalarda AİHM büyük dairesinde oy birliğiyle Aleviler haklı bulundu ve Türkiye Cumhuriyeti mahkum edildi. Devlet haksız bulunarak mahkum edildi de ne oldu? Hala Alevilerin ibadethanesi olan cemevleri ibadethane olarak kabul edilmedi ve zorunlu Din Dersleri Alevi çocuklarına dayatılmaya devam ediyor. Aleviler sorunlarının ülke içinde çözülmesini tercih etmekteydiler. Lakin devletin ve siyasi iktidarın uzlaşmaz tutumu nedeniyle AİHM’e taşımak zorunda bırakıldılar. Çünkü Aleviler ülkesinin başına yeni sorunlar açmak istememektedirler. Ancak devleti yönetenlerin duyarsız tavırları bu sorunu çözümsüz bırakmaktadır. Alevilerle onların kimliğini tanıyan ve kabullenen bir diyaloğa devletin girmesinin zamanı gelmiştir, hatta geçmiştir.
Yalnız bu diyalog göstermelik ve gaz alma operasyonu niteliğinde olan “Alevi açılımı” türünden bir muhataplık olmamalıdır. Çözüm odaklı köklü bir çözüm sürecine başlanması gerekmektedir.
Ülkemizin bir din problemi olduğu gerçeğini görmezden gelemeyiz. Bu problemin temelinde dini hayatı devletin kontrolü altına sokmayı amaçlayan resmi tek din-tek mezhep projesi gelmektedir.
Aleviliğin benliğini, varlığını ortaya koyması doğaldır; doğal olmayan Aleviliği tasada ve kıvançta birlik gibi kolektif yaşamdan alıkoymak için inkar, imha ve asimle etmektir.
ALEVİLER NE İSTİYOR?
Farklılıklarından direten Aleviler, sadece kültürlerine ve inançlarına sahip çıkmaktadırlar. Alevilerin kendi inanç ve kültürlerine sahip çıkması bir tehdit değil, bir yaşam ve varlık çığlığıdır!
Türkiye nüfusunun önemli bir kesimini teşkil eden ve sayıları 20-25 milyon civarında olan Aleviler devletten ne istiyor?
- Alevilerin gündemine en temel insan hakkı olan “Eşit Yurttaşlık” talebi birinci sıraya oturmuş durumda…
- Dergahların vakıf mallarının devredilmesini,
- Madımak Oteli’nin kültür merkezi yerine “Utanç Müzesi” olmasını,
- Sünni ailelerin Aleviler hakkındaki önyargılarını değiştirmesi için TRT radyo ve televizyonlarında edep-erkan-yola uygun olan ve Alevilerce önemli günlerde tanıtım programlarının yapılmasının sağlanmasını,
- Cemevlerinin yasal statüye kavuşturulmasını ve diğer inanç kurumlarına tanınan tüm hakların verilmesini,
- Alevi köylerine yapılan camilerin cemevine dönüştürülmesini,
- Faili meçhul Alevi katliamlarının (Maraş, Çorum, Malatya, Sivas, Madımak, Gazi Mahallesi) gerçek faillerinin bulunmasını ve zaman aşımı olmadan adil yargılanmasını,
- Hacı Bektaş Veli türbesinin bulunduğu müzenin Kültür Bakanlığı'ndan alınıp Alevilere devredilmesini,
- Zorunlu Din Dersleri’nin kaldırılmasını,
- Diyanet, kuruluş ilkelerinden uzaklaşarak Sünni-Hanefi-Türk İslam ideolojisinin temsilcisi ve uygulayıcısı olan bir devlet kurumu haline gelmiştir. Devletin, ırkçı-tekçi işlevi olan Diyanet İşleri Başkanlığı'nı lağvederek, dinden elini çekmesini ve laiklik ilkesine uygun davranılmasını,
- Laiklik ilkesine göre devletin dini ve mezhebi olmaz. Alevi’nin, Sünni’nin, Musevi’nin, Hıristiyan’ın, Deist’in ve Ateist’in vergilerini, kolladığı mezhebe aktaramaz. Bu açıkça yurttaşların vergisinin gasp edilmesidir. Hukuk dışıdır ve HARAMDIR!
Devletin ülkemizde varlığını sürdüren tüm inanç kesimlerine aynı mesafede durmasını ve hiçbir inanç kurumuna kamu bütçesinden pay verilmemesini,
- Hurafelerle inananları aldatan tarikat ve cemaatler kokuşmuş ve çürümüş dinci kurumlardır. Emevi İslam anlayışlı, cumhuriyet düşmanı irticacı tarikat ve cemaatlerin tüm faaliyetlerinin yasaklanmasını,
- Anadolu Alevileri’ne yönelik bir asimilasyon merkezi olarak 2022 yılında Kültür Bakanlığı uhdesinde kurulan, Türk İslam Sentezci ideolojik anlayışlı, Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nın kapatılmasını,
- Alevi inanç önderi olan Dedeler'in bilimin ışığında batıni felsefi inanç öğretisini özümsemesi; edep-erkan-yol hakkında kendilerini geliştirmesi ve yetiştirmesi için olanak (enstitü veya okul alanı) sağlanmasını,
- Kısacası dinli, dinsiz, Alevi, Sünni; Müslüman, Hristiyan, Musevi vs. herkesin kendi inancını, hiçbir baskıya maruz kalmadan yaşamasını istiyor.
- Aleviler Alevi kimliğinin tanınmasını ve bugüne kadarki bakış açısından ve uygulamalarından dolayı devletin özeleştiri yapmasını bekliyor. Aslında bu tek başına tüm sorunların cevabı olacaktır.
MECBUREN AB'YE TAŞINDI
Bu isteklerin hiçbirisi ülkemizi bölmeye veya rejim sorunu yaratmaya yol açmaz. Bu istekler en temel evrensel insani haklardır. Gel gör ki Alevileri 'potansiyel suçlu' gören geleneksel bürokrasi ile Diyanet İşleri, Alevilerin sesini duymamaya devam ediyor. İşte bu vurdumduymaz tavır karşısında, bazı Alevi dernekleri ile Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu, bu sorunları Avrupa Birliği'ne (AB) kadar taşıdı. Bu yüzden de AB Türkiye raporlarında öneriler-eleştiriler bölümünde bu haksızlığın giderilmesi için düzenlemeler yapılması istendi.
Anayasal bir hüküm olan din ve vicdan özgürlüğü temelli evrensel olan insani taleplerinin dikkate alınmaması nedeniyle Türkiye'nin eleştiriliyor olması Alevilerin değil; 101 yıllık statükocu bürokratik yönetimin, 22 yıllık AKP-MHP iktidarının ve tek adam rejiminin suçudur.