Galatasaray’ın AZ Alkmaar faciası adeta bir trajedinin perdesiydi. O perde yavaş yavaş açıldı, sesler yükseldi, işaretler belirdi… Ama ne Okan Buruk ne de futbolcular bu felaketin yaklaştığını gördü. Kör olan sadece gözleriyle görmeye çalışanlardır, der Mevlana. Sarı-Kırmızılılar da bu sezon Avrupa’da gözleri kapalı yürüdü ve uçuruma yuvarlandı.
Avrupa karnesi? Sıfırlarla dolu, tam bir yokluk senfonisi. Süper Lig’de kükreyen aslan, Avrupa’da bir kuzuya dönüştü.
Sezon başına dönelim. Galatasaray’ı, Şampiyonlar Ligi elemelerinde eleyen Young Boys bile grupta sıfır çekti. Avrupa Ligi’nde ise nispeten avantajlı grupta Dinamo Kiev’i, Malmö’yü, Rigas’ı yenemedi. Dahası, Sparta Prag’dan dört gol yedi. Bu tablo, bir felaketin önsözüydü.
Ama bitmedi.
Galatasaray, Avrupa kupalarında deplasmanda çıktığı son 9 maçı kazanamadı.
Yine bitmedi.
Sarı-Kırmızılılar, son 13 Avrupa maçında 5 kırmızı kart gördü.
Yine de bitmedi.
Galatasaray, son 13 Avrupa maçında yalnızca Ljubljana’dan gol yemedi; diğer tüm maçlarda kalesini rakiplere açtı.
Bu istatistikler ışığında AZ Alkmaar yenilgisi bir kaza değil, bir kaçınılmaz kaderdi. Facia "Geliyorum" dedi, ama dinleyen olmadı.
Ve dün gece sahnelenen son perde… Okan Buruk’un maç sonrası sözleri:
“Süper Lig’de en yakın rakibimizin 6 puan önündeyiz.”
Doğru… Ama Seneca ne diyordu? “Rüzgârın yönünü bilmeyen gemiye hiçbir rüzgâr yardım edemez.”
Arkadaş, milyonlarca euro verdiğin bu kadroyu Süper Lig için mi kurdun? Avrupa’da maaş bütçen kadar piyasa değeri olmayan takımlara karşı bu kadar çaresiz kalmak Galatasaray gibi bir kulübe yakışır mı?
Maalesef bu, bir düşüşün hikayesi… Ve eğer ders alınmazsa, dibi görmek kaçınılmaz.
Not: Cuesta'yı çok mu aradınız?