Serhan Asker
Elbistan'da bir mahalle maçı rüyası
Elbistan-Yahyalıspor maçıydı.. Konuk takım futbolcusu Hasan Yazgan, sakatlanan rakip takımın oyuncusu Şahin Çığlı'yı sırtına alarak saha kenarına taşıyor. Küçük bir haber olarak yer aldı bu Kadri bilinmeyen hareket.. Fazla ilgi göstermedi medya.
Oysa siyasette, yaşamda, sporda hayallerde kalan görkemli bir hareketti o..
Buram buram centilmenlik fotoğrafıydı o.. Beni çocukluğumdaki mahalle maçlarına götürdü o manzara.. Kapatın gözlerinizi ve anımsayın çocukluğunuzu... Mahalle maçlarını... Aklınıza gelsin Jilet Hayri'nin arsası..
Sen Dallas'ın J.R’ısın; Sokrates olamazsın..
Nasıl da güzel günlerdi o günler... Yaz aylarındaki Dünya Kupası zamanlarında ne rollere bürünürdük. Kimimiz Maradona, kimimiz Zoff, kimimiz Platini, kimimiz de Dassaev olmaz miydik? Bazen Rıdvan, Tanju, Prekazi, Metin, Feyyaz, Hami.. Sadece futbol kahramanı olmaz, film yıldızı rollerine de bürünürdük..
Hiç unutmam bir gün arkadaşım, ‘Ben Brezilya Milli Takımından Sokrates olmazsam oynamam’ demişti. Bütün mahalle ona, ‘Sen, dün mahalledeki canlandırmada Dallas’ta J.R oldun. Kötüsün sen. Sokrates iyi adamdır. Olmaz’ diye çıkışmıştık. O da, ‘O zaman ben de Gentile’yim’ diyerek hepimize gözdağı vermişti. Libya asıllı İtalyan Gentile, sert oynardı ve lakabı ‘Kasap’tı!
Topu olan burnundan kıl aldırmazdı
MAHALLEDE top sahibi olmak koca bir ayrıcalıktı. Hele o top, dikişli bir top ise, üffff... Maçta oynayacağı kişileri o topun sahibi belirlerdi. Hepimiz onun ağzına bakardık. Topu sağ ayağının altına alır; ‘Sen, sen, sen’ diyerek takımını oluştururdu. ‘Küçük diktatör’... Biraz da ‘faşizanlık’ yapardı... Pas almadığı zaman kıyameti koparırdı. İsyan, topu alıp gitmeye kadar varırdı. Yalvartırdı, tüm mahalleyi kendisine... Anlayacağınız, topu olan Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası’na direkt katılan ev sahibi ülke gibiydi... Ön elemesiz oynardı!
‘Topu patlatan, yenisini alır’ kuralı vardı. Patlatan, bu cezayı karşılayabilecek durumda değilse, cebinde parası olanlar O’na yardım ederdi.
Cuntayı bile umursamazdık
Mahalle maçları öyle maçlardır ki, yer yerinden oynasa da durmazdı. 12 Eylül Darbesi’nde sekteye uğrayamayan tek sosyal aktivite mahalle maçlarıydı. O gün sokakta askeri arabalar vızır vızır dolaşırken, büyüklerimiz evin bahçesinde kitap gömmekle/yakmakla meşgulken, biz, güle oynaya maçımızı oynamıştık. Evelallah protest yanımız da vardı!
İlginçtir, mahalle maçlarındaki kurallar ülkemizin her yerinde aynıydı. Gaziantep’te de, Kars’ta da aynı şartlarda maçlar oynanırdı. 3 korner 1 penaltı, Eskişehir’de de vardı, Diyarbakır’da da... Sanki UEFA kriterleri!
Şu yabancı yasağı yok mu?
GÜNÜMÜZDE hala tartışılan yabancı oyuncu oynatma işi bizim çocukluğumuzda kesin hükme bağlanmıştı. Yabancı mahalleden oyuncu oynatmak yasaktı. Nadir zamanlarda sadece bir oyuncu başka bir mahalleden oynatılırdı. Kiralık gibi...
Kimi zaman mahallelerarası turnuva düzenlenirdi. İnanın o maçlar, oynayanlar için şimdinin Şampiyonlar Ligi’nde oynamak kadar heyecanlıydı. Gece uyumadan önce dua edilirdi:
‘Allahım, ne olur yarın yağmur yağdırma. Sahamız çamur olmasın’
Altın gol bizde 'atan biterdi'..
Skor ne olursa olsun akşam saati yaklaştığında ‘Golü atan kazanır’ kuralı uygulanırdı. Demek ki, UEFA’nın altın gol kuralı 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda Alman Bierhoff’un golüyle başlamamış!
Hava kararınca, ezan okununca, anne-baba çağırınca maç biterdi. Değil! Kimi zaman da bitmezdi! Ne kondisyondu bizdeki be... Bazen durmaksızın 6-7 saat top peşinde koşardık. Bir türlü doyamazdık.. Bıraksalar sabahı bile etmez miydik?
Bizler centilmenliği toprak sahada öğrendik
CENTİLMENLİK vardı. Maçlardan sonra su içme sırasına girme kuralı tıkır tıkır işlerdi. İtiraz eden anında dışlandım.. Saha yokuş aşağıysa topu, sahadan uzağa kim attıysa o getirirdi. Sakatlanan biri olursa da sakatlayan arkadaşının sırtında evine götürülürdü. Elbistan'da yazılan "insani" öykü gibi..
Top yüzünden dayak yemeyen bizden değildi..
Anne-babalar eve sakatlanıp gelen çocuğuna neler saydırırdı. Hepimiz anne babadan ilk dayağı top yüzünden yemedik mi? Hele maçlarda yırtılan pantolonlarımıza dikilen yamalar... İşte o yamalar yeri geldi en ünlü modacılara esin kaynağı bile oldu! Aklıma ünlü markaların yamalı jeanleri geliyor..
Bu maçlarda teknik, takım oyunu ön plandaydı. Bir nevi doğal alt-yapı platformu... Topa ayak burnuyla abanan ayıplanırdı. ‘Abanmak yasak’. Pas vermeden sadece çalım atarak gol atılırsa da sayılmazdı. Sanki Barcelona’nın alt-yapı akademisi La Masia!
Arsa sahibi korkuku rüyamızdı..
‘Top sahası’ denirdi maç oynanan yere... Ve oranın mutlaka despot bir sahibi vardı. Başa belaydı. Tam da maç oynanırken -her gün yıkayıp cilalattığı- arabasını getirir sahanın ortasına bıraktırdı. Pos bıyıklı, deri ceket ve kravatlı, Jilet Hayri. Arabasından usulca iner, sağ ayağıyla kapıyı kapatır ve giderdi evine. Hepimizi süzerek, yavaş adımlarla. Bizler de yumruk ve dişlerimizi sıkar, çaresizce dağılırdık.
Sokağın hayatımıza en güzel armağanı: maradona
MAHALLE maçlarından nice yıldızlar çıktı ama ‘Altın öykü’ futbolun kralından geldi.. Diego Armando Maradona, Boca’nın toz-toprak arsalarında oynarken keşfedildi. Maradona, 8 yaşındayken yoldan geçen Los Cebollitas takımını çalıştıran Francis Cornejo’nun dikkatini çekti ve büyüleyici öykü o günden sonra yazıldı...
Anılarımızı gömen sevimsiz binalar!
Hatay Hassa'da doğdum 7 yaşından sonra Gaziantep İslahiye'ye taşındık. Orada büyüdüm. Geçenlerde memlekete gittim. Ne mahalle kalmış, ne de toprak saha... Jilet Hayri’nin torunlarının oynayacağı bir park bile yok. Unutulmaz hatıralarımın üstünde sevimsiz binalar var artık...
Mahalle maçlarının ruhu, felsefesi vardı..
Mahalle maçları katıksız bir samimiyet arenasıydı olgunlaşma çağındaki çocuklar için. Bir terbiye kültürüydü. Mahalle maçının tadını alan çocuk Şampiyonlar liginde oynamış gibi mutludur. Hani futbol yorumcuları bazı maçları küçümsemek için ‘Mahalle maçı’ der ya... Halt etmişler. Keşke bütün maçlar mahalle maçları gibi ‘masum’ olsa! Keşke..