İsmail Pehlivan

İsmail Pehlivan

Devlet Aklıyla Birlikte Vicdanını da Yitirmiş!

“Arapça duaya değiliz mecbur
İster Müslüman bil isterse gavur
İnsanı hor görmek en büyük kusur
Buna inanmışız münkir değiliz”
Sarızlı Aşık İbreti (D:1920 - Ö:1976)

Türkiye Cumhuriyeti anayasasının değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek olan ilk dört maddesinden birisi şudur; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”

Anayasanın 10. Maddesi ise şöyle: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.”

Son 20 yılda uyulmayan anayasanın diğer maddelerini bir kenara bırakalım… Devlet ve siyasi iktidar, salt bu iki maddeye sadık kalıyor mu? Elbette ki HAYIR!

Geçen hafta gündemimize sanki anayasanın 10. Maddesinde uyulması gereken yükümlülüklerden biri hayata geçirilmiş gibi bir sunumla Türkiye toplumuna “Cemevlerinin aydınlatma giderleri kültür bakanlığı tarafından ödenecek” şeklinde duyuruldu.

Duyuruldu duyurulmasına da aslı öyle mi? Elbette ki HAYIR!

Bunlara göre Cemevleri ibadethane mi? Elbette ki HAYIR!

O zaman neye istinaden bu elektrik bedeli karşılanacak?

Bu karardan da görüyoruz ki samimi değiller.

Devlet aklıyla birlikte, vicdanını da yitirmiş.

Neden derseniz?

Açıklayayım…

Cemevine ibadethane demek ne kadar zor geliyor bunlara!

Cami ibadethane ise Cemevi de bal gibi ibadethanedir.

20 milyon Alevi “Cem ibadetimiz; Cemevi ibadethanemizdir” diyor, Nokta.

Cemevlerinin cemevi (ibadethane değil) olup olmadığına devletin yeni icadı “cemevi uzmanı” denen ne idüğü belirsiz kişi veya kişiler karar verecekmiş.

Yahu devlet bu kadar mı acz içinde? Cemevlerinin ibadethane olup olmadığına bir karar veremeyecek kadar…

Oysa bu sorunun cevabı inanç sahiplerindedir.

Hani devlet dil, din, inanç ve mezhep ayrımı yapmadan yurttaşlarının eşitliğini yaşama geçirmekle yükümlü idi.

Öyleyse bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu…

İbadethanemin ibadethane olup olmadığına karar merci devlet olacaksa, hani nerede eşitlik ilkesi! Devlet, hem cemevlerini ibadethane olarak görmüyor, hem de ibadethane olduğuna karar verdiği cemevlerinin elektrik bedelini ödüyor. Bu ne yaman çelişkidir; Allah aşkına!

Laik devlet inanç sahiplerinin ibadethanesini tanımlayamaz, karışamaz. Ayrıca inanç sahipleri kendi ibadethanesinin giderlerini karşılamakla yükümlüdür. Nitekim 35 yıldır Aleviler, ibadethanelerinin tüm giderlerini ve ihtiyaçlarını kendileri karşılamaktadır. Tüm inanç sahipleri de kendi ibadethanelerinin giderlerini karşılamakla yükümlü olmalıdır.

Kültür Bakanlığı’ndan kadro talebinde bulunan Alevi-Bektaşi Cemevi Başkanlığı dilekçesinde “Dedelik” konusunu telaffuz etmeye bir türlü cesaret edemiyor. Dedelik, yüce bir makamdır. Dede Seyyid’dir ve adaletin temsilcisidir. Kanunla yasaklı olduğunu söylediğiniz “Dede” yerine başka bir sıfat kullanmaya hakkınız da yok, yetkiniz de… Dede yerine “Yol Önderi” diyemezsiniz.

Alevi Dedeleri aynı zamanda Hakk Muhammed Ali Yolu’nun önderidir. Lakin Alevilerin ortak tanımı Dede’dir. Geleneksel adını söylemekten bile korkuyorsanız; elinizi ve dilinizi Alevilerin üzerinden çekeceksiniz. Cemevlerinin temsilcisi Alevi Dedeleridir bu böyle biline…

Öte yandan Milli Eğitim Bakanlığı yeni bir müfredat hazırlatarak adını da “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” koydu. Anlaşılıyor ki bu yeni “maarif modeli” ile eğitim kurumlarını cemaat ve tarikat okullarına dönüştürmeyi hedefliyor. Din ve ahlak dersleri ders kitaplarının sayfa sayısının toplamı, diğer derslerin neredeyse iki misli… Bunun üstüne bir de ÇEDES denen uygulamayı da koyarsak çocuklarımızın vay haline!

Kısacası medrese eğitim modeline geri dönüyoruz. Haydi hayırlısı!

AKP-MHP iktidarı Türk Eğitim sisteminin içini boşaltmayla uğraşırken; demokratik kitle örgütleri, sendikalar, akademisyenler, aydınlar, yazarlardan her nedense ses çıkmıyor.

Din ve inanç dendiğinde en fazla duyarlılık gösteren Alevi toplumunun örgütsel yapısından da kayda değer bir tepki görmüyoruz.

Devlet, laiklik ilkesi gereği din ve inanç hürriyeti konusunda tarafsızlığını korumak zorundadır.

Devlet, bu anlamda Türkiye halkının kaderiyle oynayan siyasi iktidarın pervasızlığına dur diyecek mi?

Demokratik kitle örgütleri tüm demokrasi güçleriyle birlikte Alevilerin demokratik hak mücadelesine destek verecek mi?

Kendi “Alevisini” yaratmak için, Alevileri bölerek siyasal İslamcılar eliyle asimilasyona tabi tutan Alevi- Bektaşi Cemevi Başkanlığı’na karşı etkili bir programla mücadele edilecek mi?

Merak ediyorum!

(*) mihrâb ü mübrem: Vazgeçilmez olan

Önceki ve Sonraki Yazılar
İsmail Pehlivan Arşivi