Ayşenur Arslan
DAYAK YİYEN ÇOCUKLARIN UMUDU OLMAK…
Düşündükçe tüylerim ürperiyor. Ne kadar büyük, hatta muazzam bir sorumluluk: Atatürk’ün varisi olmak, koltuğunda oturmak.
Evet, cümleler aynı zamanda Erdoğan’ı tarif ediyor ama ben Özgür Özel’den söz ediyorum.
Sosyal medyadaki profilinde -ben bu yazıyı yazarken- hala CHP Genel Başkan Adayı yazıyordu. Oysa o CHP’nin, yani kurucu partinin 8. Genel Başkanı.
Türkiye’nin en kritik kavşağında yüklendiği bu sorumluluk, uzaktan bakınca bile göz korkutucu.
Ama Özgür Özel, sevgili kardeşim Cem Özkeskin’in kaleminden HALK TV ekranında izlediğiniz hayat hikayesiyle “gözünün kolay kolay korkmayacağı” mesajını veriyor.
Parasız yatılı okumuş bir çocuk söylüyorsa bunu, inanırsınız.
Çünkü parasız yatılı olmak savaşarak büyümek demektir.
Türkiye’nin en lezzetli öykülerini yazan Füruzan PARASIZ YATILI kitabında, bunun ne anlama geldiğini anlatmıştı:
Zengin akrabalarına sığınanlar..
Zenginlikten yoksulluğun karanlığına savrulanlar..
Yalnız anneler..
Gelecek adına bugünlerden mahrum yaşayanlar…
*. *. *
Bugüne kadar hiçbir CV’de yazmadım. Ama ben de parasız yatılılardandım. 60’ların başında sınavı kazanmış.. Ailemi Ankara’da bırakıp İstanbul’a, Çamlıca Kız Lisesi’ne okumaya gitmiştim.
Özgür Özel kendi deneyimini “çok dayak yedim” diye anlatıyor. Ben dayak yemedim. Ama o okulda dünya üzerime geldi ve ben unufak oldum.
Evden gelen koliler anında elimden alınıp paylaşıldı. Öyle ki kolilerde ne olduğunu bile görüp öğrenemedim.
Banyoda “ablalar” gelip, daha saçlarımdaki sabunu akıtamadan dışarı çıkarttılar. Aynı ablalar yemekte beğendikleri meyvayı tepsimden alıp arkalarına dahi bakmadan gittiler. Hayatımda ilk kez kendim yıkamak zorunda kaldığım çamaşırlarım elimden alınıp bir yerlere atıldılar.
İkinci döneme yakın revirlik oldum. Eve haber salındığında, revirdeki yataktan çıkamayacak kadar hasta ve güçsüzdüm. Annem gelip Ankara’ya, evimize götürdü.
*. *. *
Parasız yatılı olmak tabiat kanunlarını daha çocukken tatmak demektir.
Güçlü olan, seni döver, engeller..
Yalan söylemeyi öğrenmiş olan, senin doğrularını paramparça eder..
Ve bir an gelir, hayat seni seçim yapmak zorunda bırakır: Dayak atanlardan biri mi olacaksın yoksa Özgür Özel gibi “dayaktan yılmamayı” öğrenenlerden mi!
Ben o günlerde yenik düşenlerdendim belki. Ne var ki sonrasında neyi seçeceğimi, hangi yoldan yürüyeceğimi bildim.
(Uzun yıllar öncesinden bir anı: Oğlum daha ilkokul son sınıftaydı. Sabah Gazetesi’nde sınıfındaki çocuklardan birinin babasıyla ilgili bir haber çıkmıştı. Baba için ‘mafya’ denmişti. Bir grup çocuk da -içlerinden biri evden getirmişti herhalde- gazeteyi gösterip alay etmiş. hatta itip kakmıştı. Sinan da dayanamayıp arkadaşını savunmuş, ‘babası yüzünden ona bunu yapamazsınız’ demiş ve gazeteyi yırtmıştı. Hareketinin bedeli gazeteyi bulup getirmek ve hırpalanmak olacaktı. Sınıf arkadaşları bunu apaçık ifade etmişti. Ben o günkü gazeteyi buldum. Sinan da hırpalanmak üzere okula gitti. ‘Ama ben haklıyım’ diyerek, bundan güç alarak!)
*. *. *
Yalnızca bu ülkede değil, dünyanın her yerinde güçlüler zayıfları / yoksulları / yalnızları döver. Hele ellerinde iktidar gibi “kudretli” bir aygıt varsa.
Ama Türkiye bu konuda çok ciddi bir mesafe katetti! Aklı / bilimi / bilgiyi “cehennemlik” ilan edip cehaleti erdem sayanların ülkesine dönüştürdü.
Milyonlar, Özgür Özel’e ve kurultay konuşmasında tarif ettiği sol paradigmaya güvenmek istiyor. 11 yaşında parasız yatılı sınavından geçmiş o cılız çocuktan, Atatürk’ün koltuğunun hakkını vermesini bekliyor.