Ozan Gündoğdu
Boji’nin kakası
Her sohbetin en önemli gündemi enflasyon. İçinde bir aktör olarak bulunduğumuz sahnede sürekli dekorların değişmesi gibi, yaşamak için tüketmek zorunda olduğumuz mal ve hizmetlerin fiyatlarının sürekli artması hayat enerjimizi mahvediyor. Tükettiğimiz mal ve hizmetlerin ya kalitesi düşüyor ya da miktarı. Evimizde bozulan dayanıklı tüketim mallarını yenileyemiyoruz. Eşyalarımız bozuk, yaptıramıyoruz. Evde, mahallede, okulda, işte sürekli bir gerilim hakim. Hayatları boyunca politik gerilimler hakkında düşünmemiş geniş halk kesimleri aşırı dozda politikleşmiş durumda. Fakat bu politiklik bir bilinçlenme hali olarak değil tam da çürümenin bir başka sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin, Marmara ve Ege’de yaz başlarında görülen müsilajın deniz dibine çöküp tüm canlı hayatı tehdit etmesi gündemimizde değil. ‘Bunu gözlemleyemediğimiz için duyarlılık gelişmiyor’ diyebiliriz. Ancak sadece görebildiğimiz sorunlara tepki geliştirmek bizim pek de derin bir politikleşme yaşamadığımızın kanıtı. Kendimizden başka bir türün hayatını önemsememiz de politik olarak vasatın altı bir bilince sahip olduğumuzu gösteriyor.
Elbette, toplumsal anlamda politik bilincimizin bu denli sığ olması türlü sorunlara yol açıyor. Ancak bu sorunların en büyüğü siyaset kurumu tarafından rahatlıkla manipüle edilebilen bir topluma dönüşmemiz. Bu toplumun hemen her gün yaşadığı gerilimleri ve endişeleri, eğer siyaset kurumu çözmeyi göze alamıyorsa böyle gerilimler ve endişeler yokmuş gibi davranabiliyoruz.
Egemenler arasında bütün oyun yüzde 50+1 gibi bir aritmetiğe dönüşünce, halk dalkavukluğunun en çiğ uygulamalarını gözlüyoruz. Derinlik yok, ideolojik birikim yok, bir bakış açısı bile yok. Hızla servis edilen, hızla tüketilen, gündelik hayatının hızlı ritmini temsil eden, bu haliyle fast food’a benzeyen bir siyaset yapma biçimi; “Boji otobüse kakasını yaptı…”
Boji’nin kakası siyasetin gündemine bir biçimiyle sokulabiliyor ve dahası sadece İstanbul’u turlayan sevimli bir köpek olan Boji üzerinden 20 milyonluk kentin yerel yönetimi eleştirilebiliyor. Fakat Boji’nin kakasını konuştuğumuz kadar sayıları hakkında çeşitli rivayetler dolaşan Türkiye’nin sığınmacı sorununu konuşamıyoruz. Ege ve Marmara’da canlı hayatı tehdit eden müsilaj gündemimizden gözümüzün önünde olmadığı için çıktı. Peki ya sığınmacılar? Onları da mı görmez olduk? 4-5 ülkenin halkı Anadolu topraklarında bir araya getirilmiş ve zaten kendi içinde onlarca gerilimi olan bu toplumun, buna hiçbir destek almadan, konuşmadan, gündem etmeden uyum sağlamasını istiyoruz. Ne sığınmacıların sorunlarını ne de yarattığı toplumsal gerilimi konuşuyoruz. Konuşmadıkça, korkular derinleşiyor ve bu korkular üzerinden siyaset yapan kurnaz politikacılar ortaya çıkıyor.
Sığınmacı sorununu konuşmuyoruz çünkü yüzde 50+1’lik bu sistemin kirlettiği siyaset kurumunun uzun vadede çözülebilecek sorunları konuşmaya tahammülü yok. Bir ara yeltendik ve gördük ki, sığınmacı başlığındaki toplumsal gerilim had safhada. Dosyayı rafa kaldırdık. Ustaca ülkenin gündeminde indirdik sığınmacı sorununu. Onun yerine Boji’nin kakasını konuşuyoruz…
Ülkenin gündeminden ustaca indirilen bir diğer konu ise bu yazının ana konusu. 2020’nin mart ayından itibaren 1 küsur yıl boyunca hepimizin hayatını tarifsiz biçimde mahveden Covid-19’la mücadele artık siyasetin ve dolayısıyla devletin gündeminde yok. Denebilir ki, hastalık tehlikeli boyutta değil. Halbuki sadece 20 Kasım’da 201 yurttaşımızı bu hastalık yüzünden kaybettik. 30 Ekim’le 5 Kasım arasında Covid-19’dan kaybettiğimiz kişi sayısı tam 1204. Fahrettin Koca Eylül ayında 500 binden fazla aktif Covid-19 vakasının yüzde 83’ünün aşısız olduğunu söyledi. Buna karşın, dosta güven, düşmana korku salan siyasal iletişim kurumları aşılama kampanyasına devam etmiyor. Çünkü giderek yaygınlaşan ve derinleşen, giderek pervasızlaşan aşı karşıtlığıyla siyaset kurumunun mücadele etme cesareti yok. Kim bilir, belki de siyasetçilerimiz de aşı karşıtı hale gelmiştir. Bilmiyoruz, böyle bir şeyi tartışmaya bile cesaret edemiyoruz. Çünkü oy yarışı öyle kıran kırana geçiyor ki, kimse durup risk almayı göze alamıyor. ‘Bir de aşı karşıtlarını başımıza bela etmenin alemi yok’ deniyor.
Pandeminin başından bu yana halkı bilgilendirmeye çalışan hekimler hakaretler, iftiralarla karşı karşıya. Kimileri aşı karşıtları tarafından ölümle tehdit ediliyor. Ancak siyaset kurumu sessiz. Çünkü o kadar hızlı gidiyoruz ki, bir durup, böyle köklü bir sorunu çözmek için düşünmeye vaktimiz olmuyor. Aşı karşıtları yokmuş gibi davranıyoruz. Fakat aşı da olmuyoruz. Türkiye’de yaklaşık 10 milyon yetişkin yurttaş aşı olmayı reddediyor.
Halbuki konuşmayınca sorun yok olmuyor. Avrupa 4’üncü dalgayla boğuşmaya başladı bile. Bizde de vaka sayıları güven vermiyor. Sadece 20 Kasım’da yeni vaka sayısı 23 bin 347. Bizden 2 bin km Batı’daki Avusturya’da ise aşı olmayanların sokağa çıkması yasaklandı. Bu karar başta insan hakları olmak üzere her açıdan tartışılabilir. Fakat an itibariyle Avrupa’nın gündemi bu. Ancak biz üzerine konuşmaya bile değer görmüyoruz Covid-19’u.
Siyasetin gündeminde yüzde 50+1 var. Fakat bu gündemin nedeni, yüzde 50+1’lik oy yarışının yozlaştırdığı toplumsal ve politik iklim değil. Erdoğan’ın önümüzdeki seçimlerde yüzde 50+1’lik oy oranını görememekten endişe etmesi. Bu hikayede arayana çok ibret var…