Aytun Aktan
Besin Zincirindeki Son Halka ‘‘Çarpışma’’
İstanbul Devlet Tiyatroları’nın bu yılki repertuvarında tazecik bir oyun var; Çarpışma. Metin ödüllü, oyuncusu da. Üstelik sezona ait değerlendirmeler henüz bitmemişken. Oyuncu Can Atak, 2024 Direklerarası Tiyatro Ödülleri’nde Tek Kişilik Performans ödülünü alırken, oyun yazarı Müge Oksay da 2023 yılında, 109 yeni oyunun katıldığı, 3 Erhan Gökgücü Oyun Yazarlığı Yarışması’nda Büyük Ödül’ün sahibi olmuştu.
Uzunca zamandır tek kişilik oyunların çokluğundan yakınırken, kurumsal tiyatro da mı bu yola girdi diye önce mızmızlansam da metinin yetkinliği, oyuncunun performansı ve rejinin üç zamanlı anlatımdaki mahareti bu ön yargımı çöpe attırdı.
Klasik müzikle, hele de senfoni orkestrasıyla ilgili bir seyirciyseniz sizin için oyunda çifte ziyafet var diyebilirim. Anlatıcımız bir müzisyen. Senfoni orkestrasında, seyirciye göre sol üst, arkada konumlanan vurmalı çalgılar bölümünde çalıyor. Enstrümanı ise zil. Hani tüm konser boyunca bekleyip, birkaç ölçü için yazılmış notaları seslendiren, çoğu zaman bestecilerin unuttuğu vurmalı çalgı, zil. Bazen ne güzel iş ya keşke böyle bir işim olsa denilen türden belki. Ama oyuncumuzun derdi farklı; unutulmak, görülmemek, ‘‘besin zincirinde son halka olmak.’’ Müzik kariyerine ‘‘dahi çocuk’’ olarak başlayan sahnedeki karakter, ailesinde müzisyen yokken, piyano çalabilsin diye türlü fedakârlıklarla eğitim aldırılan biri. Ama o bir konserde vurmalıların sesini duyuyor ve ondan sonra zil çalmak istiyor. Bir gün onu da birinin duyacağını düşünerek… ‘‘İnsanın belki kendi hayatını harcamaya hakkı olmalı, başkası bizim hayatımızı harcayacağına biz harcayalım. En azından ben yaptım deriz.’’ Dediğinde ise artık ne çocuk ne de dahi. Büyümüş, senfoni orkestrası hiyerarşisinde görünmez olmuş bir zil çalgıcısı.
Orkestranın küçük evreninden, kozmosa doğru hiyerarşi sağlam bir sorgudan geçiriliyor. Orkestrayı ister metafor olarak alıp başka ilişkiler düzenine şablon yapın, isterseniz sadece orkestra içinde bırakın oyun anlamını kaybetmiyor. Sahnede tek kişi var ama orkestra şefi ve onun protokolde oturup, sürekli flaşlı fotoğraflar çeken saygısız oğlu, müzisyenin kendi oğlu, başarısız evliliği sonrası boşandığı eski karısı ve karısının yeni sevgilisi, soprano solist, başkemancı kadın… görmesek de orada olduklarına inandığımız bir kalabalıklayız. Oyuna adına veren çarpışmalar da tüm bu kişiler ya da konumlarla, müzisyen arasında olurken, iki zilin çarpışması ise unutulmaz oluyor. Bir parça asosyal, ilişkilerinde başarısız, güven problemleri olan bir karakter bu müzisyen. Atak, hikâyeyi üç zamanda anlatıyor; oyunun şimdisi, ana olayın olduğu konser vakti ve ondan da öncesi; çocukluk-eğitim-evlilik… Bu sıçramaların anlaşılır olmasında, ışık tasarımının (Yakup Çartık) çok başarıyla uygulandığını söylemeliyim.
Tek kişilik oyunlar için oyuncuya boş bir sahne bırakırsanız işi çok zorlaşır. Yönetmen Kubilay Karslıoğlu sahneye bir orkestranın modeli olabilecek sıralamada sandalyeler, Maestronun kürsüsü, sopranonun kırmızı elbisesi, keman, zil, ceket yerleştirerek başarılı bir atmosfer oluşturuyor. Bir saate yakın sahnede kalan Atak, bu malzemeleri ustalıkla kullanırken, seyirci de anlatının peşine düşüyor. Şefin batonun sesi de seyirciye zamanların değişiminde rehber oluyor. Konser sırasında yüzden fazla enstrümanı yöneten şefin egosu ve bu kalabalıkta kendini değersiz hisseden karakterimizin zihninde büyüyen öfkesinin trajediye dönüşünün işaretleri oyunun başından itibaren veriliyor. Tüm bu gerilimi dozunda veren, çatışmaları atlamayan, karakterin kendi içinde başlattığı sorgulamayı seyircinin zihninde devam ettirten iyi bir dramaturg çalışmasının arkasında Sündüz Haşar var.
Metnin yazarı Oskay’ın eğitim hayatı müzik, opera, tiyatro ve yazarlıkla dopdolu. Bu alt yapıyla da böyle sağlam bir iş çıkıyor. Devlet Tiyatrosu da bu oyunu repertuvarına iyi ki alıyor.
Kendimizi kalabalıklar içinde, ailede, dostlarımızla, iş yaşantımızda, ilişkilerimizde zili çalan orkestra üyesi olarak bulduğumuz olmuyor mu? Peki uyum ve ahengin çok önemli olduğu orkestrada müziğini duyulur kılan bazı enstrümanlara yazılan ‘‘sus’’ lar olamaz mı? Bu kontrastın yarattığı estetik harmonide, birilerine yazılan suslar çok olduğunda çıkacak isyan sesleri kaosun kendisi olabileceği gibi yeni bir çokseslilik de olabilir pekâlâ. Çarpışma oyunu çatışanların ve tutunamayanların iç sesini keşfetmesi için bir fırsat belki de. İyi pazarlar.