Sezin Öney
1 Nisan…
DEM Parti’nin İstanbul’da aday çıkarıp çıkarmayacağı ve özellikle de, Başak Demirtaş’ın olası adaylığı üzerinden yoğun bir gündem dalgalanması yaşadık. Sonunda, DEM Parti İstanbul Büyükşehir Belediyesi için adaylarını açıkladı: Meral Danış Beştaş ve Murat Çepni oldu. DEM’in İstanbul’da aday göstermesi kaçınılmazdı ve iyi de oldu. Diğer bir tüm partiler aday gösterirken, DEM’in göstermemesi parti içinde ve tabanda tartışma ve sorun yaratacaktı. Kaldı ki, Başak Demirtaş adı ileri sürüldükten sonra, yaşanan gündem yoğunluğu ile DEM’in adayları olması ve düşük profilli olmamaları kaçınılmazlaştı.
Meral Danış Beştaş, Kürt siyaseti ve hak mücadelesi ile adı özdeşleşen biri; sadece politikada aktif olduğu süreçle de değil, avukatlığı ve Diyarbakır Barosu’ndaki rolüyle de…
Murat Çepni ise, “Karadenizli adaya karşı Karadenizli aday”: Ezilenlerin Sosyalist Partisi’nden Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) geçen bir siyasetçi.
Beştaş ve Çepni’nin aday gösterilmesinden hareketle, DEM’in İstanbul’da “düşük profilli adaylar” gösterdiğini öne sürmek yanlış olur. Tersine DEM, kimsenin lafına bakmadan, kendi tabanından gösterebileceği en güçlü adaylardan isimleri seçti.
Yineleyelim: DEM’in aday göstermesi, Başak Demirtaş’ın adı geçtiğinden itibaren kaçınılmazlaşmıştı.
Fakat DEM, yine de bir risk alıyor. Cumhur İttifakı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni kazandığı takdirde, siyaseten hiç olmadığı kadar güçlü hale gelecek. O Cumhur İttifakı ki, bir yanda MHP’si ve diğer yanda küçük ortak olsa da, “püsküllüsü” HÜDA-PAR’ı içeriyor. Bu durumda da, DEM’in önünde şu sorular olacak:
Yerel seçimlerden başarıyla çıkan bir Cumhur İttifakı’nın “parçalanmak”, “bölünmek” gibi bir meselesi neden olsun? Kazanan siyasi formül eden değiştirilsin? Cumhurbaşkanı Erdoğan, DEM ile ortaklaşarak Kürt Sorunu’nu çözmek amacıyla elini neden taşın altına soksun? Kürt Sorunu’nu, bugünkü “sürdürülebilir sıkışmışlığı” ile yönetmek yerine, neden risk alsın?
Ve, sonucu ne olursa olsun DEM’in aday göstermesi, Ekrem İmamoğlu için hayırlı oldu. İmamoğlu, kaybederse, yüksek ihtimal çok az oy farkıyla kaybedecek. Bu durum da, aday çıkarmış partilerin suçlanmasına neden olacak. Suçlanacak partiler de, Zafer Partisi ve Yeniden Refah dışındakiler olacak-çünkü, bu iki parti, çeperden gelen ve protest oyları çeken siyasi hareketler. Kendi tabanları ve diğer siyasi partiler, diğer tabanlar, Zafer ve Yeniden Refah’tan zaten aykırılık, ayrıksılık bekliyor. Kaldı ki, Zafer Partisi’ne giden oylar, bu parti aday göstermese, sandığa gitmeyecek veya protesto oy kullanabilecek partiler. Bu iki partiye “kaybettiren” algısıyla yaklaşılmaz; ama DEM, İYİ Parti ve hatta Saadet’e bile bu algıyla yaklaşılacaktır. İmamoğlu da, az bir oyla kaybettiğinde, iktidarı muhalefeti herkesin kendisine karşı birleştiği ve bu nedenle önünün kesildiğini öne sürerek siyasi yoluna devam edebilir. Düşmüş değil, çelme takılarak düşürülmüş bir “mağdur” olur. Bu tablodan da, yeni bir siyasi hikaye de çıkarabilir.
Öte yandan, İmamoğlu kazanırsa “herkese ve her şeye rağmen” kazanmış olacak. Önü de, “efsanevi bir zafer” kazandığı için zaten açılacak.
Her iki senaryoda da, DEM’e ve özellikle de Demirtaş’a rağmen kazanmanın da, muhakkak bir “acı tadı” kalacak. Kaldı ki, İmamoğlu gibi “ılımlı”, “güvercin” kanattan ve şu an için muhalefette önü en açık aktöre kaybettirmek, DEM’e veya Demirtaş’a ne kazandırır?
AK Parti Grup Başkan Vekili Efkan Ala’nın, Diyarbakır’da ilçe belediyelerine yönelik toplantıdaki konuşmasının çözüm süreci için ümit veren konuşması mı “kazanım”?
Ala, toplantıda; “Daha önce buralarda hayal bile edilemeyen sessiz devrimleri gerçekleştirmedik mi birlikte. Başkalarının hayal edemediği şeyleri yapan bu kadro şimdi onların hayal edemediği şeyleri yapabilir. Bizim de onlara dediğimiz, gelin köstek olmayın. Destek olun. Milletin problemlerini çözelim. Problemden yararlanmayın. Problemlerin üzerine çocukları atmayın. Gençleri problemlerin önüne sürmeyin. Gelin ey Türkiye’de siyaset yapanlar, birlikte problemleri çözmek için herkesi yönlendirelim. Herkese alan açalım ve fırsat verelim, Türkiye’yi hedeflerine taşıyalım. Bunların en önemli kaynaklarından biri de belediye yönetimleridir.”
Bu konuşmadan “umut” bulanın, “çok umutsuz” bir durumda olduğundan başka bir şey söylemek mümkün değil.
Çözüm süreci için “ümit duymak isteyenlerde, umut beklentisi yaratabilecek” tek şey, ABD’nin Irak’ta ve buna bağlı olarak da Suriye’deki askerlerinin çekilmesi süreciyle, Beyaz Saray’ın böylesi bir süreci destekleyeceği…
Bu noktada da, “hangi Beyaz Saray?” sorusu devreye giriyor. Kasım 2024’ten itibaren Donald Trump gerçekliğiyle ve dış politikada kimsenin öngöremeyeceği bir döneme girmek de mümkün.
Demirtaş, mektubunda “1 Nisan’ın, 31 Mart’tan önemli olduğunu” söylüyordu. Haklı: o 1 Nisan’ın, Cumhur İttifakı’nın “Terminatör”leştiği dönüm noktası olması da mümkün. Neticede, DEM dahil hemen tüm muıhalefet partileri, iktidarı yaptıklarından dolayı ödüllendirmiş olacak. Cumhur İttifakı’na “az bile yaptın, daha da çok yap” mesajı gidecek.
Diğer bir deyişle:
1 Nisan’ın Cumhur İttifakı’nın İskandinav efsanelerindeki kurt postuna bürünüp savaş meydanında önüne geleni acımasızca ezip geçen “Berserker” adı verilen savaşçılara dönüşmesi de mümkün. Roma İmparatorluğu’nun medeniyetini de, Cermen Berserkerler ağır yenilgilere uğratmıştı.