Aytun Aktan
Canavar Kim?
Uyarı: Travma mağdurları için tetikleyici unsurlar içerebilir.
Canavar oyununun künyesinde dikkat çeken bu not, merak duygusunu da berberinde getiriyor. Bazı oyunlardan hemen önce yapılan oyunda silah patlayacağı, yüksek sesli efektler kullanılacağı ya da özel ışık tasarımları nedeniyle bazı hassasiyetleri olan seyircilerin durumdan etkilenebileceği uyarılarına alışkınız ama son zamanlarda metin içeriklerine ilişkin de bu tip uyarılar oldukça dikkat çekici.
Geçtiğimiz mayıs ayında prömiyeri gerçekleşen Canavar adlı tiyatro oyunu oldukça zor bir meseleyle sahnede. Sinema severlerin yakından tanıdığı, logosunu görünce tabi ya diyeceğiniz Bir Film, kendi içinden İki Tiyatro’yu çıkarmış. Böyle ardışık söylendiğinde isimlerindeki sihir daha anlaşılır oluyor. 2002 yılında kurulan, yapım ve dağıtım şirketi Bir Film’in kardeşi diyebileceğimiz bu tiyatro ekibinin ilk tiyatro oyunu Canavar. Şirketin ortaklarından da olan, sinemada çok sayıda başarılı iş yapan Tunç Şahin bu oyunun metin yazarı ve yönetmeni. Karışık Kaset, 7Yüz adlı çalışmaları ile bilinen Şahin 2020 yılında, şu sıra oldukça sıkı gündem konusu olan Altın Portakal Ulusal Film Festivali En İyi Senaryo Yarışmasında ‘‘İnsanlar İkiye Ayrılır’’ filmi ile ödül almıştı. Yapımcı, yönetmen ve senarist Şahin, tiyatrodaki ilk çalışmasında bu kez kameranın vizörünü seyircilerin vicdanlarına yerleştirmiş. Yılların sinemacısı oyun boyunca sinema dilinden uzakta duruyor. Gerçek zaman akış çizgisinde, göstermeci, gerçekçi üslupta kurduğu sahnesinde girişin altı, bahçeye açılan mütevazi bir açık mutfakta, iki kız kardeş ve kuzenlerinin sohbetiyle seyircisine onlarca soru sorduruyor.
Yönetmeni kadar oyuncuları da çok yönlü, çalışkan, hatta bazıları ödül avcısı. Onlara ara ara döneceğim. Zira tiyatroya yeni adım atmış yönetmen ve yazar ilgimi çekmeye devam ediyor. Konu seçimini oldukça cesur bir yerden yaparak kendini riske atıyor diyebilirim. Bireyin var oluş krizlerinden çıkıp, ‘‘kutsanmış aile’’ kavramına ilişkin seçim yapmış yazar. Aile için olumlu ve olumsuz çok sayıda analiz, kulağa korkunç gelen sözler kadar güzellemeler de bulabiliriz. Sönmez Ailesi için pek iyi şeyler söylemek mümkün olmuyor. ‘‘Kan bağı’’ ile bir araya gelmiş bu insanlar hayatı birbirine zindan etmişler ve özellikle de kendini savunamayan çocuk yaştaki akrabalarına. Eylemde canavarın ta kendisi kadar, ihmal eden, susan, görmeyenlerin de suça katıldıkları, sıradanlıklarıyla görünmez olan Sönmez ailesi yıllar sonra akran üç yetişkin insanla sahnede parçalara ayrılıyor. Seyirciyi de edilgen pozisyonda tutarak, eylemsizleşmenin kodlarını yazıyor.
Sardunyasıyla sohbet eden, elinde şiş ve örgüsüyle kanepede oturan sıcacık, oyun boyunca da enerjisini benzer yerde tutan oyuncu Gülçin Kültür Şahin seyircilere televizyondan oldukça tanıdık. Onu psikolojik dramlardan tanıyan seyirci için sahnede de benzer bir işin içinde bulmak seçilmiş güvenli bir liman sanki. Öte yandan oyuncunun samimiyeti, onu tiyatro sahnesinden kendi evimizin mutfağına taşıyan en önemli öğe. Ocağı yanan bir mutfak, sıcak demleme çay, dolaptan çıkan meyveler… Elini uzatıp kuruyemiş tabağından bir şeyler atıştırmak istiyor insan.
İmza günü için geldiği kasabada, son anda ziyarete geleceğini duyurmuş, çok satan kitaplarıyla ünlenmiş yazar kuzen, Hakan Emre Ünal. Çok çalışkan bir oyuncu Ünal. Yazarlık, yönetmenlik alanında da bir o kadar başarılı işlerin içinde. Halen devam etmekte olan ‘N’Olacak Bu Yusuf Umut’un Hali’ oyununda bu üç meziyetini bir arada seyirciye sunarken, ‘Tırnak İçinde Hizmetçiler’, ‘Sevgili Arsız Ölüm- Dirmit’, ‘Herkes Kocama Benziyor’ gibi son dönemlerin en çok başarı kazanan oyunlarının da içinde. Birçok tiyatro grubunda çalıştıktan sonra kendi kurdukları Tiyatro Hemhal ile yoluna devam ediyor. Canavar oyununda onu en az oyunculuk haliyle görüyoruz belki de. Yönetmenin tercihlerine saygılı bir oyuncu diye düşünüyorum çünkü daha öncesinde onun sahnede nasıl işler çıkardığını görmediyseniz, bu köşeye sıkışmış oyunculuğun bir yönetmen tercihi olduğunu anlamayabilirsiniz. Kuzen Kemal ailedeki kilidi yerinden oynatmaya geliyor. Metnin taşıyıcısı, habercisi gibi görebileceğimiz ama o kadar fazla diyalog akışı olduğu için bazen röportajcısı konumuna düşen Kemal Sönmez bir imza günü için Anadolu’da küçük bir kasabaya gelir. Kuzenleri bu ziyaretten tedirgindir çünkü ailenin seyircilere aşırı tanıdık yerden gelen sorunlar yumağı vardır. Diyalogları bu kadar kolay kabul edip, almamız bu kodların hepimize ait olmasından kaynaklanıyor.
Tiyatro metinlerinin türlü zorlukları vardır, romana, hikâyeye benzemez. Anlatmak, göstermek, sezdirmek arasında gider gelir. Bu metnin zorluğu tercih olarak asıl konuyu yavaş yavaş açmak istemesinden geliyor. Seyirciye her şeyi anlaması ve aile ağacını kafasında kurabilmesi için tanınan zaman biraz uzuyor ve diyaloglar kimi zaman soru cevap haline döndüğünden o sıcak mutfağın samimiyeti biraz şüphe uyandırıyor. Ancak oyuncular çok usta, başka bir üçlüde zirveye ulaşan çatışmalar ve duygusal çözülmeler nasıl olurdu bilemem ama bu ekip bunu çok iyi başarıyor.
Anadolu kasabası olmakla, 1980 ler olmak arsında bir kokusu var atmosferin. Oyunda geçen zamanın günümüz olduğunu sosyal medyanın varlığından, en güncel televizyon dizileri ve oyuncularının adının geçişinden, aralarındaki şakalaşmalardan anlasak da bahsettiğim ince çizgiyi seyircilerin bir kısmının sezdiğini düşünüyorum.
Her yazarın en çok sevdiği şey metafor kullanmak pek tabi ki. Oyunda da serpiştirilmiş olarak onları bulmak mümkün. Birlikte yapmayı denedikleri, eskilerden kalma, geleneksel aile yemeği ‘kapama’ en kalbi olanı mesela. Yapması zor, yemesi kötü! Sofrada süren konuşmaların seyirciyi atık asıl meseleye taşıması 80 dakikalık oyunun yarısını alıyor ve sofrada birlikte geleneğin tadının çok da lezzetli olmadığı son sahneye gelene kadar adı örtme, kapama, saklama olan bu yemekle ilerletiyor yazar. Yemeğin fırında piştiği sırada kıyametler kopuyor. Ve kuzenler sonunda bu yemeğin/ailenin tadının aslında hiç de kitaplardaki gibi olmadığıyla yüzleşiyor. Peki yüzleşmek, konuşmak, yalnız olmadığını bilmek bu derece büyük travmalar için iyileştirici mi? Burada konunun profesyonellerinin yorumlaması için sessiz kalıyorum. Yazar oldukça zor bir konu seçmiş dedim ya. Oyunun sonunda da soruları cevaplamak yerine seyircinin kucağına, vicdanına, tandık duygularına, bildik gerçeklerine bırakıyor finali. Rahatsız edilmiş seyirci katarsisini (arınmasını) kendi tanıdık bilgisiyle yaşamak üzere salondan çıkıyor.
Ailelerin hikayelerinde arketipe dönmüş karakterler olur. Canavar oyunu buradan da faydalanıyor, çok çeken, parayı batıran, hayırsız olan, zengin olan, uzakta yaşayan gibi Sönmez ailesinde de çok sayıda tip var. Hiçbirini görmüyoruz, kuzenler aralarında konuşurken eşleşiveriyor seyircilerin kendi aileleriyle. Oyunun künyesindeki uyarıyla eşleşen tanıdıklıksa en kötüsü. Maruz kalmak, maruz bırakmak, seyirci olmak, ses çıkartamamak, çok sayıda mağduru, tek faili olan büyük suç. Ailenin içini çürütmüş, bu kokuşmadan herkes nasibini alıp hayatta kalmış. 140 IQ seviyesiyle okuyamamış bir kardeş, Derya. Kasabaya sığınmış bir vergi dairesinde müdür olan abla, Aslı. Gelelim bu ablaya. Tülin Özen öyle dengeli bir oyunculukla ilerliyor ki onun tırmanışını heyecanla bekliyorum. Metin onu bu konuda biraz tek başına bıraksa da oyuncu arkadaşları ile öyle güzel taşınıyor ki yukarıya, duyguların paramparça olduğu, etrafa saçıldığı o anda gözlerim Tülin Özen’den başkasını görmüyor. Oyunculuğun sihrine sahip. Zaten ödüllere doygun bir kadın oyuncudan aksini beklemek hata olurdu. Tesadüfün en güzel anı da oyunu seyrettiğim gün Tülin Özen’in başrolünü oynadığı, Selman Nacar’ın yönettiği ‘Tereddüt Çizgisi’ filminin Zürih Film Festivali’nden En İyi Film ödülünü almış olmasıydı. Gönülden tebrikler.
Aile kan bağıyla bir araya gelmiş, belki de yan yana aynı masada oturmaları başka koşullarda mümkün olmayacak insanları akrabalık bağlarıyla birbirine zincirlemiş bir zindana dönebiliyor. Yokluğunun da varlığının da bin bir zorlukları var. ‘Kutsal, sorgulanamaz’ bu kurumun içindeki iltihaplar önce arsa, para meseleleri gibi önümüze gelse de sonrası İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmamızın yanlışları ile önümüze akıveriyor.
Oyunun diğer bileşenlerinde, müzik ve ışık gibi kayda değer bir detay yok. Camda beliren siluet dışında. Sanırım sinemadan gelen yönetmen için artık bunlarla uğraşmak yerine oyuncuyla bu kadar yoğun çalışmak heyecan vermiş. İyi de olmuş. Zira ne oyunlar gördük içinde sinema çoktu. İki afiş tasarımında oyunun göstergeleri ön plandayken, son afiş çalışmasında oyuncular ön plana alınmış. Oyun içinde komik anların da olduğu, melodrama sırtını yaslamamış, bir göz yaşı seli yaşatmıyor seyirciye. Aksine sert gerçekler var. Ama buna rağmen hayatın doğal akışlındaki gibi finale gelindiğinde ‘aile değil, meydan savaşı’ dedikleri Sönmez ailesinin kutsalları çöpe giderken, dolaptan çıkan barbunya eşliğinde atmosferin basıncı, tatlı esprilerle bir parça dağılıyor. Gene de kapama boğazımızda takılı kalıyor.
Canavarın kim olduğu sorusunu sormaya devam ederken, çok sayıda failin kararttığı yaşamlar tam da o anlarda, hala devam ediyorken bunun kader değil politik bir tercih olduğu hep aklımızda kalsın. ‘‘Çünkü bu sadece Darwin değil!’’