Murat Ağırel’in savunmasının tamamı
Gazeteciler, "devlet sırlarına karşı suçlar" ve "MİT Kanununa muhalefet" suçlamalarıyla 8 yıldan 19 yıla kadar hapis cezasıyla yargılanıyor.
Murat Ağırel’in duruşma salonunda yaptığı savunmanın tamamı şöyle:
Sayın Başkan, Değerli Heyet, Değerli İddia Makamı,
Kıymetli Avukatlar ve Kıymetli Hazirun;
Mahkemenizde sanık sıfatı ile bulunma nedenim, 2937 sayılı Kanunun 27. maddesi ile birlikte TCK'nın Devlet Güvenliğine ve Siyasal Yararlarına İlişkin Bilgileri Açıklama başlıklı 329 maddesinde tanımlanan suçları işlediğim iddiasıdır.
İddia makamının savlarına karşı savunmamı elbette yapacağım. Ancak öncelikle bazı hususları önemle mahkemenize arz etmek istemekteyim. Zira bu hususlar savunmamın içerisinde yer alacak olan bazı olguların temelini oluşturmaktadır.
Sayın Başkan ve değerli heyet ben Adana'nın Ceyhan ilçesine doğmuş işçi emeklisi bir babanın ve ev hanımı bir annenin 6 çocuğundan biriyim. Ailem, Anadolu tabiri ile kendi yağında kavrulan bir ailedir. Lise eğitiminden sonra İstanbul'a geldim. Hem okumak, hem de çalışmak zorunda kaldım. Bu süreç içerisinde biz kaç kişiyiz sivil toplum platformuna katıldım. Bu platform ADD, ÇYDD, CKD, CUMOK gibi yurtsever 110 derneğin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Bu sivil toplum kuruluşlarının katılımı sonucu milyonlarca yurtseverle birlikte; Cumhuriyet Mitingleri,Hukuka Saygı, Şehitlere Saygı, Teröre Lanetgibi mitingler düzenledik. Bu mitinglerin amacı yaklaşan tehlikeye dikkat çekmek ve yetkili kişileri uyarmaktı.
2008 yılı Temmuz ayında Kadıköy'de gerçekleştirilen "Hukukuma Dokunma" mitinginde yaptığım konuşmada bu dönemin terör örgütü lideri ve çetesi FETÖhakkında söylediklerimden sonra 2008 Eylül ayında kumpas davası olan Ergenekon davasına eklendim.
Sonraki yıllarda FETÖ Terör Örgütü ile mücadelem artarak devam etti.Ancak 15 Temmuz hain darbe girişiminin meydana gelmesini ne yazık ki engelleyemedik. Hain darbe girişiminden sonra devlet kurumlarının ve yöneticilerinin bu yapı hakkında gerekli malumata sahip olduklarını artık aman vermeyeceklerine inanmıştım.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün de dediği gibi, "Kalem kılıçtan daha kuvvetlidir. Kılıç kullanan kol bir gün yorulur ve kılıcını kınına koyar." sözünü ilke alarak, acemice yaptığım yazarlık ve hayalim olan gazetecilik mesleğini, profesyonelce yapmaya başladım.
Ulusumuzun bağrından çıkarak Cumhuriyet devrimlerini canı pahasına savunacak olan ilerici güçleri yıldırıp, usandırmaya çalışan,Ulusumuzu ve devletimizi ele geçirmek, çökertmek isteyen gerici ve emperyalist güçlerin varlığını bilen bir yurttaşım.
Bütün yaşamım bu hain yapılar ile işbirliği halindeki çeteler, taşeron terör örgütleri ve yoksul halkın alın teri ile oluşturulmuş kamu kaynaklarını yağmalayan, yolsuzluk yapan kişiler ile mücadele ile geçti. Bundan sonra böyle olmaya devam edecektir. Ben ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün devrimlerini kendime rehber edinmiş bir kişiyim. n ışığında hayat mücadelesine devam eden Kemalist Türk genciyim.
Kumpas davası olan Ergenekon davasından 2019 yılında beraat ettim. Beraat ettikten sonra hakkım olmasına rağmen tazminat davası açmadım. Bunun sebebi ise; şayet alacağım tazminat, bu kumpası kuran hainlerin cebinden çıkacak olsa saniye düşünmezdim. Ne yazık ki muhtemel alacağım tazminat,
fukaranın cebinden ödenecektir. Dosya avukat vekalet ücretinidahi iade almadım. Bunu yapmış olsaydımrahatsız olur uyumazdım. Boğazımdan geçmezdi.
Sayın Başkan değerli heyet;
Mahkemenizde iddia edildiği gibi bir suçun olmadığını ve nasıl olmadığını savunacağım. Zira bu olmayan suçlamalarla tam 120 gündür cezaevinde bir hücrede tek başıma tutuluyorum. Hakkımdaki suçlamalar, ne bir somut delile dayanıyor, ne de vicdana sığıyor.
İddia makamının tarafınıza sunduğu iddianame bana göre bir "niyetnamedir". Neden böyle nitelendirdiğimi ve savunmamı anlatmaya başlayayım;İddianame içerindeki, iddiaları çürütecek benim savunmamı ise doğrulayacak belgeleri savunma metni içerisinde numaralandırdım ve ek dosya olarak tarafınıza da sunuyorum.
Şubat ayının ilk haftasında "SARMAL" isimli kitabım satışa çıktı ve büyük bir ilgiyle karşılaştı. Bu nedenle devamlı tanıtımlara ve kitap imza günü etkinliklerine katıldım.
22 Şubat günü yani suç işlediğinim iddia edilen, yanitweet paylaşımını yaptığım gün, CKM (Cadde Bostan Kültür Merkezi)’nde imza günü etkinliği saat 15:00’da yapılacaktı. (EK-1)
O günün sabahında TELE1 TV'de Namık Koçak'ın programına canlı yayın konuğu olarak katıldım ve kitabım hakkında konuştuk. (EK-2)
Sonrasında Kadıköy CKM'ye gittim. İmza etkinliği başlamadan yirmi dakika önce Sputnik Radyo RSFM'de Ahu Özyurt'un sunduğu programa, telefon ile canlı yayına bağlandım. Bu canlı yayın 14:40 da başladı 15:00'a kadar sürdü. Konu sadece kitabım "SARMAL"dı.(EK-3)
İmza etkinliği çok kalabalıktı, saatlerce kitap imzaladım. Etkinlik 19:00 civarlarında bitti. İmza sonrası CKM yanında yer alan bir kafede eşim, çocuğum, arkadaşlarım ile bir süre dinlendik. 20:00-20:30 gibi evime gittim. Ertesi gün, İzmir Alsancak'ta imza günüm vardı.(EK-4) Seyahatimi uçak ile gerçekleştirecektim. Uçuş saati de sabah çok erken saatteydi. Hazırlık yapmam ve pazartesi yayınlanacak olan gazete makalemi hazırlamak zorundaydım.
Yazımı hazırlamam ve göndermem ancak saat 22:10 civarında gerçekleşti. Gün boyunca haberlerden uzak kalmıştım. Televizyondan haber özetlerini izledim. Sayın Cumhurbaşkanı bir otoyol açılışına katılmış ve açıklamalar yapmıştı. Açıklamasında "Libya'da birkaç tane şehidimiz var" demişti.(EK-5) Yanlış duydum herhalde diye düşündüm, Cumhurbaşkanlığı ve Anadolu Ajansı'nın haberlerine baktım. Tekrar dinledim. Gerçekten Cumhurbaşkanı şehitlerimiz için "tane" demişti. İnanılmaz üzüldüm. Bu vatan uğruna gözünü kırpmadan can veren yiğitlerden eşya gibi “tane” diye bahsedilmesi çok üzmüştü beni. Yazımı göndermemiş olsam bu konuda yazacaktım. Şehitlerimizkaç kişiydi? İsimleri neydi? Bunu öğrenip sosyal medyada paylaşmaya ve sonrasında da yazı yazmaya karar verdim.
Sosyal medyaya baktım. Konu hakkında binlerce kişi paylaşımda bulunmuştu. Daha öncesinde ise Libya'da bir geminin vurulduğu ve şehitlerimizin olduğu haberleri vardı. Hatta Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın'a da bu sorulmuştu. Sayın Kalın isabet etmediğini bildirmişti. (EK-6)Ancak çeşitli haber kaynaklarında ve sosyal medya paylaşımlarında geminin vurulduğunu gösteren görüntüler yayınlanmıştı. (EK-7)
Bu habere ait şehitler hakkında da paylaşımlar yapılmıştı. Benim dikkatimi ise,Habertürk Güvenlik Uzmanı olan askeri harekât konularında devamlı TV'lerde gördüğümüz ve şehitler konusunda en doğru bilgiler veren Abdullah Ağar'ın 19 Şubat'ta yaptığı "Vatan kimi zaman bilinen kimi zaman da BİLİNMEYEN kahramanlarıyla yükselir" yazıp ek olarak paylaştığı fotoğraflı paylaşımı çekti.Çünkü bununla ilgili herhangi bir resmi açıklama veya demeç yoktu. (EK-8)
Sosyal medyaya daha dikkatli baktım. Benimde yazarı olduğum Yeniçağ gazetesi internet haber servisi bu konuda bir haber yapmış ancak kaldırmıştı. Yeniçağ İnternethabersorumlusu Batuhan Çolak silinen haberi kendi twitter hesabında birkaç tweet mesajı ile haberleştirmişti. Okudum. Şehitlerimizden birisi emekli olmasına rağmen tekrar göreve çağrılmış sonra şehit olmuş, cenazeleri de törensiz yapılmış yazıyordu.(EK-9)
Cumhurbaşkanı'nın "tane" açıklaması ve üzerine bu bilgi beni derinden üzmüştü. Batuhan Çolak'ı aradım. Bu bilginin daha önce de gazeteciler tarafından bilindiğini ancak doğrulatamadığını, hiçbir yerde de resmi bir açıklama olmadığından bahsettim. Batuhan’da “devlet kurumları biliyor, ama resmi bir açıklama yapılmadı” dedi. Şehitlerimizin törensiz gömüldüğünden bahsetti. Üzüntülerimizi paylaştık.
Her Türk evladı gibi ben de her şehit haberinde çok üzülürüm. Çünkü şehitlerimiz“tane” değildir. Bir babadır, ağabeydir, oğuldur, kocadır, sevgilidir. Şehit şehadete erdiğinde can veren sadece kendisi değildir. Tüm sevdikleridir. Şehidimiz ister asker, ister polis, ister memur, ister vatandaş olsun. Hepsi bu toprakların evlatlarıdır. Hak ettikleri değeri göstermek zorundayız. Yapılacak tören bu değerlerden en önemlisidir.
İşte tam bu saikle, gazeteciliğin vermiş olduğu haber refleksi ile düşüncelerimi ve üzüntülerimi paylaşmak istedim.
Sosyal medyaya yeniden baktım. "Sol" gazetesi Yeniçağ Gazetesini ve Batuhan Çolak'ı kaynak göstererek yine aynı saatlerde paylaşım yapmıştı. (EK-10) Şehitlerimizle ilgili haberlerin Batuhan ve Yeniçağ'da yayınlanma saati öğle sularındaydı. Çok basit bir araştırma ilesosyal medyada şehitlerimizden birinin devre arkadaşlarının paylaşımını gördüm. "1993'lüler Derneği"nin paylaşımıydı. Şehidimizin de fotoğrafı vardı. (EK-11)
Ancak farklı farklı fotoğraflar kullanılıyordu. Biraz daha bakındım. Muhtarın paylaşımına tekrar denk geldim. Şehitlerimizin baba adı,adresi,defin yeri bildiriliyordu.(EK-12)
Yorumlar kısmında da şehidimiz hakkında bilgi ve fotoğraflar vardı. Fotoğrafın üzerinde "bize emanet" yazılı bir logo ile "Türk Özel Kuvvetleri" yazılı bir adres vardı. (EK-13)
O adrese baktım. "Bordo Bereliler" adlı adrese de baktım.(EK-14)Ekşisözlük,Facebook, Twitter şehitlerimizin resimleri ile bilgiler ile doluydu. Şehitlerimizden biri albaydı. Diğerinin binbaşı olduğu yazılıydı. Yorumların birinde de "meslek memuru" ifadesi vardı. İlk defa duydum. Meslek memuru tabiri Dışişlerinde kullanılır diye biliyordum. Kendi kendime Dışişleri Bakanlığı memurunun ne işi var orada dedim.
Bu konular hakkında bilgi sahibi olabileceğini düşündüğüm kişileri arayarak görüşlerini sormak istedim. Dışişleri Bakanlığından uzun yıllar önce emekli olmuş bir büyüğümü aradım. Onun da bilgisi yoktu. O da benim gibi sosyal medyadan gördüğünü, tören yapılmadığı için sosyal medyada çok
tepkinin olduğunu söyledi. Sosyal medyadaki bilgilerden bahsettik, “Bunlar yardım görevlisi subaylardır.Yardım görevlisi olduklarını belirtmek için bunlara Case officer, meslek memuru denir” dedi. Ben de şehitlerimizin yardım gemisinde görevli subaylar olduklarına kanaat getirereksosyal medyada yer alan paylaşımı yaptım. Bu paylaşımı yapmamda ki gayem şehitlerimizin şahadetini yüceltmek ve bu kahraman vatan evlatlarının hak ettiği ilgiyi ulaşmasını sağlamaktı. Düşünsenize bu topraklar uğruna can veren yiğitlerimizden "tane" diye bahsedilip geçiştiriliyor, tören dahi yapılmıyor. Hangi Türk evladı bunu kabul eder. Amacım bunları dile getirip şehitlerimizi yâd etmekti. Başka bir amacım, düşüncem, kastım yoktu. Gazetecilik refleksi ile şehit olmuş askerlerimizin, kahramanlarımızın “tane” diye nitelendirilmesine, törensiz defnedilmesine binlerce kişi gibi tepki vermek ve şehitlerimizin hakkındaki doğru bilgiyi paylaşarak şahadetlerini yüceltmekti. (EK-15)
Paylaşımımı yaptıktan sonra, paylaşımımın altına küfür, hakaret ve tehdit mesajları yazıldı. Anlam veremedim. Çünkü benim paylaşımlarıma asla böyle bir şey yapılmazdı. Hesabımı gizli yani kilitli duruma getirdim. Paylaşımımı da avukatım Aylin Özgül Kırmızıoğlu’na gönderdim ve kontrol etmesini istedim. Ben de ertesi gün hazırlıklarını yapmaya başladım. Bir süre sonra avukatım aradı "Hiçbir şey yok paylaşımda, şehit haberlerinden ne olur?" dedi. Ben hazırlanmaya devam ettim. Yine de rahat edemedim. Aklım takıldı. Paylaşımı kaldırmak istedim. Telefonumu elime aldığımda Turkcell servisinden bir mesaj aldım. (EK-16) "2 G’ye geçmek istiyor musunuz onaylıyor musunuz?" tarzındaydı. Anlam veremedim. Turkcell operatörü aramak istedim ancak telefonum arama yapmıyordu. Aynı mesaj bir kez daha tekrarlandı.
Ters bir şeyler oluyordu. Twitter hesabıma baktım, giriş yapılamıyordu.(EK-17)Maillerimi kontrol ettim. Ona da erişemiyordum.(EK-18)Hesaplarım ele geçirilmişti. Uçak saatine kadar hesaplarımı geri almak için uğraştım, başaramadım.
Değerli Başkan, değerli heyet;
Sizi anlattığım haberleri sosyal medyadan derlemem ve şehitlerimiz hakkında paylaşım yapmam toplam 50-60 dakika içerisinde gerçekleşmiş ve sadece 43 dakika aktif kalmıştır. Sonrasında hesabımı ele geçirenler tarafından paylaşım kaldırıldı.
Ertesi günü sabah saatlerinde Batuhan Çolak aradı ve aynı şekilde hesaplarına el konulduğunu bildirdi. Yeniçağ gazetesinde E-operasyon isimli bir haber yayımlandı. Haber nedeniyle çok kişi aradı röportaj yaptı. Sonrasında hesabımı el koyanlar tüm maillerimi ve tüm tweet paylaşımlarımı silerek bir paylaşım yaptılar.(EK-19)Bana da WhatsApp programı ile bir mail ve şifre gönderdiler (EK-20).Bu saatte hesabıma girebildim. Savcılığa da bu konuda suç duyurusunda bulundum (EK-21). O günden sonra konu kapandı.
Odatv haberi ile benim paylaşım arasında 11 gün vardı. OdaTV haberinden Barış Terkoğlu gözaltına alınınca ancak haberim oldu. Haberin içeriği hakkında bilgi sahibi olduğumda ise şaşırdım. Zira ben tören yapılmadığını biliyordum. Bunu da paylaşımımda belirtmiştim.
Barış Terkoğlu gözaltına alındıktan sonra malum medya organlarında hedef olarak gösterilmeye başlandım. Zira kitabım "SARMAL"ın, "PELİKAN" adlı bölümünde belirttiğim tüm isimler beni hedef gösteriyordu. MİT'in ifşasından bahsediliyor ve ilk ifşanın ben ve Batuhan tarafından yapıldığı yazılıyordu. (EK-22)Hatta "Yeniçağ’ın MİT ifşasındaki rolü"manşeti atılıyordu. Bu paylaşımı yapan
"Yekvücut" hesabıdır. (EK-23) Yine aynı isimler tarafından bu haber paylaşılmaya başlamıştı.Bunun üzerine benim ve Batuhan'ın da gözaltına alınacağımızı düşündüm.
Beklediğim gibi oldu. 6 Mart günü Başsavcılıktan arandım. Savcıya yönlendirildik. İfademi verdim. Savcının sorduğu her soruya cevap verdim. Sayın savcı bana paylaşımımı gösterdi. Paylaşım saat olarak 11:06 yazıyordu. Yanlış olduğunu söyledim.
Sayın Savcı bir videodan bahsetti ve videoyu kimin çektiğini tespit etmeye çalıştıklarını, fotoğrafların sosyal medyadan bulunamayacağını bildirdi. Ben de kendisine “Fotoğrafların sosyal medyada yer aldığını, videoyu görmediğimi” bildirdim. Savcı diğer savcı ile bir yere gidip geldikten sonra tutuklanma istemiyle mahkemeye sevk edildim.
8. Sulh Ceza Mahkemesi karşına çıktım. Savcılık ifademi tekrarladım. Belgeleri sundum. Mahkeme adli kontrol şartı ile serbest bıraktı beni. Tahliye olduktan birkaç saat sonra daha önce planlanan Ankara kitap fuarına katılmak üzere Ankara'ya hareket ettim. (EK-24)
Dönüşte arandığımı, eski kayınvalidemin evine gidildiğini, eski kayınbiraderimin de Vatan Caddesine gidip tutanak tuttuğunu aranmam üzerine öğrendim. Polis memuru ile konuştum "Beni arasalardı, zaten gelirdim" dedim. Yolda olduğumu birkaç saate kadar geleceğim bildirdim.
Avukatım ile birlikte Çağlayan Adliyeye gittim. Sonrasında 5. Sulh Ceza Mahkemesi’ne çıkarıldım. Savcı 11. Sulh Ceza Mahkemesi’ne itiraz etmiş, Nöbetçi 5. Sulh Ceza olduğu için davaya bu hâkimliğin baktığını öğrendim. Mahkemedesavcının 24 saat dolmadan neden tutuklama istediğini öğrenmek istediğimizde "kaçma şüphesi" ve "delilleri karartma" gibi nedenlerin ileri sürüldüğünü öğrendim. Yani yeni bir gerekçe de yoktu. Aynı iddia ile 8.Sulh Ceza Mahkemesi tahliye etmişti. Savunmamı yaptım. Avukatlar savunmasını yaptı. Ara verildi. Sonra karar için içeriye çağırıldık. Ben savunma kürsüsüne tam geçmeden ve avukatlar daha salona girmeden, sulh ceza hâkimi bana "tutuklandın" dedi. Dışarı çıkardı. Avukatım Aylin Hanım karara itiraz etti, ancak yararı olmadı.
Dışarıda kararı beklerken mübaşir kararı getirdi. Ben okumadan imzaladım. Avukatım Onur Cingil karar metnini imzalarken karara baktı, müvekkilim tahliye edilmiş dedi. Hepimiz şaşırdık. Evrakı mübaşir ile birlikte inceledik. Karar metninde 3 tane farklı karar vardı.(EK-25)
O esnada 13-15 avukat 3 milletvekili de evrakları kontrol etti. Tüm yaşananlar kameralarcaher an kayıt edildi. Mübaşir bir hata yapıldığını söyledi ve evrakları almak istedi ancak vermedik. Mübaşir içeri gitti ve bu sefer kalem görevlisi ile geri geldi ve cam kenarında diğer suretleri incelediler. Ben de yanlarına gidip “Nasıl böyle bir şeyin olduğunu” sordum. “Anlamaya çalıştıklarını” söylediler. Avukatlarım hâkim ile görüşmek istedi. Mübaşir durumu hakimebildirdiğinde sesler koridora kadar geldi. Sonrasında Sulh ceza hâkimi polisleri çağırdı. Bir süre sonra farklı karar geldi. Avukatlarım karara şerh düştüler ve tutanak şeklinde kararın altına yazdılar. (EK-26)
Polislerin nezaretinde Silivri'ye teslim edildim. Sayın Başkan, sayın heyet,
Bu anlattıklarım noktası ve virgül ile yaşadıklarımın tamamıdır. İlk günden itibaren tüm sulh ceza hâkimliklerine belgeleri ile birlikte itirazlarda bulunmamıza rağmen dikkate alınmadı ve ret cevabı verildi. Hukuki savunmayı avukatlarım yapacaklar, tabii ki ancak iddianamenin nasıl gerçekleri
yansıtmadığını yine belgeleri ile anlatmak istiyorum. Şu ana kadar anlattıklarıma ait 26 belge dosyada mevcuttur.
İddia makamının düzenlediği iddianame 50 sayfa. Benden bahsedilen kısım sadece 2,5 sayfa. Bu 2,5 sayfa içerisinde tam 7 defa "ilk olarak", 2 defa "ilk deşifre" ve 11 defa da "caseofficer" ifadeleri kullanılmıştır.
İddianameye giriş kısmında OLAY başlığı altında 7 Şubat MİT krizi olarak bilinen davaya ve MİT Tırları davasına atıf yapılmış ve üçüncü paragraf sonunda yapılan soruşturmalarda şüphelilerin FETÖ, PYD Silahlı Terör örgütü mensubu oldukları ve kapsamlı bir plan dâhilinde ve casusluk kastı vurgusu yapılmıştır.
Bizim yargılandığımız bu dava ile bağı belirtilmemiş olmasına rağmen, örnek olarak bu davaların hatırlatılmasının nedeni iddianamede yer alan "planlı hareket" ve "kast" iddialarının altını doldurma gayretidir.
Zira tüm sanıkların birbiri ile irtibatları HTS kayıtları, sinyal takibi ile tespit edilmiş, MİT, terör savcıları, emniyet güvenlik şube sanıkları hakkında kapsamlı araştırmalar yapmıştır. Bunları ek klasörlerde görüyoruz. Sayın iddia makamının iddiasına delil olabilecek şahsım ile ilgili tek bir bulgu yoktur. Ne sanıklarla bir irtibatım ne de herhangi bir terör örgütü ile en küçük bağım bulunmamıştır. (EK- 27)Çünkü yoktur. Sanıklardan Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan'ı tanırım, bilirim. Yurtseverliklerine de kefil olurum. Barış Pehlivan ile en az 14 -15 ay önce görüşmüştüm. Terkoğlu ile de yine 14-15 aylık zaman zarfında görüşmem olmamıştır. Telefon irtibatı olarak sadece Terkoğlu’nusohbet için bazen arardım. Ancak uzun zamandır onu da yapmadım.
Sayın Savcıların bu iddiasına ait bir delil bulunmamaktadır. Ancak çok basit bir şekilde bir arama yapılsa FETÖ terör örgütüne karşı verdiğim mücadeleyi, hem de 17/25 Aralık baz alınmadan 2007 yılından itibaren çok net şekilde görürdü diye düşünüyorum. FETÖ Terör Örgütünün faaliyetleri ve FETÖ Terör Örgütü mensubu kişilerin faaliyetleri ile ilgili çok sayıda yazı yazdım. Yazdığım yazılara erişim yasakları kondu. Hakkımda tazminat davaları açıldı. Halen de bir tazminat davası devam etmektedir. Benden tazminat isteyen kişi, dava görülürken FETÖ'dentutuklanmıştır.Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünce yapılan 15 Temmuz öncesi veya sonrasında yapılan incelemelerde aleyhimde olabilecek hiçbir şey bulunmamıştır. (EK-28)
Sayın İddia makamı yine aynı başlık altında TBMM'nin 02.01.2020 tarih ve 1238 karar numaralı 03.01.2020 tarih 30997 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren TSK'nın Libya gönderilmesi ile ilgili tezkere metnine yer vermiştir.
MİT Tırları Davası’na, Libya Tezkeresi’neatıfta bulunması bir meşruiyet yaratma çabasıdır. Ancak sonuçsuz kalmıştır. Ek klasör evraklarına bakalım, FETÖ/PDY ile bağımız 8 ana başlıkta araştırılmış. 15 Temmuz öncesi/sonrası HTS kayıtları, baz istasyon verileri ve aklınıza gelebilecek her konu araştırılmış ve titizlikle incelenmiş. Sonuçta ne bulunmuş? Hiç...
Peki, kendi adıma Libya karşıtı bir yazım, makalem, mesajım veya açıklamam var mı? O da yok... Ancak iddianamenin aksi yönde Libya ile ilgili politikaları destekleyen makalelerimi size savunma ekimde sunuyorum(EK-29)
İddia makamı aynı konu başlığı adı altında MİT’in görevlerini açıklamış ve (j) maddesinden sonraki paragrafta "2937 Sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu ve ilgili kanunlar uyarınca faaliyetlerini gizli olarak yürütmektedir" denilmiştir.
Aslında MİT'in Libya'da görev yaptığını ilk duyuran kişi Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'dır. Cumhurbaşkanı, Milli İstihbarat Teşkilatının (MİT) yeni hizmet binası "KALE"nin açılış töreninde, “MİT’in Libya’da başarılı görevler icra ettiğini” konuşmasında açıklamıştır. (EK-30)2937 sayılı Kanuna göre Cumhurbaşkanı suç mu işlemiştir? Kanunda "Cumhurbaşkanı" hariç diye bir ibare var mıdır? Bizler MİT'in nerede görev aldığını nasıl bilebiliriz?
İddianamenin 8 sayfasında "Şehit MİT mensuplarının kimlik bilgileri, fotoğrafları ve cenazeye katılan diğer MİT mensuplarının görüntüleri bir plan dâhilinde sistematik ve koordineli biçimde twitter isimli sosyal medya hesapları ile bir kısmı gazete ve internet siteleri üzerinden ifşa edilmiştir" denilmiştir.
Şunu belirtmem gerekir ki, benim Twitter paylaşımım ile diğer bahsedilen haber ve fotoğraflar arasında bir benzerlik bulunmamaktadır. İki birbirine benzemeyen soruşturma neden birleştirilmiştir, anlam veremiyorum. İddia makamı yapılan haber ve paylaşımı sistematik ve planlı bir faaliyet olarak görüyorsa, bunuda ortaya koyması gerekir. Oysa bu konuda iddiamakamının sunduğu tek bir delil dahi yoktur.
Suçu ve bunun arkasındaki planı devletin her türlü imkânına sahip olan MİT, terör savcıları, emniyet birimleri böyle bir şey gerçekten varsa, daha önceki davalarda olduğu gibi şemaları ile birlikte bunu mahkemenize sunmaz mıydı?
Ayrıca İddia makamının, iddialarının daha bizler savcılık makamında ifade dahi vermeden sosyal medyada dile getirilmesinin tesadüf olduğunu umut ediyorum.
İddia makamı, iddianamenin 8. sayfasının 5. paragrafında "Şüpheli tarafından 22.02.2020 tarihinde yapılan ve MİT mensuplarının kimlik bilgileri, fotoğrafları, mesleki konum ve unvanları ile birlikte deşifre edildi" denilmektedir.
Sayın Başkan lütfen şahsıma ait paylaşımıma bir kez daha bakınız, paylaşımımda mesleki konum, unvan ve MİT bilgisi nerede yer almaktadır? Libya’da şehitlerimizin olduğunu Sayın Cumhurbaşkanımız açıklamış, muhtar ilk paylaşımı yapmış, fotoğraflar her yerde paylaşılmış, oysa günler sonra ise ben paylaşım yapmışım. Paylaşımda hangi bilgi, belge yer almaktadır? Bu iddiaya ait paylaşımım ortadadır. İlk paylaşımı yapanlar ortada, serbest, hatta sanık dahi değiller.
İddia makamı aynı paragrafta "Şüpheli tarafından yapılan ifşa eyleminden birkaç gün öncesinde şehitlerin MİT mensubu olduğu bilinmeksizin ve beyan edilmeksizin bir kısım paylaşımların yapıldığı tespit edilmişse de söz konusu paylaşımların hiçbirinde şehitlerin MİT mensubu olduğuna yönelik herhangi bir ibare veya ima bulunmadığı, Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olduklarının belirtildiği anlaşılmıştır" denilmiştir.
İddia makamı benden önce paylaşım yapanların varlığını kabul etmiş, ancak benim paylaşımımda "kasıt"olduğuna, önceki paylaşımları yapanların kastı olmadığı kanaatine varmış. Benim hakkımda savcılık makamının art niyetli olduğu açıktır. Paylaşımımda "caseofficer, meslek memuru kahramanlarımız" demişim. Benden önce yapılan paylaşımlardan birkaç örnek vermek istiyorum.
-19 Şubat tarihinde Muhtar Cemali Merter'in paylaşımın altındaki yoruma Ahmet Hafize Kayalı adlı kullanıcı "Libya' da şehit olan gizli Kahraman",
- 21 Şubat tarihinde Ahmet Özkan adlı kullanıcı "Libya' da üst düzey 3 MİT elemanına yapılan saldırıda 2 şehit 1 yaralı haberi doğru mu"
-19 Şubat'ta Abdullah Ağar "isimsiz kahraman" gibi paylaşımlar ile benim paylaşımımı arasında ne fark vardır?
"Gizli", "isimsiz", "kahraman” gibi tanımlamalar TSK kastı taşıyorda,"caseofficer,meslek memuru kahramanlarımız" nasıl MİT kastı taşımaktadır?(EK-31)
İddianamenin 8.Sayfa, 6.paragrafında; "MİT mensubu şehitlerin fotoğrafları ve kimlik bilgileri ile birlikte bilerek ve isteyerek özellikle kullandığı "caseofficer meslek memuru" teknik ifadesini MİT mensuplarının yurtdışı faaliyetlerini deşifre etmek kast ile kullandığı, bu şekilde şehitlerin MİT mensubu olduklarını ve yürütülen MİT faaliyetlerinde şehit düştüklerinin soruşturma kapsamındaki tespit doğrultusunda ilk olarak şüpheli Murat Ağırel tarafından sosyal medyada ifşa edildiği, söz konusu paylaşımda "caseofficer" vurgusu yapılarak şehitlerin Libya ülkesinde yürüttükleri görevlerin yabancı istihbarat birimlerince de anlaşılarak bilgi verildi anlaşılmıştır" denilmektedir.
Sayın Başkan, değerli heyet;
Neresinden başlayacağımı inanın bilmiyorum. Savcılık makamı yani iddia makamı böylesine ciddi bir iddiayı sadece "niyet"olarak bildirmiştir. MİT'in yurtdışında görev aldığı zaten Cumhurbaşkanı tarafından tüm dünyaya bildirilmiştir. Şehitlerimize ait fotoğrafları ilk olarak devletin muhtarı Cemali Merter, TC. Türk Özel Kuvvetleri, Bize Emanet, Bordo Bereliler, şehidin ruhuna el Fatiha gibi sitelerde isimleri,ölüm tarihleri ile paylaşıldığı sunduğum belgelerde açıkça görülmektedir. Öyle ise, bana yönelik bu suçlama neden yapılmıştır, anlaşılamamaktadır. Şehit haberi bizzat Cumhurbaşkanı tarafından bildirilmiştir.
Diğer iddia ise "caseofficer meslek memuru" ibaresinin MİT terimi olduğu iddiasıdır.
Soruşturma savcısının 8.Sulh Ceza Mahkemesine gönderdiği tutuklama talebi yazısında aynen şöyle denilmektedir: "Bu terim üzerinde yapılan incelemede "caseofficer" teriminin olay subayı şeklinde çevirisi yapılsa da genellikle istihbarat terimi olarak İngilizce dilinde kullanıldığı yine devamında yer alan meslek memur ibaresinde TSK bürokrasisi içerisinde askeri bir unvan veya görevi tanımlamak için kullanılmadığı istihbaratta yer alan kişilerin kendilerini böyle tanımladıkları bahse konu ibarenin cümle bütünlüğü içerisinde yapılan değerlendirmesinde resmi istihbarat kurum görevlisi şeklinde çevirinin yapılabileceği".
Sayın Başkan,
Ben bu ibarenin anlamını gerçekten bilmiyordum. Ancak Sayın Savcı dahi “caseofficer”ın anlamının olay subayı olduğunu, resmi bir terim olmadığını ve istihbarat çalışanlarının kendilerini böyle tanımladıklarını, meslek memuru ibaresinin de kurum görevlisi olduğunu belirtmiştir.MİT’in yaptığı suç duyurusunda dahi “caseofficer” ifadesi yer almamaktadır.İstihbarat çalışanları gerçek unvan ve görevlerini elbette söylemezler ve kendilerini “Case Officer” olarak tanımladıklarını savcı bizzat söylemektedir.
Sayın İddia Makamının, beni tutuklayabilmek ve tutukluluğu devam ettirebilmek için tek sığındığı ibare budur.“Case officer”ın Türkçe karşılığı olay subayı olmasına, subay sadece TSK'da kullanılmasına rağmen benim istihbarat manasında kullandığımı iddia etmektedir. İngilizce-Türkçe sözlüğe bakınca “Case Officer” ifadesinin sadece istihbarat anlamında kullanmadığını çok rahatlıkla görürsünüz.
Sayın Mahkeme ve İddia makamına bazı belgeler sunuyorum. Zira bu sunduğum belgeler, iddianame savcılarının bütün niyetlerini boşa çıkaracak niteliktedir.
İlk belge bir eleman arama sitesine ait. Türkiye menşeli bir site. Site adı www.gelbaşla.com. Bu sitede bir eleman arama ilanı var. Aranan elemanın görevi tam da savcıların iddia ettiği gibi “caseofficer” olarak belirtilmiş. Kim adına, hangi kurum adına aranıyor dersiniz?
Kamu yararına çalışan dernek statüsüne sahip olan, yönetiminde eski başbakanın eşinin dahi bulunduğu “Yeryüzü Doktorları” adlı yardım kuruluşu adına.
Eğer iddianamedeki, iddia doğruysa, bu dernek istihbarat ajanı arıyor. Bu da demek oluyor ki, bu dernek, istihbarat faaliyetleri yürütüyor. Değil mi? Böyle bir iddia nasıl akla mantığa uygun olabilir? Mantıksız değil mi? İşte savcılık makamının iddiası da bu kadar mantıksızdır. (EK-32)
Yeryüzü Doktorları adlı dernek “caseofficer” ilanı ile raporları denetlemek ve yazmak, şirket içi stratejik ve planlama toplantılarına katılmak vs. gibi görevler için sözleşmeli personel arıyor aslında.
Yeryüzü Doktorları Derneği “caseofficer” ilanı ile nasıl istihbarat elemanı aramıyorsa, ben de tweetimdeki bu imayı,bu kasıtla kullanmadım.
İddia makamı yine “caseofficer” kelimesinin yurt dışında kullanıldığı,istihbaratyetkilisi anlamına geldiğini belirtmektedir. Mahkemeye yine bu iddianın doğru olmadığını gösterecek dünyanın çeşitli yerlerinde paylaşılmış “caseofficer” iş ilanlarını sunuyorum: (EK-33)
Mesela www.jobsite.co.uk adlıİngiltere'nin en büyük eleman arama sitesindeki bir ilanı sunuyorum; 21 günlüğüne saati 9.3 sterline çalışan aranıyor.
Yine İngiltere'de www.charityjop.co.uk adlı sitede yer alan ilanda “caseofficer” ibaresi yer alıyor. Peki ne aranıyor? Bağış toplama düzenleyicisi.
www.reed.co.uk adlı sitede “caseofficer” adı ile farklı görevlerde aranan eleman ilanlarını görebilirsiniz.
Peki yine Linkedin adlı sosyal paylaşım sitesine bakalım. Burada iş ilanları ve çalışanların hesapları var. İş pozisyonları var. Mesela Rukiye Çakıroğlu iş pozisyonunda; “Türk Kızılayı şirketinde Case Officer” yazmaktadır. Yine diğer bir iş pozisyonunda; “Rekabet Başuzmanı/Chief Case Officer” tanımlamasıyla Çağlar Deniz Ata’ya ait bir hesap bulunmaktadır. (EK-34)
Şimdi Kızılay, istihbarat kurumu mudur? Kızılay çalışanı, MİT ajanı mıdır? Kızılay MİT'e mi çalışıyordur? Nasıl bu sorular mantıksız ise; benim “Case Officer” lafı ile istihbarat ajanını kast ettiğim iddiası da mantıksız ve gerçeğe aykırıdır. Bunun gibi yüzlerce örnek verebilirim.
Gazeteci her konuyu bilen insan değildir. Gazeteci bilgi ve haber kaynaklarına ulaşır, bu kaynaklardan topladığı bilgi ve haberleri okurlarına sunar ve yorumlarını da gerçeklere, olaylara, olgulara dayarsa inandırıcı olur. Askeri bilgi isteyen teknik konularda yazı yada haber yazabilmek için bilgi sahibi olmak
gerekir. Bu konularda teknik bilgi alınabilecek hiçbir yetkiliye ve kaynağa başvurmadan aklına geldiği gibi yorum yapmak okura da saygısızlık demektir.
Buraya kadar verilen sınırlısayıdaki örnekten görüleceği üzere “caseofficer” yabancı kaynaklı bir ifade olup çok farklı alanlarda kullanılmaktadır.
Kısaca tarım, eczacılık, uluslararası kuruluşlar, hukuk, güvenlik, hayır kuruluşları, bilişim ve benzeri birçok alanda “caseofficer”olarak çalışan kişiler olabilir. “caseofficer” sadece istihbarat alanında çalışan kişileri değil, herhangi bir alanda bir konu ile ilgili sorumlu olan ve koordine de bulunan kişileri kast eden genel bir ifadedir.Davadan sorumlu hukuk müşaviri anlamında bile kullanımı vardır. Bir diğer önemli örnek ise iş dünyasında en fazla kullanılan Linkedin sayfalarında bir arama yapıldığında farklı alanda çalışan bazı kişilerin iş pozisyonunu “caseofficer”olarak tanımladığını da görmek mümkündür.
Ayrıca benim, iddia makamının düşünme sınırlarını zorlayarak art niyetli dile getirdiği ifşa iddiasını yapmak istediğimi düşünelim. Bu ifşa için yüzlerce yöntem var ki bunu, kendi resmi Twitter hesabındanyapmak en ahmakça yöntem olsa gerek.
İddia makamının hiçbir delil ve somut verilere dayanmayan akıl ve mantığın sınırları zorlanarak yapılan suçlamanın gerçeği yansıtmadığı aşikârdır.
Şehitlerimize ait kimlik bilgisi ve fotoğraflar benim paylaşımımdan günlerce önce defalarca paylaşılmıştır. “Case officer” ibaresinden de istihbarat terimi çıkarılmadığı belgeler ve örneklerle sabittir. Aslında bu hususta çok daha fazla örnek mevcuttu. 22 Şubat'ta hesaplarımızın ele geçirilmesi, şehitlerimizin MİT mensubu olduklarının ortaya çıkması ve bizlerin tutuklanması sonrası, paylaşımlar silinmiştir.
Bir diğer konuda paylaşımımdaki caseofficer ifadesinden sonra gelen “meslek memuru” ifadesidir.
İddia makamı"Bu terim üzerinde yapılan incelemede "caseofficer" teriminin olay subayı şeklinde çevirisi yapılsa da genellikle istihbarat terimi olarak İngilizce dilinde kullanıldığı yine devamında yer alan meslek memur ibaresinde TSK bürokrasisi içerisinde askeri bir unvan veya görevi tanımlamak için kullanılmadığı istihbaratta yer alan kişilerin kendilerini böyle tanımladıkları bahse konu ibarenin cümle bütünlüğü içerisinde yapılan değerlendirmesinde resmi istihbarat kurum görevlisi şeklinde çevirinin yapılabileceği"ni iddia etmektedir.
İddia makamı sadece “meslek memuru” ifadesini yazarak, eğer google veya diğer arama motorlarından, birisine dahi yazarak arama yaptırsa, gerçeğin bu olmadığına ulaşabilecekti. (EK-35)
Meslek memuru araması yaptırdığınızda karşınıza çıkan şey, Dışişleri Bakanlığı’nda kullanılan ve mesleğe yeni başlayan personel anlamındadır. Bununla da yetinmeyip, eğer Dışişleri Bakanlığı’nın resmi web sayfasına girerseniz, meslek memurunun:“Meslek memurları, Dışişleri Bakanlığının görevlerinin yerine getirilmesinde, çeşitli kademelerde görev ve sorumluluk alarak diplomasi mesleğini icra eden Bakanlığın yönetici kadro memurlarıdır.” ifadesiyle ne iş yaptığını anlayabilirsiniz.(EK-36)
Oysa iddia makamının iddiasının aksine meslek memuru ifadesinin “istihbarat kurum görevlisi” anlamında kullanıldığı tek bir kaynağa dahi ulaşmanız mümkün değildir. Ben zaten savunmamın
başında da belirttiğim gibi bu ifadeyi, o gece kısa bir araştırma yapmam sonucu, Dışişleri Bakanlığı’ndan emekli olduğunu bildiğim bir kişiyle de görüştüğümü belirtmiştim.
İddianamenin 7. Paragrafında:“Şüpheli Murat Ağırel’in kullandığı 5322784.. numaralıGSM hattının görüşme kayıtları incelendiğinde, suça konu paylaşımı yaptığı gün saat 14.46 da şüphelinin Sputnik isimli haber ajansına ait (RossiyaSegodnya Uluslararası Haber Ajansı Türkiye İrtibat Bürosu adına kayıtlı) 2128093.. numaraları sabit telefonla 914 saniye, 15 dakika 14 saniye görüşme yaptığı tespit edilmiştir.” denilmiştir.
Sayın Başkan,
Bahse konu telefon görüşmesi Türkiye'de 6 yıldır yasal faaliyetlerini yürüten SputnikRSFM’deki Ahu Özyurt’un programına canlı yayında bağlanıp Sarmaladlı kitabım hakkındaki konuşmamdır. Deşifresini, YouTube kaydını, radyonun açıklamasını mahkemenize sunuyorum. (EK-37)
İddia makamı bu görüşme ile ifşa iddiasına yurtdışı bağlantılı olduğu algısını yaratmak istemiştir.Davada gizlilik kararı olmasına rağmen HTS kayıtları, ilk günden itibaren hakkımda yalan çarpıtılmış maksatlı haber yapan gazetelere servis edilmiştir. Bu gazeteler “15 dakikalık sır görüşme” manşeti ile çıkmış, televizyon kanalları dakikalarca bu görüşmeyi Sputnik ismini vermeden sır görüşü olarak iletmiştir. (EK-36)
Sanırım bu da tesadüftür.
SputnikRadyonun yasadışıymış gibi sunulması ilk değildir. Daha önce SETA isimli düşünce kuruluşunun bir raporunda da yer almıştır. Tesadüf, bu bilgi de kitabımda yer almaktadır.
Lütfen bana bu iddianın, bilginin, neden iddianamede sanki bir suç deliliymiş gibi sunulmasının mantıklı izahını yapar mısınız? Sayın iddia makamı akla mantığa sığmayan tamamen hayal sınırlarını zorlayan iddialarını, içeriğini sunduğum HTS kaydı ile desteklemeye çalışmıştır.
Radyo programına katılmak suç mudur? Suç ise bu radyo kanalı neden açıktır? İktidar mensupları da bu radyoya bağlanıp görüş bildirmişlerdir. Eğer suç ise, Onlar da bu suçu işlememişler midir?
İddianamedeki bu iddia ve delil de gerçeği yansıtmamaktadır. Sayın Başkan Değerli Heyet,
Anayasa Mahkemesi’nin 30.12.2015 tarih ve 2015/123 K. sayılı kararının 42. maddesinde “Etkin ve adil bir soruşturmanın koşullarından biri, soruşturmanın gizliliği ilkesidir. Bu ilke sayesinde, bir taraftan soruşturma işlemlerinin açığa çıkmasının önüne geçilerek delillerin karartılması ve soruşturmanın amacının tehlikeye düşmesi önlenmekte, diğer taraftan da kişilerin kamuoyunda suçlu olarak gösterilmesinin önüne geçilmektedir. Bu yönüyle soruşturmanın gizliliği,, hem maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için bir zorunluluk arz etmekte hem de Anayasa’nın 38. maddesinde güvence altına alınan “suçsuzluk karinesi”in gereklerinin yerine getirilmesine yardımcı olmaktadır.” denilmektedir.
Tam aksine soruşturma aşamasında, savcılık makamı benim linç edilmemi engellemediği gibi, izlemiştir. İddianame daha mahkemenize dahi sunulmadan, iddianame de yer alan bir takım suçlamalar çeşitli medya kuruluşlarında yer almıştır.
Yine iddianamenin 9 sayfasında 4. Paragrafta:“Erk Acarer isimli kişi ile eş zamanlı olarak yazılı basın aracılığıyla da duyurularak yaygınlaştırılmaya çalışıldığı.” denilmiştir.
Sayın Başkan;
Ben Erk Acarer’i tanımıyorum. Hiç iletişimim olmamıştır. Kendisiyle daha önce tanışmadım. Mahkemelerin tamamına verdiğimiz itiraz dilekçelerinde bu kişinin paylaşımlarını delil olarak sundum, dosyada tamamı mevcuttur.Yazılı basın aracılığıyla nasıl yaygınlaştırdığımız, nerede yaygınlaştırdığımız belirtilmemiştir, dosyaya delil sunulmamıştır.
Erk Acarer iddianameden ve eklerden öğrendiğimize göre yurtdışında yaşıyor ve başka davalarda da yargılaması devam eden bir kişi.
Benimle hiçbir irtibatı olmayan bir kişiyle nasıl oluyor da, “eş zamanlı” hareket etmişim”in delili nedir? Bunun cevabı iddianamede yoktur.
Burada bir husussa daha dikkatiniz çekmek istiyorum. MİT mensuplarını ifşa etmek isteyen kişi, kendisine ait olan resmi tvitter hesabından mı yapar? Böyle bir mantık olabilir mi?
Zaten çeşitli davalardan yargılanan, yurt dışında yaşayan bir kişinin yeni bir suç işlemesinden dolayı ceza alması da söz konusu değilken, ben neden kendi resmi Twitter hesabımdan iddia edilen ifşayı gerçekleştirmiş olabilirim.
Yurtdışınınanlayacağı şekilde İngilizce istihbarata mesaj verecek kadar ajanlık faaliyetlerini bilen bir kişinin Erk Acarer’in mevcut durumundan yararlanmaması aptallık olsa gerekir.
İddia makamı iddianamenin 15. sayfasında savunma ve mahkeme aşamalarında belirttiğimiz "ifşanın ifşası olur mu, olmaz, mahkeme kararları var" savunmamıza istinaden karşı tez olarak AYM’nin 30.12.2015 Tarihli 2014/122 E. 2015/123 K sayılı Resmî Gazete'nin 29640 sayısında 01.03.2016 Tarihinde yayımlanan karar içeriğinde de:"Aynı maddenin dava konusu 3 fıkrasında ise denilmek suretiyle bu husus ayrıca bir başlık altında incelenmiş olup ifşa edilmiş olsa dahi MİT başkanlığının görev ve yetkilerinden doğan faaliyetlerine ve bu faaliyetler kapsamında görev alan personellerine ilişkin bilgilerin yayımlanması yayılması veya açıklanmasının ayrıca bir suç olarak düzenlenmesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına karar verilmiştir.” denilmiştir.
Ne yazık ki ben AYM kararında böyle bir açıklamayı göremedim.Aksine şöyle yer almaktadır: "Maddenin 3. Fıkrasında düzenlenen dava konusu kuralla MİT mensuplarının ve ailelerinin kimliklerinin ifşa edilmesinin suç olarak ön görülme nedeni, bu kişilere ve ailelerine kendileriyle aynı durumda bulunan kişilere nazaran özel bir imtiyaz ve ayrıcalık tanımak değil yürüttükleri görevler nedeniyle kimliklerinin ifşa olmasının MİT mensuplarının görevlerini yerine getirme imkânı ortadan kaldırılması ve kendileri ile birlikte ailelerinin güvenliklerini tehdit altına sokmasıdır dolayısıyla dava konusu kural ile anılan kişilerin özel durumundan kaynaklanan nedenlere dayalı olarak farklı bir kuralın düzenlenmesi söz konusu olup bunun eşitlik ilkesini zedeleyen bir yönü bulunmamaktadır.” (EK-39)
Yani AYM kararına göre korunan MİT mensubunun yürüttüğü görev nedeniyle ifşa olmasının önlenmesidir. Yani hem hâlihazırda ifşa olmuş bir bilginin suç oluşturmayacağı hem de vefat etmiş bir
MİT mensubunun, buna ait bilgilerin yürütmekte olduğu herhangi bir görev kalmadığından bu madde kapsamında suç olmadığı bu karar ile açıktır.
İddia makamı bilerek isteyerek kastederek AYM kararını çarpmıştır mı demeliyiz şimdi? Sizce bu yapılanlar hataen yapılabilecek şeyler midir?
İddianamenin 18-19 sayfasında yer alan soruşturmaya başlanıldıktan sonra yürütülen dezenformasyon faaliyetleri başlığı altında, yine aynı şekilde şüpheli Murat Ağırel’in 08.03.2020 tarihinde tutuklanması talebiyle sevk edildiği İstanbul 5. Sulh Ceza Hakimliği’nce serbest bırakıldığı şeklinde bir kısım yayın organlarında Murat Ağırel hakkında birbirinden farklı iki karar başlığı altında yalan haberler yayımlanmış ve sahte olarak düzenlenen sorgu tutanağı sosyal medyada dolaşıma sokulmuştur. Söz konusu sahte belge düzenleyenler kullananlar yayanlar hakkında sahtecilik suçundan ayrıca soruşturma başlatılmıştır denilmiştir.
Bu olayın ayrıntılarını anlatmıştım.Buradan mahkemeniz huzurunuzdan, Adalet Bakanlığı, HSK ve mahkemenize suç duyurusunda bulunuyorum. O gün bir hukuk cinayeti işlenmiştir. Savcılık makamı olayı kapatmaya çalışmak istemektedir ve soruşturma açmak suretiyle bizi korkutmaya çalışmaktadır.
Yine daha önce de belirttiğim medya organları ve şahıslar da aynı doğrultuda kullanılmıştır Bu da tesadüf olsa gerek.
Sayın Başkan, Değerli Heyet,
Bu evrakları yani mahkeme kararlarını mahkemenize sunuyorum. Şayet sahte ise orada bulunanlar UYAP kare kodunu nasıl vermişlerdir? UYAP numarası nasıl tutturulmuştur?İlk karar ile ikinci karar metinlerinde bulunan yazım hatalarını nasıl tahmin etmişlerdir?
Mahkemenin kararından sonra yapıldığını iddia ediyorsa; onlarca avukat, üç milletvekili, Çağlayan Adliyesi’nin kamera kayıtları ortadadır. Hepsi tanıklığına başvurulmasını talep ediyorum. Ayrıca olay gerçekleştiğinde, 5.Sulh Ceza Hâkimi yeni bir dava duruşmasındadır. O davada bulunan avukatlar, sanıklar vekatipler; yaşananlara ve Sulh ceza hâkiminin polislere verdiği emirlere, polislerin cevaplarına ve Sulh ceza hâkiminin telefon konuşmasına şahitlerdir.
Savcılık makamı başlattığı soruşturmada kimi dinlemiştir? Kamera görüntülerini izlemiş midir? Avukatların karardaki şerhlerini okumuş mudur?
Ben ikinci defa hukuk cinayetine tanık oldum. Maktul yine bendim. Sayın Başkan, Değerli Heyet,
Ben bir makale yazmadım, bir haber de yapmadım. Sadece sosyal medyada yer alan fotoğraflar ve bilgiler ile şehitlerimizin şehadetlerini yüceltecek, aynı zamanda “tane” ve törensiz defnedilmelerine tepki olacak bir tweet mesajı paylaştım. Gazeteci refleksi ile doğrulanmış, Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı bir üzücü haber hakkında düşüncemi açıklamaktır. Tüm yaptığım, kastım budur.
İddia makamı art niyet gözeterek benim paylaşımından önce yapılan paylaşımların fotoğrafları bilgileri görmezden gelmiştir. Aleyhime olan tüm mantık sınırlarını zorlayan delilsiz ithamlara yer vermiştir. Lehime olan hiçbir delile yer vermemiştir.
Hukuk cinayetinin işlendiği mahkeme kararı ile tutuklandım. Gerçeği öğrenmek yerine savcılık makamı “sahte” diye baskı kurmuştur. Mahkemeler sunduğumuz dilekçeleri görmezden gelip katalog suçları terör suçları gibi dava konusu ile alakası olmayan maddelerle tutukluluğun devamına karar vermiştir. Tüm soruşturma sürecinde gizli kalması gereken bilgiler medyaya servis edilmiş ve kamuoyunda dava ile ilgili algı yaratılmaya çalışılmıştır. Aynı yapılar tarafından silinen tweet mesajlarım sanki suç gibi servis edilmiştir.
İddianame içinde yer alan HTS bilgileri de aynı şekilde servis edilmiştir. İddianamede işlemediğim suçlar isnat edilmiştir. Tüm iddia“caseofficer” üzerine kurulmuşken örnekleri ile açıkladığım gerçeklik es geçilmiştir. İddiayı güçlendirebilmek adına bir radyoya yaptığım canlı yayın bağlantısı suçmuş gibi eklenmiş,olmayan mahkeme kararları çarpıtılarak iddianameye eklenmiştir.
Ben sadece bir tweet mesajı paylaştım. Haftanın bir günü TELE1‘de,bir günü de Halk TV'de programa katılan, gazetede haftada üç gün makale yazan, kitapları olan, onlarca televizyon kanalındaki programlara katılan, paneller konferanslarda konuşmacı olan ben iddia edildiği gibi bir hainliği ahlaksızlığı sadece bir tweet mesajı ile mi yapacağım? Bu hangi mantığa sığmaktadır.
NSA ve CIA ajanı olan Edward Snowden’in, “Sistem Hatası” adlı kitabının 155. sayfasında “Casusların kendi aralarında, sosyal ilişkiler kurmalarını sağlayan kendi tarzında bir Facebook’u var. Casuslara kurum ekipleri, çalışmaları ve görevleri hakkında bilgiler sunan kendi tarzında bir wikipedi ve bir de casusların bu dağınık gizli ağda arama yapmaları için Google’un kurum içi kullanım amaçlı versiyonu var.” diye belirtmektedir.
Bunun gibi çok çeşitli haberleşme yöntemleri varken, hainlik yapacak kişi kendi resmi tweetter hesabından mı paylaşım yapar?
İddia makamı iddianamesinde, tutukluluk gerekçesi olarak başka kişiler üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunması konusunda kuvvetli şüphe bulunduğu, özel kast, somut deliller ve şüphelilere ait delilleri karartabileceğim, bu şüphelilerin kaçmalarına imkân sağlayabilecek bilgileri serbest kalması halinde aynı suçu işleyen kişilere aktarabileceğime yer vermiştir.
Sayın Başkan,
İddianamede yer alan bir kişi tutuksuz, bir kişi yurt dışında ve diğerlerinin hepsi tutukludur. Somut deliller nelerdir?Neden iddianamede ve eklerinde yer almamaktadır?Serbest kalmam halinde kimi nasıl etkileyeceğim?
İddia makamıMİT Yasasında yer alan, MİT mensupları ve ailelerinin kimliklerini makam görev ve faaliyetlerine herhangi bir yolla ifşa edenler bölümü iddianamede yer alan her sanıklailgili ayrı ayrı doldurmuştur. Şöyle ki kanun maddesinde veya ya da ve/veya değinilmemiş kanun koyucu ve kelimesi ile kesin hüküm bildirmiştir. Yani kanunun ihlali için MİT mensuplarının ve ailelerinin kimliklerini makam, görev ve faaliyetlerini paylaşmak zorunluluğu vardır. Benim paylaşımımda aileleri yaşadığı yer makam görev faaliyet gibi bilgilerin hangisi vardır?
MİT mensubu kimliklerini ben, ailelerin kimliklerini Odatv, makam görev faaliyetlerini de Yeni Yaşam ve Erk Acarer paylaştırılmış görünmektedir.
Türk Dil Kurumu'na göre ifşa, gizli bir şeyi açığa çıkarmak demektir. Alenileşmiş bir bilginin devlet sırrı kapsamında değerlendirilmesi söz konusu olabilir mi? Gizli olmadığı gibi ifşası da söz konusu değildir.
Düşünün MİT'in Libya' da görev yaptığı Cumhurbaşkanı tarafından tüm dünyaya ilan ediliyor. Gemi vurulduğu haberi yapılıyor. Cumhurbaşkanı sözcüsü yalanlıyor. 19 Şubat'ta konunun uzmanları, muhtarlar, şehitlerin arkadaşları paylaşımlar yapıp fotoğraflarını paylaşıyor, cenaze töreninde yakalara fotoğraf takılıyor, yüzlerce kişi cenazeye katılıyor, cenazeden canlı yayın yapılıyor, MİT Başkanlığı çelenk gönderiyor, Cumhurbaşkanı Libya'da şehitlerimiz var diye açıklama yapıyor, yüzlerce binlerce paylaşım yapılıyor. Bunlar ifşa olmuyor. Benim paylaşımımın 11 gün sonra ifşa kastı olduğuna karar veriliyor.
Bu hangi mantığa, hangi hukuka, hangi vicdana sığmaktadır? Amaç nedir? Bu kadar tesadüf fazla değil midir? Yoksa savcılığın asıl amacı yine kitabımda da yer alan bir kişinin daha savcı sorgusuna girmeden yazdığı gibi “elbet bu iftiraların hesabı sorulacaktır” itirafı mıdır?(EK-40)
Sayın Başkan,
Milliyetçilik ilkesi; ulusal onur ve ulusal bilince dayandığı için ulusal bağımsızlığın vazgeçilmez öğesidir.
Anayasa hükümleri sokaktaki vatandaştan Devleti'nin tepesindeki kişiye kadar herkese bağlayıcı temel hükümler taşımaktadır. Bu hükümler bir kez çiğnenmeye başlandı mı bu yolun hangi çıkmaz sokakta biteceğini kestirmek çok güçtür.
Değerli başkanım, değerli heyet
Gazetecilik benim çocukluk hayalimdi. Mesleğe başlamama sebep olan Uğur Mumcu’dur. Gazeteci kalemini namusu bilir. Yurtseverlik, milliyetçilik, Atatürkçülük ülküsünden ayrılmaz. Yalana dolana paraya tamah etmez. Bugüne kadar belgesiz tek bir makale yazmadım, yanlış hiçbir bilgiyi de paylaşmadım.
Evet, ben daha önce ifşa yaptım. Yoksulun, fakirin alın terini sömüren, kamu kaynaklarını yağmalayan, din bezirgânlarını ve çeteleri belgeleri ile ifşa ettim. Uyuşturucu baronları hakkında yazdım, ölüm tehditleri aldım. FETÖ üyelerinin nasıl yurtdışına kaçtığını yazdım. Tazminat davası açtılar. Davayı açanlar tutuklandı, ben hala yargılanıyorum. Yaptığım bir tane yolsuzluk haberine bile dava açılmadı. Tamamı belgelidir çünkü. Şayet suçum, tutuklu olmamın sebebi bu ise bundan onur duyarım.
Ben gücünü halktan alan, kalemini namusu bilen Kemalist bir gazeteciyim. Kemalizmin ilkelerinden milliyetçilik ilkesi, ulusal onur ve ulusal bilince dayanır. Başkaldıran milliyetçiliğin adı “antiemperyalizm”dir.
Antiemperyalistliğive bağımsızlığı karakteri yapmış olan bana karşı yapılan bu delilsiz, mesnetsiz suçlama vicdansızlıktır.
Bir toplumu ayakta tutan temel dayanaklarından biri Adalet duygusudur. Bu duygu bir kez yara aldı mı demokrasinin temelleri de sarsılmış demektir. Adalet bağımsız mahkemeler eliyle dağıtılırsa adalet duygusu güçlenir. Çağdaş demokrasilerde adaleti dağıtacak suçluyu suçsuzu ayırt edecek tek yetkili organ mahkemelerdir.
Milyonluk soygunlara, yolsuzluklara, yoksulluğa alıştırılanTürk halkı hukuksuzluğa da alıştırılmaya çalışılmaktadır.
Hukuk devleti, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlayan demektir. Hukuk devleti ilkesi, insan hakları ile ilgili bütün ilkelerin anasıdır. Bugün karşı karşıya olduğum çağdışı hukuk uygulamaları, keyfi soruşturma süreçleri, hukuk devletine yakışmamaktadır.
Hukuk adli hataların değil; barış, düzen ve adaletin aracıdır. Bugün adaletin tecelli edeceğine inanıyorum inanmak istiyorum.
Yüce mahkemenizin toplum vicdanını rahatlatacak, haksızlığa hukuksuzluğa dur diyeceği kararı vereceğine inanıyorum.
Mahkemenizden öncelikle tahliyemi, sonrasında ise suçsuzluğumun nişanesi beraatimi talep ediyorum.
Murat AĞIREL