Tolga Şardan (Büyüteç)
Suudilerle ataşe krizi
Önce Suriye’deki güç dengelerinde Türkiye’ye karşı takındığı tutum, ardından Türkiye’nin Körfez’deki müttefiki Katar’a yönelik diplomatik baskıları ve son olarak da Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın başına gelenler Ankara ile Riyad arasındaki “ikili ilişkiler”in iyiden iyiye gerilmesine neden olmuştu, son dönemde.
Riyad’daki yönetim değişikliğinin, ilişkilerin bu noktaya ulaşmasında büyük etkisi var kuşkusuz.
Yönetime gelen Prens Bin Selman’ın sertlikte sınır tanımayan yönetim biçimini benimsemesi ve Ankara’nın tahammül sınırlarını zorlaması, diplomatik diyalogun kesilmesi aşamasını zorlamaya başladı.
Hele ki, gazeteci Kaşıkçı’nın vize işlemi için girdiği İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’ndan bir daha dışarı çıkamaması, kötü giden bu sürecin tuzu biberi oldu.
Kamuoyuna yansıdığı şekliyle, Türkiye’de gerçekleşen cinayetle ilgili yürütülen adli soruşturmadaki ipuçları Riyad’ı gösterdi.
Suudi Arabistan’dan gelen savcılık ekibinin, İstanbul’da yürütülen kaybolma ve cinayet soruşturmasına katkı vermemesini yanında adeta soruşturmanın ilerlemesine engel olacak tavır içinde olması Türkiye’nin tepkisine neden oldu.
Dünya kamuoyu önünde Türkiye’yi zor durumda bırakmayı amaçlayan bu olayın, gerek MİT’in elde ettiği ifade edilen Kaşıkçı’ya ait ses kaydı, gerekse savcılık ve polis birimlerinin çalışmalarıyla büyük oranda aydınlatılması Ankara’ya nefes aldırdı.
Bu süreçte iki ülke arasındaki ilişkiler iyiye gitmek bir yana, yeni yaşanan bir gelişmeyle daha da karamsar bir havaya büründü.
Şöyle ki, İçişleri Bakanlığı bir süredir teşkilatın yurt dışı yapılanması çerçevesinde değişik coğrafyalardaki ülkelere “ataşe” görevlendirmesi yapmaya başladı.
Amerika ve Kanada’dan Çin ve Japonya’ya, Avrupa’dan Afrika’ya, Ön Asya ile Ortadoğu’nun farklı ülkelerine diplomatik misyonları bulunan İçişleri Bakanlığı Ataşeleri atanıyor.
Ataşeler, emniyet, jandarma ve mülki idareden seçilen ataşeler en az 2 yıllık süreyle Dışişleri Bakanlığı’na kadrolarına alınarak “diplomatik pasaportla” ilgili ülkelere gönderiliyor. Ataşeler, her ne kadar İçişleri Bakanlığı adına görev yapsalar da, atandıkları ülkelerdeki görevleri Dışişleri Bakanlığı personeliyle aynı.
Ataşeler, atandıkları ülkelerin devlet yönetiminin “onay vermesi” halinde bu ülkelerde göreve başlayabiliyorlar. Aksi halde, atama yapılmış olarak Ankara’da onay bekleme sürecini geçiriyorlar.
Suudi Arabistan da İçişleri Bakanlığı’nca ataşe görevlendirilen ülkelerden birisi.
Riyad’da iki ülke arasında adli ve polisiye işbirliğini sağlamak amacıyla halen Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde görevli 1.Sınıf Emniyet Müdürü (gizlilik nedeniyle adını vermiyorum) Suudi Arabistan’a ataması yapıldı.
Bu atamanın yapıldığı dönemde aynı kararnameyle benzer şekilde farklı ülkelere görevlendirilen ataşeler, ülke idarelerinin onay vermesinin ardından iş başı yapmasına rağmen, Suudi Hükümeti Riyad’a gelmesi planlanan ataşenin göreve başlamasına henüz onay vermedi.
Türkiye tarafından görevlendirmenin üzerinden üç aydan fazla zaman geçti.
Kabul onayının neden verilmediği ya da geciktiğiyle ilgili Ankara’ya bilgilendirme yapılmış değil. Ankara, Riyad’dan olumlu veya olumsuz bir yanıt bekliyor. Süreç tam anlamıyla askıda.
Belki, Suudi yönetimi özellikle Kaşıkçı olayının ardından ülkelerinde adli soruşturmacı bir ataşenin görevlendirilmesinden endişe ediyor. Belki de, ilişkilerin kesilmesini sağlayacak aşamaya getirmek için bu tutum.
Resmi veya gayriresmî gerekçeyi bilemiyoruz. Ancak bilinen tek şey, Ankara’nın bu tutumdan ciddi rahatsız olduğu ve harekete geçmeyi beklediği.
OKUL SERVİSİNDE UNUTULAN ÇOCUK
Gün geçmesin ki, okul servis araçlarıyla ilgili haberler kamuoyuna yansımasın.
Çocuklarını okullarına servis araçlarıyla gönderen anne babalar, her gün yürekleri ağzında yaşıyor.
Olay, 16 Ocak günü Samsun'da yaşandı. Atakum’da 4 yaşındaki anaokulu öğrencisi R.D.’nin, tam beş saat boyunca okul servisinde unutulması, okul servislerindeki öğrenci güvenliğinin bir kez daha tartışılmasına neden oldu.
Öğle saatlerinde annesinin servise bindirilen R.D.’nin okul servisinde mahsur kaldığı okul çıkışında öğrencileri dönüş için servise binmesiyle fark edildi.
Serviste mahsur kalmasıyla altını ıslatan ve titreyen zavallı çocuk, özür dilenerek annesine teslim edildi.
Milli Eğitim Bakanlığı açıklama yaparak idari soruşturma başlatıldığını, ayrıca firma ve görevliler hakkında savcılıkça adli soruşturma yapıldığını belirtti.
Samsun’daki olay, seçim ve siyaset odaklı yürüyen ülke gündemine “kıyıdan köşeden” girse de, bakanlık açıklamasıyla birlikte tıpkı iki yıl önce İzmir’de okul servisinde unutularak yaşamını yitiren minik Alperen gibi gündemden kayıp gidecek.
Oysa, Çiğli’de minik Alperen’in 15 Ağustos 2017’de havasızlıktan yaşamını yitirmesi sonrasında devlet harekete geçmiş, okul servislerinde eksik ya da olması gereken bir dizi donanımın araçlara monte edilerek bu olayların önüne geçilmesi planlanmıştı.
Hatta bu planlama çerçevesinde hükümleri İçişleri, Milli Eğitim, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler ile Ulaştırma ve Altyapı Bakanları’nın ortak yürüteceği bir yönetmelik değişikliği 14 Ağustos 2018’de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Yönetmelik, okul servis araçlarında her öğrenci ve çocuk için üç nokta emniyet kemeri ve gerekli koruyucu tertibat ile her koltukta oturmaya duyarlı sensörlü sistem bulundurma, iç ve dış kamera sistemi ile en az 30 gün süreli kayıt yapabilen kayıt cihazı zorunluluğunu getirdi.
Aynı yönetmelik, çocukların araç içindeki güvenliğinin sağlanması için firmalarca yapılacak düzenlemelerin 3 Eylül 2018 tarihine kadar yerine getirilmesi şartına hükmetti.
Peki, sonra ne oldu?
Daha yönetmeliğin dumanı üzerindeyken, yapılan bir açıklamayla 3 Eylül 2018 olan donanım yenilemedeki son gün 3 Eylül 2019’a ötelendi.
Devlet, benzer olayların önlenmesi için yaptığı donanım düzenlemesinin uygulanmasını, aynı olayların yaşanması pahasına belki de servisçi esnafına hoş görünmek amacıyla tam bir yıl erteledi.
Bu ertelemenin anlamı; fabrika çıkışı olmayan ve halen fiili olarak hizmet veren donanımsız servis araçları “bir yıl boyunca donanım düzenlemesi yapmadan” hizmet verebilecekti.
İşte bu öteleme nedeniyle Samsun’da bir yavru az daha ölüyordu, son anda yaşama tutundu.
Donanım eksikliklerinin giderilmesi için takvim yılı başlangıcına kadar olan verilecek yaklaşık dört aylık süre makul karşılanabilirdi. Ama servisçilerin yaptığı siyasi kulisle süre bir yıla uzatıldı.
Bu açıklamalara karşın, yetkililerin, “Gerekli kontrol yapılıyor, bunlar münferit durumdur” sözlerini duyar gibiyim.
Ancak bakınız; Samsun’daki olaydan sonra Ankara Servis Aracı İşletmecileri Esnaf Odası Başkanı Halil İbrahim Seyfi, Milliyet gazetesine bu durumu nasıl anlatmış:
“Okul servislerinde dönüşüm hâlâ gerçekleşmedi. Yeni model araçlar dönüştürülebiliyor. Üç noktalı emniyet kemeri oluyor. Koltuklar sensörlü oluyor. Kameralar takılıyor ancak ikinci el araçların dönüşümüne hâlâ başlanamadı. Türkiye genelinde üç nokta emniyet kemerine geçen araç sayısı toplasan 300'ü geçmez.”
Başkan Seyfi, aynı açıklamasında okul öncesi eğitim kurulularındaki servislerin yüzde 90'ında üç nokta emniyet kemeri, koltuk sensörü bulunmadığına dikkat çekiyor.
Seyfi, anaokulu araçlarının denetlenmediğini öne sürerken, “Anaokulu arabalarının hiçbiri okul servis araçları yönetmeliğine uygun değil. İzinsiz çalışıyor. Anaokullarının yüzde 90'ı öğrenci taşımaya uygun araçlarla taşıma yapmıyor. Tedbir alınması için o araçlarda bir çocuğun havasızlıktan ölmesi mi gerekiyor? Araçların çoğunda rehber personel de yok” diyor.
Durum ortada ve fotoğraf net.
Yetkililerin yaşandıktan sonra müfettiş marifetiyle incelettireceği ve “münferit” diye tanımlayacağı olaylar, bir anne babanın evladını yitirmesidir. Bir canın yitirilmesidir.
Bu erteleme takvimi, en kısa sürede bitirilmesi gerekiyor.
Sonuçta; devletin, siyasi beklentiler karşılığında bir canı riske atması kabul edilebilir bir durum değildir.