Üstün Yeteneklilerin Eğitiminde Üçüncü Bir Yol: Ne Farklılaştırma Ne de Zenginleştirme, Hedef Özgürleştirme!

Üstün Yeteneklilerin Eğitiminde Üçüncü Bir Yol: Ne Farklılaştırma Ne de Zenginleştirme, Hedef Özgürleştirme!

Ne farklılaştırma ne de zenginleştirme… Asıl mesele, öğrenenin öğrenme sürecinde otoriteden bağımsız, özgürce adımlar atabilmesi ve zihninin kapılarını ardına dek açabilmesidir. Üstün yetenekli olsun ya da olmasın, her öğrenci, özgürleştirici bir ortamda potansiyelini keşfetme ve geliştirme imkânını hak eder. İşte bu nedenle, kalıplarımızı kırmak, “bilen” öğretmen yerine “rehber”i koymak ve öğrenenlerin merakına sonsuz saygı duymak, eğitimin geleceğine yapılacak en değerli yatırım olacaktır.”

Kafkas Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Şahin Bülbül ile üstün yetenekli çocukların eğitim politikalarını konuştuk.

Üstün yetenekli çocukların eğitim politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Eğitim dünyasında uzun zamandır “üstün yetenekli” çocuklara nasıl yaklaşılacağı tartışılıyor. Kimi uzmanlar bu öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılamak için farklılaştırma (differentiation) modellerini öneriyor; kimileri ise zenginleştirme (enrichment) etkinlikleri ile onları desteklemenin gerekli olduğunu savunuyor. Oysa benim burada önermek istediğim, bu iki yaklaşımın da ötesine geçen; “Cahil Hoca” kitabından ilham alarak öğrenciyi, hatta öğretmeni dahi, özgürleştirecek üçüncü bir yol. Bu üçüncü yol, öğrenme sorumluluğunu bizzat öğrenene yüklerken otoriteyi rafa kaldırıyor ve her türlü bilginin hızla akabildiği, esnek bir öğrenme ortamı yaratmayı amaçlıyor.

Bu iki temel yaklaşımı biraz açar mısınız?

Farklılaştırma; öğrencilerin düzeylerine veya ilgi alanlarına göre içerik, süreç, ürün vb. açılardan farklılaştırılmış öğrenme deneyimleri sunmayı ifade eder. Örneğin, harfleri öğrenme sürecinde “A” harfinin yanına “1, 2” gibi sayılar ekleyerek bir karma model oluşturmak, farklılaştırmanın tipik bir göstergesidir. Zenginleştirme ise, mevcut müfredatın sınırlarını genişleterek öğrenciye daha derin ve özel alanlarda çalışma şansı vermeyi amaçlar. Mesela “A” harfine “B” harfini de dahil ederek öğrenme zenginleştirilir; yeni semboller eklenir, kültürel veya sanatsal dokunuşlarla öğrenme daha renkli hale getirilir.

Bu iki yaklaşım da üstün yetenekli öğrenci açısından kuşkusuz faydalıdır; ancak bazen göz ardı ettiğimiz bir gerçek var: Bu yöntemlerin her ikisi de öğretmenin veya programın inisiyatifinde oluşur. Yani bir tarafta “öğrencinin seviyesi” ve “öğretmenin planı” belirleyicidir, diğer tarafta ise “zenginleştirme olanakları” yine sistemin öngördüğü ölçüde devrededir. Örneğin, “A” harfine istenen kadar “B” ya da sayılar eklenebilir; ancak hâlâ merkezde öğretmenin direktifleri durur.

Biraz da sizin üçüncü yolu açar mısınız?

Jacques Rancière’in “Cahil Hoca” eserinde önerdiği temel fikir, geleneksel otoriter bilgi aktarımı modelini kökten sarsmak üzerinedir. Rancière’e göre, öğretmen her şeyi bilen ve bunu öğrencilerine aktarmakla yükümlü bir konumda olmamalıdır. Tam tersine, öğretmenin görevi “bilmeyen” bir rehber olarak, öğrenciyi kendi öğrenme sürecinde yalnızca “harekete geçirmek” olmalıdır. Bu süreçte öğrencinin hangi bilgiye ne kadar derinlikte ulaşacağı, hangi konudan diğerine nasıl geçeceği, hızını ve rotasını nasıl belirleyeceği konusunda “özgür” olması gerekir.

Rancière’in bu yaklaşımı, üstün yetenekliler dahil her öğrencinin doğuştan getirdiği öğrenme güdüsüne ve potansiyeline saygı duymayı önerir. Geleneksel “otorite” algısı kırıldığında, öğrenci bilgisini inşa eden yegâne aktör hâline gelir. Kimi zaman derste “A” harfine odaklanırken, aniden “B” harfine sıçrar, ardından sayılara geçer ya da bambaşka bir konuyu sorgulamaya başlar. Öğretmen ise bu yolculukta sadece “yanında duran”, belki soru sorarak merak ateşini körükleyen bir rol üstlenir.

“Ne farklılaştırma, ne de zenginleştirme; hedef özgürleştirme!” derken, ne demek istiyorsunuz?

“Ne farklılaştırma, ne de zenginleştirme; hedef özgürleştirme!” derken kastettiğim, işte tam olarak bu yaklaşım. Öğrencinin öğrenme sorumluluğunu üstlenmesi, kendi sembollerini, kendi öğrenme haritasını tasarlaması ve gerektiğinde konudan konuya “dalgalar” hâlinde sıçrayabilmesi…Yoksa özgürleştirme ile liberalizm propagandası yapmadığımı ve öğrencileri başıboş/serbest bırakmak istemediğimi tüm eğitimcilerin anlayacağını düşünüyorum.

Bu yaklaşımda: Öğretmen, elinde müfredat kırbacıyla ilerleyen bir “bilgi taşıyıcısı” olmaktan çıkar. Öğrenciyi yönlendirme değil, öğrencinin kendi yönünü bulmasına aracı olma rolü öne çıkar. Harfler, sayılar veya kavramlar; öğrenci bunlar arasında kurduğu bağları kendi bakış açısına göre inşa edebilir. Örneğin “A” harfinin “1” ile mi, yoksa “B” ile mi yan yana geleceği, hatta bambaşka bir sembol mü icat edeceği konusunda özgürdür. Zenginleştirme süreci, onu “müfredatın izin verdiği” ek bilgilere boğmaktan ziyade kendi yolunu keşfetmesini destekler. Başarılı pek çok insanın, özellikle de üstün yeteneklilerin, lineer öğrenme yerine sıçramalı öğrenmeyi benimsediği bilinir. Bir konudan diğerine hızlı geçiş, aslında zihnin merakından beslenir. Bu özgürlüğü tanıdığınızda, öğrenci olağanüstü yaratıcı bağlantılar kurabilir. Otorite ortadan kalktığında, disiplin kaybolacak mı? Aksine, öğrenci kendi öğrenmesinin sorumluluğunu taşımaya başlar. Bu da onu “iç disipline” taşır. Kendi seçtiği konular, kendi tasarladığı yöntemler, kendine özgü semboller ve öğrenme yolları; bunların hepsi bir “sahiplenme” duygusu yaratır.

Dersi düz anlatımdan kurtarıp, birkaç temel soru ya da merak uyandırıcı konu atarak öğrencilerin “A” dan “B”ye, oradan “Z”ye hızla geçmesine izin verebiliriz. Önemli olan tek bir amacımız var: Öğrencinin merakını diri tutmak. Öğrenci, öğrendiklerini projeleştirmekte veya günlük tutmakta özgür olmalı. Böylece, kendi sembollerini yaratırken, hem birikimini kaydeder hem de süreç içinde kendi gelişimini izler. Arkadaşlar arası etkileşim de çok değerli. Kimi zaman en iyi öğretmenler, sınıftaki sıra arkadaşları olabilir. Bu nedenle grup çalışmaları ve tartışma ortamları yaratılmalı ama yine de “tek doğru cevap” baskısından uzak bir atmosfer sağlanmalı. Öğretmen, içeriği hazır verip “Bu böyledir” demekten ziyade, fikirlerle oynamaya, tahmin yürütmeye, sorgulamaya teşvik etmeli. Gerekirse sıradan bir “öğrenci” gibi “Bunu ben de bilmiyorum, hadi birlikte araştıralım” demeyi bilmelidir.

Üstün yeteneklilerin eğitimi söz konusu olduğunda, farklılaştırma ve zenginleştirme yaklaşımları elbette önemli katkılar sunar. Ancak bu iki yöntemin “öğretmen merkezli” kurgulanması, öğrencideki potansiyeli en üst düzeyde ortaya çıkarmaya her zaman yetmez. “Cahil Hoca”dan esinlenerek ortaya koyduğumuz “özgürleştirme” hedefi, öğrencinin özerkliğini merkeze alarak, merak duygusu ve yaratıcılık potansiyeliyle beslenen bir öğrenme süreci inşa eder.

Ne farklılaştırma ne de zenginleştirme… Asıl mesele, öğrenenin öğrenme sürecinde otoriteden bağımsız, özgürce adımlar atabilmesi ve zihninin kapılarını ardına dek açabilmesidir. Üstün yetenekli olsun ya da olmasın, her öğrenci, özgürleştirici bir ortamda potansiyelini keşfetme ve geliştirme imkânını hak eder. İşte bu nedenle, kalıplarımızı kırmak, “bilen” öğretmen yerine “rehber”i koymak ve öğrenenlerin merakına sonsuz saygı duymak, eğitimin geleceğine yapılacak en değerli yatırım olacaktır.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şahin Aybek Arşivi