Ayşenur Arslan

Ayşenur Arslan

TÜRKİYE’NİN HAMAS’INDAN MESAJ: HAREKETE Mİ GEÇİYOR?

“Devrim” yapacaklarmış! Nerede? Nasıl? Neyi devirip yerine neyi getirmek üzere?
Öyle ya, devrim, tanımı gereği mevcut sistemi yıkıp yerine yenisini kurmaktır. Sistem “kaldır ellerini” deyince uslu uslu boyun eğmeyeceğine göre, meselenin doğasında “zor” da vardır.
Neden mi söz ediyorum? “Bayram değil seyran değil bu neyin devrimi” mi diyorsunuz?
Unuttunuz ya da belki farkında bile değilsiniz.
Geçtiğimiz günlerde Sadettin Ustaosmanoğlu adında bir “zat” HAMAS - İSRAİL SAVAŞI vesilesiyle gündemi bombaladı:
“Hamas’ın Filistin’de yaptığını biz Türkiye’de yapmak zorundayız. Biz şu an itibariyle eğer vakti zamanı iyi değerlendirebilirsek Türkiye’de bir devrimin olmaması için hiçbir sebep yok.”
Bu sözler bir iki haber bülteni.. Çokça internet sitesi.. Elbette sosyal medyada yer buldu. Ertesi gün de unutulup gitti.
Oysa…

*. *. *
Oysa konu kırmızı bayrak gibi. Tehlike işareti niyetine başımızın üstünde sallanıyor.
Neden mi? Anlatmaya kimlik bilgileriyle başlayalım. Ve adım adım geçmişe doğru iz sürelim.
Sadettin Ustaosmanoğlu, Mahmut Ustaosmanoğlu’nun yeğeni.
Hani İsmailağa Cemaatinin “lideri”.. Hani cenaze törenine Erdoğan’dan bakanlara, tüm sağ partilerin önde gelenlerinden üst düzey bürokratlara “SİSTEMİN” tüm aktörlerinin katıldığı isim.. Mahmut Ustaosmanoğlu böyle etkili bir isimdi.
Sadettin Ustaosmanoğlu işte o kadar “derin” bir yerden konuşuyor. Kendi özgül ağırlığı bir yana, “en az 100 bin talebeyi kontrol ettiği” söylenen bir cemaate yaslanıyor.
Ve sistemi yıkmaktan söz ediyor. İsrail’in korkunç kıyımı nedeniyle unutulmaya başlayan Hamas saldırısını hatırlatıyor. “Biz de yaparız” diyor.
Şimdi DİKKAT!
Hemen hiçbir haberde yer verilmediği için, konuşmasını izlemediyseniz anladığınız şu ifadeyle “BİZ” kim, anlatıyor:
“Sadece Büyük Doğucular ile biz bu işi hallederiz..”

*. *. *
BÜYÜK DOĞU.. Necip Fazıl Kısakürek’in 1943 yılında çıkarmaya başladığı dergi.. Bir bakıma 80 yıllık bir yolculuğun pusulası.
Türkiye Atatürk’ünü kaybetmiş. 2. Dünya Savaşı en kanlı sürecinde.
Yahudi ve komünist düşmanlığında ortaklaşanlar, neredeyse paralel bir güzergahta yürüyor. Bu Hitler için tüm Avrupa ideallerini yok etmekse, Türkiye’deki Osmanlıcılar için de Atatürk Cumhuriyeti’ni paramparça etmek.
Derginin ilk yıllarında bu, fikir düzeyinde kalıyor. Daha doğrusu böyle takdim ediliyor. Ne var ki sonrasında.. Yani sağ / daha sağ / radikal sağ siyasetle beslenerek bambaşka bir yere evriliyor: Silahlı örgütlenmeye.
Büyük Doğu fikriyatında -en azından görünüşte- tasavvuf, batı karşıtı ama yine de modernist bir yaklaşım vardı belki.
Ama sonra hareketin adı da açılımı da farklılaştı: İBDA C..
Yani İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi.
Yani emniyet kayıtlarına terör ifadesiyle geçen ve pek çok kanlı eylemiyle bu ifadenin hakkını veren örgüt..

*. *. *

Bugün “Hamas’ın yaptığını yapalım, devrimi gerçekleştirmenin vakti geldi” diyen zat, işte o örgütle ilgili davadan yargılanıp hapis yattı.
Ahmet Taner Kışlalı suikastini üstlenen..
Madımak katliamını “işgalci laiklere karşı kısas” diye -savunmak da neymiş- övüp göklere çıkartan..
Giderek Türkiye’nin Hamas’ı haline gelen bir örgütten söz ediyoruz.
Ve o örgütün kılıcını kuşanıp “devrime çağıran” kişiden!
Onun ve hamilerinin yıkmak istediği elbette Erdoğan iktidarı değil. Tam aksine, Erdoğan, Atatürk Cumhuriyetini yıkma hedefinde onlar için bir engel değil.
Öyle ya!
Erdoğan’ın gençliğinde yazıp yönettiği ve dahi oynadığı MAS-KOM-YAH oyunu da bir şifre gibi durmuyor mu karşımızda! Mason, komünist, yahudi düşmanlığıyla çıkılan yol nereye varır ki!

* . *. *

Diyeceksiniz ki “kolay mı cumhuriyeti yıkmak.. Atatürk’ü yok etmek..”
Ben de size, hazır Hitler falan demişken Hannah Arendt’i hatırlatacağım.
2. Dünya Savaşı bitmiş. Ele geçen Nazi kurmayları yargılanmış. Kimileri de özellikle Güney Amerika ülkelerine kaçıp izini kaybettirmiş.
Eichmann sonunculardan. Soykırımın mimarlarından.
Genç İsrail devletinin kurduğu özel bir ekip tarafından Arjantin’de bulunuyor. İsrail’e kaçırılıp yargılanıyor.
Tahmin edeceğiniz üzere dava, küresel çapta bir ilginin odağına yerleşiyor. Hannah Arendt de, davayı New Yorker Dergisi adına izlemek üzere orada, Kudüs’te.
Arendt yahudi. Ve Almanya doğumlu. 1933 yılında Fransa’ya, savaş başlayınca da Amerika’ya kaçmış bir felsefeci.
Dolayısıyla ondan, Eichmann’ı “şeytanın yeryüzündeki sureti.. kötülüğün cisimleşmiş hali” olarak betimleyen bir yazı bekleniyor.
Ama şok!
Arendt’in o mahkeme salonunda gördüğü bambaşka bir şey: Milyonlarca Alman’ın paylaştığı “sıradan bir kötülük”.. Ya da makalesinin başlığıyla “KÖTÜLÜĞÜN SIRADANLIĞI”.
Diyor ki özetle:
“İyi memur, iyi vatandaş olmak için vicdanını ve aklını devre dışı bırakarak iktidar mekanizmasına itaat edenlerin sıradan-banal kötülüğünden söz ediyoruz. Eichmann iktidarın kararlarına itaat ederek insanları öldürdü. Milyonlarca kişi de bunu seyretti. Ve susmayı seçti.”

*. *. *

Anayasa’ya ve Anayasa Mahkemesi’ne rağmen hapisten çıkartılmayan Can Atalay’ı..
Gezi eylemlerini organize ve finanse etmek gibi kanıtı da mantığı da olmayan bir suçlamayla tam 2220 gündür hapis yatan Osman Kavala’yı..
Ve diğer “rehineleri” hatırlayın.
Üstüne Atatürk Cumhuriyeti’nin hangi noktaya getirildiğine ve nereye sürüklendiğine dair ipuçlarını ekleyin..
Artık açık açık tehdit edenleri de görün..
Sonra da bu yazıyı siz noktalayın!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşenur Arslan Arşivi