Mustafa K. Erdemol
Türkçe’de iyi de, İngilizce’de yapamıyor: Neden Vay Pi Ci?
Doğrusu hiçbir zaman iyi bir konuşmacı olduğunu düşünmedim Genel Başkan’ın. Hatta çoğu zaman kötü bile bulurum, yalan yok. Böyle düşünmekle beraber seçmeninin kafasına neyi sokmak istiyorsa onu sürekli vurgulamasının bir tür “ustalık” olduğunu da kabul ederim. Hatta kimilerinin onu iyi bir nutukçu sanmalarının nedeni de budur aslında. Doğru olup olmaması önemli değil (“Camilerimizi yaktılar”gibi) kimi iddiaları sürekli tekrarlayarak olmamışı olmuş göstermede (ya da tersini yapmada) üstüne yok gerçekten.
Ertuğrul Özkök, işte bu nedenledir ki Genel Başkan’ın çokça demagoji barındıran konuşma tarzından yola çıkarak onu antik dünyanın en iyi hatibi olan Çiçero’ya bile benzetti örneğin. Özkök, kulakları çınlasın, kantarın topunu kaçırmada gerçekten iyi bir meslektaşımızdır malum. (Topuzunu değil bu arada topunu, doğrusu budur.)
Genel Başkan’ın özellikle uluslararası toplantılarda konuşurken, yeri geldiği zaman, Türkiye’nin terör örgütü olarak kabul ettiği PYD/YPG için İngilizce okunuşuyla “Pi Vay Di / Vay Pi Ci” dediğini duyarız sık sık. Oysa Genel Başkan’ın “one minute”tan başka İngilizce kelam ettiğini görmedik pek. Ayıp değil, beyefendi İngilizce bilmiyor. Gerek de yok zaten, ABD vatandaşı Türkler de dahil olmak üzere en olmadık ya da olmaması gereken yerlerde bir tercüman bulunuyor yanında nasılsa.
Bilmese de olur
Ayıp değil derken gerçekten böyle düşünüyorum. Bilse iyi olur ama bilmiyor işte. Almanya’nın meşhur mu meşhur bir Dışişleri Bakanı vardı; Hans Dietrich Genscher. Büyük diplomat derlerdi onun için, herhalde doğrudur. Meşhur olan bir tarafı daha vardı ama, kendi dili dışında başka bir dil bilmezi. Kafa bulurdu ülkesinin medyası adamla, “Almancası çok iyidir” diye.
Herkesin hem Fransızca hem de Almanca bilen Franklin D. Roosevelt ya da altı dili akıcı biçimde konuşan Thomas Jefferson olması gerekmiyor elbette. İki hafta içinde Don Kişot'u okuya okuya İspanyolca’yı öğrendiğinden de söz ederler Jefferson’un. Bir de sosyalist Arnavutluk’un Devlet Başkanı Enver Hoca’yı bilirim bakın, yedi dilde okur, yazar, konuşurdu. Yani bunlar gibi olmak şart değil, dediğim o. Ama Genscher gibi devlet adamlarının bilmedikleri dillerde kelam etme huyları yoktu bildiğim kadarıyla. Neden etsinler? Neyi kanıtlamış olacaklardı ki?
Ben hiç dalga geçenlerden olmadım, lütfen inanın, ama kuşak olarak biz saygıdeğer Ajda Pekkan’ın kalbini pek fazla kırdık sanki. O zamanlar herkesin sık sık çıkmadığı yurtdışına giden ender insanlardan biriydi Pekkan. Fazla kalmaz döner gelirdi ülkeye ama herhalde hemen uyum sağlayamaz, konuşurken araya İngilizce sözcükler sıkıştırırdı. Ben duymadım şunu ancak o söylemiştir derler bir meslektaşımıza: “Extreme tenakuzlardayım” (Aşırı çelişkiliyim). Yani İngilizce bilen Pekkan’ın bile ortaya karışık konuşması tuhaf karşılanırdı. Genel Başkan şanslı, şimdi öyle değil toplum, ne söylerse değerli kabul ediliyor.
Belki taktiktir
Bilinir herhalde, Genel Başkan’ın ona, “Böyle yapmasanız keşke, biraz sakil duruyor” diyecek bir babayiğit danışmanı yoktur. Yani olduğunu sanmam. Danışmanın işi gerektiğinde uyarmaktır da oysa. Umarım ben yanlış yorumluyorumdur, yine umarım Genel Başkan aslında çok ama çok eski bir taktiği kullanıyordur. Bakın bu da mümkün. Belki danışmanın biri, “Böyle devam edin” demiş de olabilir. Neden?
Şundan; anafora diye bir kavram vardır, bilirsiniz. Anafora, birbirini takip eden her cümlenin başlangıcında kelimelerin veya deyimlerin tekrarı anlamına gelen Yunanca bir sözcüktür. Martin Luther King'in "Bir Hayalim Var" konuşmasını buna örnek gösterirler. Aslında en çarpıcı örnek Romalı büyük devlet adamı Cato’nun “Kartaca mutlaka yenilmelidir” cümlesidir tabii. Bu Cato’da saplantı falan değildi kuşkusuz, fikirde ısrarlı oluşundandır diline dolaması. Kararlılığa, ısrara örnek olarak Cato’nun bu sözü gösterilir. Diyelim ki Roma Senatosu’nda Roma’nın su sorunu hakkında mı konuşuyor, sonunda mutlaka bu cümleyle bitirirdi konuşmasını Cato. Her konuşmasını yani. Afrika merkezli bir deniz imparatorluğu olan Kartaca Roma’nın Akdeniz’deki çıkarları için büyük tehditti çünkü. Cato buna dikkat çekmek için sarfederdi o cümleyi.
Şimdi durup dururken Özkökleşip, Genel Başkanı Cato’ya benzetiyor olmayayım. İlgisi yok elbette. Diyorum ki, bir şarkıyı, bir konuşmayı ne kadar çok dinlersek hafızamızda o kadar yer eder. Bu işe yarar bir taktiktir. Doğru kullanıldığında belirli kelimeleri, cümleleri tekrarlamak kalıcı bir etki bırakır dinleyende. Genel Başkan da acaba, İngilizce bilmemesine ancak Türkçe yaptığı konuşmanın tercüme edildiğini bilmesine rağmen, adlarından İngilizce vurguyla söz ederek muhataplarına “anladıkları dilden” iletmeyi mi istiyor PYD/YPG hakkındaki düşüncelerini? Başka bir nedeni herhalde olamaz diye düşünüyorum. Her kelimesi Türkçe olan konuşmada neden bu örgütlerden İngilizce telaffuzla söz ediyor? Ya da gittiği hemen hemen her ülkede hakkında konuştuğu FETÖ’den “ef i ti o” diye söz etmiyor?
Sonuçta Genel Başkan Churchill’in savaş zamanı yaptığı konuşmaları sırasında sürekli “Onlarla sahillerde savaşacağız” deyişi gibi kelime ya da cümle tekrarlarına önem veriyor. Bunun işe yaradığını gördüğü için de haklı böyle davranmakta. Ancak Türkçe’de hayli iyi bu konuda ama İngilizce’de olmuyor işte.
Olmasa da, bir gün uluslararası bir toplantıda konuşurken “Adalet (justice), özgürlük, (freedom), eşitlik (equality)” sözcüklerinin kısaltılmış hallerinden, İngilizce teleffuzlarıyla “Cey, EF, İ” olarak söz eder dilerim.
Türkçe zor geliyorsa.