Sevgi Soysal yaşamakta ısrar ediyor

Bugün 8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Kadın şiddetinin ve cinayetlerinin önüne geçilemeyen; kadının sokaktan, işten, okuldan eve doğru ters yönde itelendiği, evde olanın hor görüldüğü 2025’in, 8 Mart’ında, meydanlar gene barikatlarla ve kolluk güçleriyle kadınlardan korunacak. Kadınlardan korkmayın. Tam da bugün için size harika bir oyun seçtim. Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor. Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST) tarafından sahnelenen bu tiyatro oyunu ile hem bir yazarın hayatına ve hem de Türkiye’nin bir dönemine tanıklık edeceğiz. Cumhuriyet tarihinin 25. ve 50. yıllarına bakarken, askeri darbelerin memlekete ve evlatlarına neler ettiğini yeniden hatırlayacağız.

img-9632.jpg

Anlatmak istediklerimin çok olması şansınız mı, şansızlığınız mı okudukça siz karar vereceksiniz. Sevgi Soysal, edebiyat eserlerinin yanında yaşantısıyla da çok özel bir isim. Sevgi Soysal, kadın kimliği, özgürlük ve siyasi baskılar arasında sıkışan bireyin mücadelesini önemsediği kadar toplumsal meseleleri de hikâye ve romanlarının atmosferine ustaca yerleştirir. 1936 yılında doğan Soysal’ın çocukluğu, dönemin entelektüel atmosferinde geçer. Annesinin Alman, babasının Selanik göçmeni oluşu, altı kardeş oluşları onu çokdilli ve çokkültürlü bir hayatın içinde zenginleştirir.

BGST, Zabel isimli oyunuyla, 1936’ya kadar getirdiği Türkiye’nin siyasal ve sosyal hayatının tarihsel devamlılığını, Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor oyunu ile bu kez 1976’ya kadar taşıyor. Oyunun ismi, yazarın Tante Rosa kitabındaki öykülerden birinin adından esinlenerek konulmuş. Belgesel nitelikleri video art ile oldukça başarıyla kolajlanmış oyunun metnini, BGST ekibinin üyelerinden Duygu Dalyanoğlu yazmış. Oyuncu olarak sahnede izlemeye doyamadığımız Dalyanoğlu, aynı zamanda bu projenin tasarımcısı, yapım koordinatörü ve kostümlerin tasarımında da Büşra Karpuz ve Nilgün Ilgıcıoğlu ile birlikte çalışmış. Ona oyunun omurgası desem yanlış olmaz. Kollektif kadın çalışması olan oyunun yönetmeni de gene ekibin kıdemlilerinden Aysel Yıldırım. Oyuna ait detaylara girdikçe, Yıldırım’ın büyük bütçelere gerek duymadan, rejisi ile kurduğu dünyadaki incelikleri paylaşacağım. Hazır başlamışken oyunun künyesine devam edeyim. Sahne tasarımı Ali Dur’a ait. Oyuncular Banu Açıkdeniz, Burcu İsra Kanbakoğlu, Duygu Dalyanoğlu, Nihal Albayrak ve Zeynep Okan. Ses tasarımı ve müzik Beril Sarıaltun’a ait. Oyunun akıcı koreografisi oyuncu Banu Açıkdeniz’e ait. Video art çalışması için Soysal’ın kızı Funda Soysal’ın arşivinden yararlanılarak oluşturulan kolaj tasarımın yaratıcısı Kenan Özcan. Oyun 2024 yılında Direklerarası Seyirci Ödüllerinde “Tableau (Tablo) Oyun” ve Üstün Akmen Tiyatro Ödüllerinde “Yılın Ekip Oyunu” kategorilerinde ödüle layık görülmüş. BGST’nin sağlam bir toplumsal cinsiyet dramaturjisi süzgecinden geçirip sahneledikleri önceki oyunları gibi bu oyunları da feminist tiyatro janrını devam ettiriyor. Yıllardır kollektif çalışmalarıyla bilinen BGST topluluğu sahnede bu avantajlarını çok iyi kullanıyor.

ekran-goruntusu-2025-03-08-002639.jpg

Tekrar Sevgi Soysal’ın hayatına dönelim isterseniz. Sevgi meme kanseri nedeniyle öldüğünde sadece 40 yaşındadır. Bu kısa ömre dört roman, üç hikâye, iki anı kitabının yanı sıra oyun çevirileri sığdırır. Ayrıca iki darbe, iki cezaevi süreci, üç evlilik, üç çocuk da gene bu 40 yıllık hayatın içindedir. TRT’ye programlar yapan Soysal, görevinden kovulduğu sürede kurumdan ödül bile alır. Değişik memleketiz. Sevgi Soysal’ın edebiyat dili, dönemin diğer yazarlarından farklı olarak daha ironik, daha mizahi ve daha cesurdur. Kadın kimliği, özgürlük, bireysellik gibi kavramları işlerken, toplumun yerleşik düzenine meydan okuyan bir anlatım benimser. Kimi zaman ironik bir dille, kimi zaman ise sert bir gerçekçilikle okuyucusunu sarsmayı başarır. Onun metinlerinde, kadınlar yalnızca edilgen figürler değil, kendi hayatlarını sorgulayan ve değiştirmek isteyen bireylerdir. Biraz kendisi, biraz çevresi, biraz hayal ettikleridir.

img-9639.jpeg

Soysal’ın 40. yaş gününde, kanser tedavisi için bulunduğu Londra’da, kitaplarındaki kurgu kadın karakterlerinin ona eşlik etmesi fikri çok etkileyici. Beyazlar içindeki bu kadınlar yazarın Tante Rosa, Yürümek, Şafak, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu ve Yenişehir’de Bir Öğle Vakti eserlerinden çıkan ve epizotik her anlatımın sonunda ölen kadınlardır. Pandora’nın Kutusu gibi ona gelen paketten çıkan kitaplarından ortaya saçılmış kadınlar, oyun boyunca Sevgi’nin çocukluktan, ergenliğe, yetişkinliğe kız kardeşlik yaptığı yol arkadaşları olurlar. BGST’nin, Zabel oyununda olduğu gibi kadın kahramanımızın sosyal, politik yaşamını gülmecesini eksik etmeden, zarif bir anlatımla, arabesk bir acıya bulanmadan seyrederken, ülkenin siyasi tarihinin izinden ilerleriz. Hem duygulara hem akla hitap eden bu denge övgüye değer. Soysal’ın ses kayıtları, fotoğraflarının yanı sıra gazete kupürleri sahne geçişlerinde oldukça başarıyla çalışılmış bir kolajla aktarılıyor. Oyunun sonunda ortak birkaç duygu ve fikir kaçınılmaz olarak insanın içini acıtıyor. Bunca mücadele, tutukluluk, işkence, ölüm kendi çocuklarını yutan bir devin, darbelerin önünde duramamıştır. Dönemin siyasi hareketliliğine suskun kalmanın mümkün olmadığı dönemlerde hem ülkenin evlatları bunlarla meşgul olmaya zorlanmış hem de bu meşguliyet cezasız bırakılmamıştır. Sevgi 1972 yılında Mahir Çayan ve arkadaşlarının Kızıldere’de öldürüldüğü haberini koğuştaki arkadaşlarıyla öğrenir. Koğuşta Türkiye İşçi Partisi’nin eski lideri Behice Boran ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun kurucularından Gülay Özdeş gibi sosyalist hareketin önde gelen isimleri vardır. Bu sırada Deniz Gezmiş ve arkadaşları da hapishanede, açlık grevindedir. Böyle bir atmosferde yazarın ilk romanı Yürümek, 1970 yılında yayımlanır. Kadın erkek ilişkilerine odaklanan, kadın ve erkek olmanın toplumsal dayatmalarına dikkat çeken bu roman, yayımlanmasından bir yıl sonra müstehcenlik gerekçesiyle toplatılır. Aynı yıl Sevgi Soysal, TRT’deki görevinden ayrılmak durumunda kalır. Soysal’ın ilk tutukluluğu taşıdığı nüfus cüzdanında eşinin soyadının belirtilmemesinden kaynaklanır ve bu sebepten Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nda yirmi yedi gün yatar. Tahliyesinden kısa bir süre sonra, bu kez orduya hakaret iddiasıyla sekiz ay daha aynı cezaevinde hüküm giyer. Adana’ya siyasi sürgün olarak gönderilir, atmış beş gün orada kalır.

img-9633.jpg

Hakimin sorgu sorasında Sevgi’ye mesleğini sormasının ardından ‘‘yazar’’ cevabını vermesine rağmen kayıtlara ‘‘ev hanımı’’ olarak geçirmesi, dönemin kadına bakışına bir örnektir. Böyle bir iklimde kadın olmak direniş için iki kat zordur. Geçmişe dönük tüm sol hareketin ve politik aktivizmin erkek anlatılarından sıyrılıp, erkekleşmemiş bir kadının anlatısının belgesel-oyun şeklinde yeniden hatırlatılması oldukça önemli. Sevgi karakterinin kendiyle ilgili kalışı, örgütlere mesafeli haline karşılık, oyunun ikinci yarısında seçilmiş hikayelerin sol siyasetle ilgili oluşu onu yeterince politikleştirmiş. Oyun boyunca Işıltı Dergisi, Yenişehir burjuvazisi, Kıbrıs Harekâtı, İmroz günleri, TRT Radyo, 12 Mart Muhtırası, Mamak Cezaevi, Deniz’ler, Mahir’ler, Kızıldere… hafızamızda birçok yere ulaşır. Hüzünlenir, gülümser, acır geri geliriz. Mesela kişisel hikayemde İmroz epizotunun beni götürdüğü yerden dönmem biraz zaman aldı.

ekran-goruntusu-2025-03-08-002758.jpg

Oyunun kurgusunun başarılı yanlarından biri de sanki Sevgi gerçek diğer kadınlar hayaldir. Oysa oyunun tamamı kurmacadır. Belgesel niteliğinde olsa bile yazarın dünyasından bir Sevgi Soysal seyrederiz. Ben kitaplarından sevdiğim bu kadını sahnede bir kez daha sevmeye asla itiraz etmem. Oyun Soysal ile birlikte çevresindeki kadınlara ve tüm kadın sorunlarına ses oluyor. Devam eden hayatın emekçisi olmak kadınları birbirine bağlamakta. Sevgi Soysal’ın dediği ve oyunun başında kendi sesinden duyduğumuz gibi: “Londra’da, Ankara’da, İstanbul’da ya da Zap Suyu’nun yanı başında, nerede olursa olsun kadınları birbirine ortak eden tek bir şey vardır: Hayat. Sürmekte ve sürecek olan hayatın tartışılmaz emekçisi olmak.”

Yıldırım’ın rejisinde minimal dekor, aksesuar kullanımı dikkat çekici. Oyun dikey olarak yerleştirilmiş bir yatak görseliyle başlıyor. Tahtadan paravanların oyun boyunca oyuncular tarafından açılması ve kapanmasıyla sahne değişiyor. Dikey pozisyonda sahne ortasında duran yatağın çarşaf kısmı ise belli aralıklarla yansıtılan video art gösterileriyle hem biçim hem içerik olarak oyunu derinleşiyor. Culture CIVIC’in desteğiyle üretilen videolar oyuna dinamizm katarken, oyuncuların kostüm değişimi için onlara zaman tanıyor. Seyir kesintiye uğramadan ve tarihsel izleğin peşinde diğer hikâyeye rahatlıkla geçiliyor. Koreografi ve müzik oyuna önemli katkı sağlıyor. Oyuncuların farklı dil ya da şivelerle konuşmaları BGST’nin kültürel zenginliğinin önemli bir parçası. BGST, 1995 yılında Boğaziçi Üniversitesi mezunları tarafından kurulmuş, İstanbul merkezli bir sanat topluluğu. Topluluk, dans, müzik, tiyatro, yayıncılık ve müzik yapımcılığı gibi alanlarda faaliyet gösteriyorlar. BGST, sanatsal faaliyetlerine üniversite bünyesindeki öğrenci kulüplerinde başlamış ve mezuniyet sonrasında bu çalışmaları profesyonel bir yapıya dönüştürmüş.

ekran-goruntusu-2025-03-08-002835.jpg

Oyunun ilk perdesinin temposu ikiye göre yavaş olsa da benim şikâyetim olmadı. Sevgi Soysal’ı çocukluğundan 40 yaşına kadar Zeynep Okan canlandırırken, sahnedeki diğer dört oyuncu çok sayıda karaktere ustalıkla değiştiler, dönüştüler. Oyunculuklardaki üslup birlikteliği kollektif çalışmanın meyvelerindendi. Her epizotun sonunda hayattan ayrılan bu ruhlar, zaten kurmaca oldukları dünyada, kanserin son evresindeki Soysal’ı, 40. Yaş gününde, Londra’da sarıp sarmaladılar. Oyundaki portakal, seyircilerin ağzında sulanma ve acılık bıraktı. Çocukluk hikâyesinde tahta göğüslü olduğu için memelerinin olduğu yere portakal koyan Sevgi, ne gam ki meme kanseri olur. Bu kanser memede portakal kabuğu manzarası yaratır diye de tanımlanır. Ve Sevgi Londra’da portakalı dilimler, edebiyat kahramanlarına acısını pay eder. Memesinden biyopsi alınmak üzere uyutulan Sevgi, uyandığında tamamı alınan memesinin hesabını sorar. Afişte de kendine yer bulan bu portakal leitmotifini çok sevdim. Kanser bir mücadeledir. Meme kanseri, sekiz kadından birinde görülen, en yaygın kadın kanserlerindendir. Düzenli taramalarla erken tanınabilen ve tedavisi mümkün olan bu kanseri yaşamış kaç kadın oyunu seyrederken başka hüzünlere ya da korkulara kapıldı bilmiyorum. Bu arada özel bir not, ben oyunu şahane bir seyirci grubuyla seyrettim. İstanbul Tabip Odası, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü için oyundan toplu bilet almış ve kadın hekimlerle, sağlık çalışanlarıyla bu oyunda buluşmuştu.

ekran-goruntusu-2025-03-08-002906.jpg

Oyun Cumhuriyet’in ilk 50 yılında kadının toplumda yalnızca anne veya eş olarak, erkeğe ait olarak hayata tutunabildiğini, toplumsal rollerin sınırlarından taştığı an cezalandırıldığını ama tüm patriarkal zorlamalara ve zorbalıklara rağmen mücadeleden vazgeçmediğini gösteriyor. Biz Cumhuriyet’in 100. yılını geride bırakmış bir nesil olarak oyunu seyrederken bu söylemlerin pek de değişmediği bir Türkiye’de kadınlar açısından nelerin iyiye gittiğini sorgulamak zorundayız. Bugün 8 Mart. Meydanlar kadar, akıllar, kalpler kadınların taleplerine kapalı, duyarsız. Umut hep olmalı, akıl hep çalışmalı. Eşit yaşam hakkı talebiyle biz kadınlar sesimizi duyurmaya devam edeceğiz, günümüz kutlu olsun. İyi hafta sonları.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytun Aktan Arşivi