Mustafa K. Erdemol
Öfke örgütleniyor, dikkat
Göçmen karşıtlığını toplumsal bir harekete dönüştürme heveslileri var ne yazık ki. Bunun sorunu çözmekten çok daha da karmaşıklaştıracağına kuşku yok. Öyle bir hale geldi ki durum, üzerinde konuşmak bile sorun yaratır oldu. Bu yazının altına, üstelik tam olarak okunmadan, neler yazılabileceğini az çok öngörebiliyorum.
Öfkede haklılık payı var tabii. Hatta Suriyeli sığınmacılara alınan tavra “ırkçılık” dendiğinde muhatapların bunu öfkeyle reddetmeleri de haklı bir tavır. Suçlamaları çok kolay yapıyoruz, bu elbette kötü bir tutum, ama sosyolojik kavramları yerinde kullanmadığımız da bir gerçek ki bu daha da kötü. Irkçılık nedir, yabancı düşmanlığı ne anlama gelir, göçmenlere her karşı olan ırkçı mıdır, bunları düşündüğümüz yok pek.
Düşmanlık değil korku
Ülkemizde Suriyeli göçmenlere olumsuz yaklaşımın çoğunlukla “etnik” gerekçeleri olmadığına inanıyorum. Küçük bir kesim etnik bir nefret duygusuna sahip elbette. Ancak toplumumuzda genel olarak hakim olan duygu, sığınmacılara ilişkin dile getirilen rahatsızlıklar, endişeler hatırlandığında, “yabancı düşmanlığı”ndan çok “yabancı korkusu”, yani zenefobyadır. Yabancı düşmanlığından daha iyidir dediğim yok tabii ama bu “korku”nun gerekçeleri, “düşmanlık”tan daha kabul edilebilir gerekçeler. Demografik yapının değişeceğinden, kültürel çeşitliliğin özgün kültürü baskılayacağından, işinin sığınmacılarca elinden alınacağından korkanların sayısı az değil. Bu tür bir korku duymayan birisi olarak korku sahiplerine kolayca ırkçı da diyemem doğrusu. Çünkü yabancı korkusu, ırkçılığa giden yolda önemli bir aşamadır ama ırkçılık değildir.
Ama ister “Düşmanlık” olsun isterse “Korku” olsun, bunların her ikisinin varlığı çeşitli ülkelerde “göçmen karşıtı politikaları” güçlendiren bir etkiye sahip. Bu politikalar on yılı aşkın bir süredir var. On dokuzuncu yüzyıl Avrupası’nda da vardı ama o dönemin göçmen karşıtlığı pan-milliyetçi ideolojiler temelliydi. Yirminci yüzyılın ilk yarısını şekillendiren yabancıya düşmanlık duygusu ise etnik “ötekilere” karşı nefret üzerine kurulu. 1980’lerin ortalarından başlayarak göç/göçmen olgusu, özellikle sağ partiler arasında “politika yapma” araçlarından biri haline geldi. Göçmenler “sosyal parazitler” olarak adlandırıldı. Tanımlama böyle olunca göçmenler hemen her konuda suçlanır oldular. Göçmen karşıtı politikalar özellikle sanayi sonrası demokrasilerinin yaklaşık yarısında göçmen karşıtı sağ partilerin seçimlerde başarılı olmalarına da yol açtı.
Emek rekabeti de karşıtlık doğurur
Bir kez daha belirtmekte yarar var, yabancı korkusunun etnik nefretle ille de bağının olması gerekmez. Kimi Avrupa ülkelerinde kentli siyahlarda da göçmen işçilere karşı emek rekabeti çerçevesinde bir karşıtlık, istemezlik vardır örneğin. Solcu bir ekonomi politikasını savunur görünüp de göçmen karşıtı olan partiler de mevcut, bizde de CHP örnektir buna.
Ben “yabancı korkusu” deyip tek bir tanıma sığdırdım ama ülkemizdeki göçmen kaynaklı yaşadığımız şu duruma ilişkin çok sayıda açıklayıcı tanım getirilebilir, hepsi de birbirinden tatsız: Kültürel dışlayıcılık, etnik hoşgörüsüzlük, etnosentrizm. Bunların hepsi ırkçılıktan bir önceki aşamalar aslında. Irkçılığa, yabancı düşmanlığına dönüşmeleri mümkün.
Yabancı düşmanlığı yeni bir olgu değil. On dokuzuncu yüzyılda İngiltere, Almanya, Fransa gibi ülkelerin sicili pek kötü bu konuda. O dönem Almanya'da Polonyalı göçmenler Almanların saldırılarına uğrardı sık sık. ABD’de 1850'lerde, 1890'larda göçmen karşıtı duygular çok çok gelişkindi.
Statü kaybı da etkili
Göçmen karşıtı duyguların gelişmesinde önemli bir faktör daha var: Küçük esnafın, küçük üreticilerin sosyal statü kaybı. Göçmenler yararına alınan kararları, uygulamaları bu kaybın nedeni olarak gören kesimler bunlar. İşsizlerin büyük çoğunluğunun da göçmen karşıtı olduğunu unutmayalım. İşçi sınıfı içinde sosyal güvenlikten, refahtan yoksunluğun nedeni olarak yabancıları görme eğilimi artıyor.
Ekonomik krizin de yabancı düşmanlığını arttıran etkisini göz ardı etmeyelim. Az eğitimli veya ekonomik olarak savunmasız durumda olanlar göçmenlerin varlığıyla “mali zarara” gireceklerini sanarak hızla göçmen karşıtlığına kayıyor. Kimileri hoşlanmayacak ama bu konu üzerinde çalışanlar milliyetçilikle göçmen düşmanlığı arasında bağ olduğuna inanıyorlar. Ulusal kimlik savunusundaki aşırılığın doğal sonucu bu.
Karşıtlık partileşti
Göç gerçeği vatandaş olanlarla olmayanlar, yerli dile karşı yabancı dil, Türklerle (Türkiyelilerle) Türk (Türkiyeli) olmayanlar arasında karşıtlıkları doğuruyor bir süre sonra. Göç/göçmen alan her ülkede böyle oldu, oluyor da. Bu karşıtlık üzerine politika oluşturan göçmen karşıtı partilerin gücü de giderek artıyor haliyle. Buna da göç/göçmen alan her ülkede rastlanıyor. Bizde de sadece göçmen karşıtlığı üzerine kurulduğu izlenimi veren Zafer Partisi var. Siyasal tarihimizde -sanırım- ilk kez rastlanıyor buna.
Her göçmen karşıtı parti gibi Zafer Partisi’nin de tek bir soruna odaklandığı görülüyor. Göçmen karşıtlığı kimi kesimler için cazip bir politik manipule aracı. Ama Zafer Partisi’ni bu alanda tek sayıp haksızlık yapmayalım, göçmen karşıtı politikalara başvuran ana akım partiler de var.
Tehlike şurada; giderilebilecek bir duygu olan Yabancı Korkusu (Zenofobya) giderek Yabancı Düşmanlığı’na evrilebilir. Bu çok kötü olur gerçekten. Hiç bir zaman göçmen dostu bir ülke olmadık belki ama yabancı düşmanı da olmamıştık hiç.
Göçmene öfke örgütleniyor, görüyorsunuz. Bu öfkenin örgütlenmesi karşısında solun, emekçilerin, yabancı dostlarının da örgütlenmesi gerekiyor.
Göçmen sorununun çözümü sağın eline bırakılamaz çünkü.