Ayşenur Arslan

Ayşenur Arslan

Normalleşebilir miyiz!

Eskiden büyükler akıllarına yatmayan bir şey yaptığınızda “icat çıkarma” derdi.

Ben büyüdüm.. Ama icat çıkarmaya devam ettim!

O kadar ki, Medya Mahallesi programının henüz ekranda olduğu günlerde Zafer Mutlu ile bir telefonda konuşurken programı nasıl bulduğunu sordum.

“Her zamanki gibi manyak Ayşenur” dedi. Zafer’i 1980lerin başından tanıdığım için alınmadım. “Yani” dedim.. “Çok iyi gidiyorsun” dedi.

Aslında bu anekdotun, yazıda anlatacaklarımla bir ilgisi yok! Ama biraz sonra Zafer’in kulaklarını çınlatıp bugünkü medya düzeninin başlangıcına gideceğim için, aklıma gelmişken yazayım dedim!

Anlatmaya sondan başlayacağım..

Sözcü TV’nin yeni yayın politikası (hatta şifresi) geçenlerde açıklandı: “NORMALLEŞME”..

İroniye falan sığınmadan görüşümü dile getireceğim.

*Başta İmamoğlu olmak üzere onca deneyimli bürokrat, bilim insanı, hukukçu içerdeyken..

*Selahattin Demirtaş kesin AİHM kararına rağmen tahliye edilmiyorken..

* Fatih Altaylı iki çift söz nedeniyle “Cumhurbaşkanı’na fiili saldırı” gibi akla ziyan bir gerekçeyle hapse mahkum edilmişken..

* Enver Aysever, YouTube kanalında “sağcılar” hakkında söyledikleri için “ halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçlamasıyla tutuklanırken..

* Merdan Yanardağ’ı casus olduğunu iddia eden bir iddia ile Silivri’ye gönderenlerin, daha araba yoldayken Tele1’e kayyum atadığına tanık olmuşken..

Yani her şey Saray’ın dizayn ettiği mevsim normallerine yakın seyrederken..

Hadi sarılıp öpüşelim tam normalleşelim diyorlarsa vah Türkiye’ye.. Vah medyamıza!

Bakın sevgili gençler, normalleşme “biz yeri geldiğinde iktidara çakarız ama iyi yaptığı şeyi de söyleriz” demek değildir.

TÜİK sepetinde olduğu gibi toplumsal kriterlerde de ağırlıklar değişir.

Yılbaşında kırmızı don giymek, mesela, on puansa, ifade özgürlüğü milyon puan değerindedir.

Barış getireceğiz diye PKK ile başlatılan diyaloğu önceleyip.. “Süreci hele bir halledelim sonra sıra demokratikleşmeye gelecek” diyenlere sıfır puandan fazlası reva değildir.

Normalleşme konusunda Ekşi Sözlük’ten bir yorumu paylaşmak istiyorum:

“Anormal bir durumun ortadan kalkması değil, o durumu anormal görenlerin ortadan kalkması.. Anormalliğin, -artık ona anormal diyen kimse kalmadığından- ülkenin "normal"i haline gelmesi.”

CHP milletvekili Gökhan Günaydın “binlerce insan boşta gezerken AKP’lilerin mülakatsız, sınavsız işe alıyorsunuz. hiç mi utanmıyorsunuz?” Dediğinde AKP Meclis Grup Başkanvekili Özlem Zengin’in yanıtı “YENİ NORMAL” için olağanüstü bir örnek:

“İnsanlara dönüp ‘utanmıyor musunuz, utanmıyor musunuz’ dediğinizde nasıl bir cevap bekliyorsunuz ki! Evet utanmıyoruz, gurur duyuyoruz yaptığımız işten, neyinden utanacağız?”

Sahi nelerden utandılar ki bundan da utansınlar.

Sokaktaki insanın “artık doktor dövebiliyoruz” diye gururla konuştuğu bir ülke yaratıldı.

Ve bu günlere gelinmesinde islamcı olduğu iddia edilen siyasetçiler kadar medyanın da payı büyüktü.

“1995 yılının bir Aralık akşamı, ATV’de ekrana, kimisini "ilk", kimisini de "son" kez gördüğüm liderlerle unutulmaz bir Siyaset Meydanı yaşanmıştı. 24 Aralık seçimlerine kısa bir süre kalmıştı. Ve Siyaset Meydanı liderleri buluşturacaktı. O günlerde Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan canlı yayınlara katılmama kararı almıştı. Hele diğer liderlerle birlikte bir tartışmaya katılması, söz konusu değildi. DYP lideri Tansu Çiller, -o günlerde ATV / Sabah grubunun gözdesi olmanın da rahatlığıyla- davete hemen "evet" demişti. CHP lideri Deniz Baykal ve MHP lideri Alparslan Türkeş de. Ancak karede çok önemli bir eksiklik, o eksikliği gidermedeyse çok büyük bir sorun vardı. ANAP lideri Mesut Yılmaz'ın katılması -bize göre- şarttı. Oysa o günlerde Yılmaz, Sabah/ATV grubunda "adı bile anılmaması gerekenler" Top 10 listesinde ilk sıradaydı. Bu nedenle bizi çifte engel bekliyordu. Önce "yukarısı" Yılmaz'ın mutlaka çağrılması konusunda ikna edildi, sonra sıra, Yılmaz'ı iknaya geldi. İşte bu ikinci engelin aşılmasında yardımımıza koşan, Türker İnanoğlu oldu.”

Türker Bey ortaya kendisini koyarak Yılmaz’ı ikna etti. Ve Siyaset Meydanı akşamı geldi çattı..

İlk gelen Deniz Baykal oldu. Baykal, İkitelli'deki Sabah binasında kendisine gösterilen bir odaya çekildi, program için çalışmaya başladı. Ardından Alpaslan Türkeş geldi. İdeolojilerimiz birbirine selam bile vermezdi elbette. Ama zaman herkes gibi onun için de acımasızca akmış ve ben o akşam hasta ve yaşlı bir adamı karşılamıştım. Yürüyebilmek için koluma girdi. Konuk odasına giden ara koridorun kapısı kapalı olduğu için uzayan ve binanın koca mutfağından geçen bir yolu öyle, kolkola yürüdük. Yemek kokulu güzergah için özür diledim. "Rica ederim kızım" dedi.

Sıra Çiller'deydi. Türkeş'i bir tek ben karşılamıştım. Oysa Çiller için Dinç Bilgin bile kapıya çıkmıştı. Ortalığı geren haber, kapıda geldi. Miting için Bursa'ya giden Mesut Yılmaz gecikecekti. Bu nedenle Siyaset Meydanı'nın saati de ileriye alınmıştı. Zafer Mutlu burnundan soluyordu. Bütün akış, "o binaya girmesi" bile mesele olan Yılmaz'a göre mi düzenlenecekti yani! Çiller'e bu gecikme nasıl açıklanacaktı! Olacak şey miydi yani bu! İlginç biçimde ortalığı yumuşatan yine Dinç Bilgin oldu: Çiller'i makyaja alın. Tam bitmişken bir şey döküp "eyvah bozuldu" diye silip yeniden makyaj yapın. Zamanı doldururuz.. Neyse ki, buna gerek kalmadı! Çiller, Dinç Bilgin'in odasında ağırlandı. Ve anlaşılan beklemekten şikayetçi olmadı.”

Mesut Yılmaz ‘ın da gelmesiyle rahat bir nefes alabilirdik. Ama ne mümkün! Programın başlaması ve Mesut Yılmaz’ın ANAP’ı görmezden geliyorsunuz diye Sabah grubuna veryansın etmesiyle sinirler gerildi.. Ardından patron katından gelen talimatlarla kriz tırmandı: "Yalan söylüyor. Çabuk şu belgeyi Ali Kırca'ya ver. Falan haberi fotokopisini stüdyoya gönder."

Canlı yayında böyle bir şey yapamayacağımı.. Bunun tüm itibarımızı paramparça edeceğini söylüyor ama ikna edemiyordum. Sonunda çareyi "kaybolmakta" buldum. Arkadaşlarıma reklamlara kadar ortalarda olmayacağımı söyledim. Ve sahiden gizlendim. Bir merdiven altında sigara üstüne sigara içerek reklam saatini bekledim. Bu yüzden Mesut Yılmaz'ın (yakın plan çekimde) habire kurabiye yediği sahneleri izleyemedim.

“O görüntüler ertesi gün herkesin dilindeydi. Bizi de istifanın eşiğine getirmişti. Ertesi gün, zaten Siyaset Meydanı'nın yorgunluğuyla başlamıştı. O yorgunluğa, ögleden sonra "yukarıdan" gelen bir talimatın şoku eklendi. Ali Kırca, çağırıldığı üst kattan allak bullak bir yüz ifadesiyle döndü: "Yılmaz'ın kurabiye yemesini komik klip yapmamızı istiyorlar." "Mümkün değil" dedim, "Böyle bir klibin ATV Haber'e yakışıp yakışmamasını bir kenara bırak, Yılmaz, burada misafirimizdi. Bu, evine çağırdığın misafiri ısrarla yatıya davet edip odasına gizli kamera yerleştirmek gibi bir şey. Masasına kurabiyeyi koyan biziz. O yerken, hem de yakın planda gösterip duran biziz. Zaten yanlış yapmışız. Üstüne bir de komik klip mi! Sözkonusu olamaz!" Ali Kırca, "Ama kesinlikle istiyorlar, yapacak bir şey yok" dedi. Oysa bana göre yapacak bir şey mutlaka olmalıydı. Olmazsa da çantalarımızı toplayıp gitmeliydik..”

İşte o sıcak dakikalar “yine gidelim diye tutturup başımıza icat çıkarma” tadında bir salvo ile karşılandı.

Ali Kırca “mecburuz” dedikçe ben diretiyordum. Sonunda aklıma sorunu çözen bir fikir geldi. “Hemen yukarıya çık" dedim, "Ve Türker Bey’e nezaketen de olsa sormamız gerektiğini söyle. Mesut Yılmaz'ı binbir dil dökerek ikna eden o değil mi! Ondan habersiz böyle bir klip yaparsak Türker bey zor durumda kalır, ayıp olur..."

Tahmin ettiğim gibi, Türker İnanoğlu'nun adı talimatın geri alınmasına yetti. Biz de istifa ya da meslek hayatımıza böyle leke sürme ihtimalinden kurtulmuştuk.

O günlere dönmemin nedeni, işte bu ders!

Aslında örnek çok. O yüzden kovulduğum ya da çantamı alıp çıktığım gazete, dergi ya da televizyon sayısı 20’yi geçer.

Hiçbirinde de ağlamadım!

Zira doktorların Hipokrat yemini gibi, bizlerin de yemini olmalı.

Bizler için tek seçenek, bağımsız ve halktan yana haber yapmak olmalı.

Grupların ya da kişilerin çıkarları değil.

Siz bu yazıyı okurken gazeteciler, Merdan Yanardağ, Fatih Altaylı, Enver Aysever ve daha nicesi 15 metrekarelik hücrelerinde ömür tüketiyorlar.

Yani.. Hiçbir şey normal değil.

Bu antidemokratik sistemi normalleştirmek de zaten mümkün değil.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşenur Arslan Arşivi

Mehmet Akifgiller "gerçeği"

11 Aralık 2025 Perşembe 09:20

Saray'ın politikası: Stratejik sabır!

10 Aralık 2025 Çarşamba 09:22

Feti Yıldız'a 'eylem' daveti

09 Aralık 2025 Salı 10:03

Yeni yıla sınır ötesinde mi gireceğiz?

08 Aralık 2025 Pazartesi 09:26

Çakar çakmaz çakan medya

06 Aralık 2025 Cumartesi 08:40

Medyanın kirleri Saray'ın hesapları

05 Aralık 2025 Cuma 09:18

Sözcü "nereye"?

04 Aralık 2025 Perşembe 11:12

Medyada fırtına: Sözcü'ye ne oldu?

03 Aralık 2025 Çarşamba 09:18

Erdoğan PKK’nın restini görecek mi?

02 Aralık 2025 Salı 10:29