“Kimse halkı suçlamasın; bu ülkeye ilk olarak aydınlar ihanet etti…!”

Atilla İlhan’ı (ışıklar içinde yatsın) bilmeyen, duymayan, hatırlamayan var mıdır. En sevdiğim şiiri ise “ayrılık da sevdaya dahil”’dir;

“Ay ışığına batmış karabiber ağaçları, gümüş tozu gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar, yaseminler unutulmuş tedirgin gülümser, çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var, çünkü ayrılık da sevdaya dahil, çünkü ayrılanlar hala sevgili, hiç bir anı tek başına yaşayamazlar, her an ötekisiyle birlikte, herşey onunla ilgili”

Ancak size anlatmak istediğim Atilla İlhan’ın şair yanı değildir. İyi bir gazeteci ve araştırmacı olan Atilla İlhan 18 Mart 1995’de Aydınlık gazetesine verdiği bir demeçte; “Aydınlar bitti. Aydın diye bir şey yok Türkiye'de. Halk aydınların önündedir. Türk halkı uyandı. Bizim aydınlarımızın önemli bir kesimi kesinlikle cahildir. Benim bu konuda ne düşündüğümü bilirsiniz. Dünyada ne oluyor bitiyor, kesinlikle okumazlar, izlemezler. İkincisi muhakemeden yoksundurlar. Olay gözüne giriyor, onu doğru değerlendirip doğru sonuç çıkartamıyorlar. Aydınlarımızın büyük bir kısmı, inanışlarından önce menfaat peşindedirler. İşin püf noktası bu” demişti.

Bakın en önemli sözcük şudur; “Aydınlarımızın büyük bir kısmı, inanışlarından önce menfaat peşindedirler”.

Gelelim şimdi işin bam teline…!

Soru şu; “AKP’nin iktidara gelmesinde, büyümesinde, kurumları yok etmesinde, rejimi-sistemi değiştirip Türkiye’nin başını bu kadar belaya sokmasının birinci nedeni nedir…!”

Ehliyetsiz, liyakatsiz, beceriksiz, kötü niyetli, hırsız, soyguncu, Allah ile aldatan, etik değerlerden yoksun siyaset erbabı diyeceksiniz…!

Yaklaştınız ama değil…!

Birinci nedeni aydın ihanetidir…!

Tarlasını traktörüyle ya da sabanıyla süren köylü ihaneti bilmez. El emeği-göz nuru iğnesiyle kuyu kazan terzi, parmaklarının ucu nasır tutuncaya patlayıncaya kadar önündeki sayanın üzerindeki çiviye vuran kunduracı da hain değildir. Fırıncı, marangoz, sarraf, kabzımal da ihanetin ilk harfini bile bilmez.

Bu ülkede ihanet sahibi hainler; “Yarı aydınlardır…!”

Hiç fark etmez; gazeteci olurlar telefonu açtıklarında karşısındaki bakana patronuna ihale vermesi için tehdit ve hakaret yağdırırlar. Ya da Başbakanı arayıp gazetenin köşe yazarı ve genel yayın müdürü olarak devletin bankasını vermezse “kirli dosyaları açma” tehdidinde bulunurlar. Bu sadece “aferin almak” için yapılmaz. Önünde duran tasa iri etli bir kemik atılması içindir.

İlkeleri yoktur, hiç olmamıştır. Gazeteciliği “para transferini sağlayan bir hafif makinalı” olarak görürler. Roket atar ve füzelerini bir geride tutarlar ki patronun ileride doymaz bilmeyen kursağına atacağı daha iri bir lokma için ateşe hazır olsun diye.

Renkli gözlükler takarlar, genelde yurt dışında yaşarlar, gençliklerinde ne kadar devrimci oldukları anlaşılsın diye “uzun saçlı John Lennon” fotoğraflarını paylaşırlar; ama üç otuz kuruşa arkasını bile dönmeden halkını satarlar.

Onlara göre milletin iradesi, yanı halkın gücü; “Piyasası yükselen bir kağıt gibi alıp satmak için borsacıya rehin edilmiş bir hisse senedi” gibidir.

Aynı şark kurnazı siyasetçiler gibi. Herşey kendilerinde başlar ve her şeyin bitiş noktası kendileridir. İktidarın onlara göre anlamı kendisinin, aile efradının ve yakın arkadaşlarının ne kadar işine yaradığıyla doğrudan ilgilidir. Yılanları bile kıskandıracak ve hayretle izlettirecek hızda kabuk değiştirirler. Onların her kabuğunun altında farklı bir renk bulunur. Bazen kızıl; bazen yeşil; bazen mavi renk olurlar.

Bazıları hızla gömlek değiştirir ama yeni giydiği gömlekle onu eşi bile zor tanır. Konuşurken burun kanatları açılır ve büyür; yumruklar sıkılır, boğazından sözler sözde bir inancı anlatırcasına hırıltı eşliğinde çıkmaya başlar. Kendini yeryüzünü yaratanla bir tutmaya başlar. Herkesin başını soktuğu evini kendisinin verdiğini, ya da karnını sadece kendisinin doyurduğuna inanır. Her şey kendisiyle anlamlıdır, kendisiyle vardır ve kendisi gittikten sonra yok olacaktır, olmalıdır da.

Bir de bunların yolunu açan, onların önünde diz kıran, gerdan büken, ”Beyefendi muhteşem” diye ardından salyalar akıtarak gezen aydın müsveddeleri vardır.

Eğer bugün bu ülke bu kadar acınacak bir hale düştüyse bunun birinci nedeni karnı bir türlü doymayan yarı aydın müsveddeler ve bunları ustalıkla kullanan iki yüzlü siyasetçiler yüzündendir.

Şimdi bu konuyu kapatıp başka bir konuya geçelim isterseniz…!

Bir dönem CHP’nin lider adayı olan, gittiği her yerde inançlı-kararlı-tutarlı çizgisiyle ayakta alkışlanarak karşılanan Ertuğrul Günay. Bir gün bir sabah kalktı ve şöyle dedi; “AKP Türkiye’de öncülük yapan bir siyaset izliyor”. Ardından AKP’ye geçti, bakan bile oldu.

Sadece bununla kalmadı; Radikal gazetesine verdiği bir demeçte (02.12.2009); dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay; “Başbakanımız ekonomik ve demokratik uygulamalar sonucunda Nobel alabilir. Bu ana muhalefet partisinin başkanının uykularını kaçırıyor, rüyasına giriyor. Halbuki bu güzel birşey değil mi?”

Yine aynı tarihte  ucu görünen Ergenekon soruşturması için; Günay şöyle konuşmuştu;

 “Türkiye’de adalet bir soruşturma yapıyor. Umuyorum ki sonuçları erken görürüz. Demokrasiye karşı baş kaldıranlar şimdiye kadar başarılı oldular, Türkiye zararlı çıktı. İnşallah bu sefer demokrasi kazanır ve Türkiye’de kazanmış olur (Radikal gazetesi-02.12.2009)”.

 Hatta bakanlığı döneminde o zamanın başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ayakta tutmak için bütün sanat camiasını karşısına alan açıklamalar bile yapmıştı. Haber şöyle;

Başbakan Erdoğan'ın Ocak 2011'de Kars'taki İnsanlık Anıtı için bu sözü kullanmasıyla yaygınlaşmıştı. Erdoğan anıt için ‘ucube’ dediğinde kamuoyundan ve sanat camiasından büyük tepki toplamış, Kültür Bakanı Günay da televizyona çıkıp, herkesin gözünün içine baka baka ‘Başbakan heykele ucube demedi’ diyerek yalan söylemişti (Sol gazetesi-15 mart-2012)”.

Bunlar unutuldu. Devir değişti. Ertuğrul Günay AKP’den gönderildi. Günay önce Duvar gazetesine konuştu;

 “AKP muhafazakar bir parti değil. Muhafazakarlığı kamuoyunu ikna etmek için kullanan, aslında tam bir modernist ve modernizmi rantla iç içe geçirmiş bir ‘türedi zengin’ partisi. Burjuva kültüründen gelmeyen, zenginliğe doymayan bir parti (14/05/2016 )“.

Ertuğrul Günay RS FM'de yayınlanan Yavuz Oğhan'dan Bidebunudinle programına katıldı ve şöyle konuştu;

“AK Parti'nin 'tek adam' çerçevesinde olan yönetimini eleştirmek değil de alkışlamayı tercih edenler ulufeye boğuluyorlar. Yüksek İstişare Kurulları, bankaların yönetim kurullarında görevler elde ediyorlar. Eleştirmeyi tercih etmek geç de kalınsa doğru bir tavırdır. Siyaset açıklıkla yapıldığı zaman daha başarılı olunacak bir iştir.”

Ertuğrul Günay’ı Cumhuriyet Halk Partisinden ihraç ettiğinde dönemin genel başkanı Deniz Baykal’a olmaz sözlerle yüklenilmişti. Ancak gelinen nokta gösteriyor ki;

“Hala Deniz Baykal haklı, hala Deniz Baykal ne derse doğruyu söylüyor…!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Ertürk Arşivi