İsmail Saymaz
Helal cop
Adana'da, Furkan Vakfı üyelerine yönelik acımasız polis şiddetine dair çokça görüntü yayınlandı. Biri var ki AK Parti'nin, iktidarını perçinlemek için başvurduğu bütün mağduriyet sömürüsünü yerle bir etti.
Siz de izlemişsinizdir.
Polis, Furkan Vakfı üyelerine gaz sıkıyor. Çarşaflı protestocu birkaç metre ilerisindeki polislere çıkışıp sırtını dönerek yürüyor. Ne cisim atıyor ne de el işareti yapıyor. Müdahaleyi gerektirecek eylemi olmadığı halde türbanlı polis, arkasından koştuğu çarşaflı kadını cop darbesiyle düşürüyor. Sonra copu, çarşaflıya kaldırıyor.
HDP'lilere ve sol gruplara reva görülen bu şiddet dini - politik bir cemaat olan Furkan Vakfı üyelerine karşı da pervasızca uygulanıyor. Çünkü vur emri daha yukarıdan, iktidar katından geliyor.
Bu yüzden polis, izinsiz gösteriyi dağıtır gibi değil...
Düşman ordusuna dalar gibi vuruyor.
Adana'nın muhalif cemaati
Furkan Vakfı, Mısır El Ezher Üniversitesi'nden mezun olan Kuytul tarafından 1994'te Adana'da kuruldu. Cemaat Adana'nın yanı sıra Mersin ve Hatay'da da güçlü.
Kuytul, Diyanet İşleri Başkanlığı'nca Selefi kabul ediliyor.
Laiklik ve demokrasiyi küfür sayıyor.
Taraftarları oy vermiyor.
Sohbetlerinde siyasi gündeme girmesi, Sezen Aksu'nun şarkısına varıncaya kadar her mevzuda görüş belirtmesi dikkat çekiyor. İktidarı keskin dille eleştirmekten geri durmuyor. Bir muhalif partinin lideri olsa başı ağrımayabilirdi. Cemaat lideri sıfatıyla eleştiri yönelttiği için siyaseten tekfir edildi.
FETÖ'ye yardım ve PKK propagandasından tutuklandı.
Bunlar Kuytul'u susturmak ve yalnızlaştırmaya yönelik inandırıcılıktan yoksun iddialardı. Zaten yargılama da beraatle bitti.
Geçen yıl eylül ayında Furkan Vakfı ile bağlantılı olan işadamı K.S. kaçırıldı. Üç gün işkence gören K.S., failler hakkında bilgi vermedi. Ancak 9 Kasım 2021'de ilk ifadesini değiştirerek, kendisini Furkan Vakfı üyelerinin kaçırdığını ve 6-7 milyon TL değerinde 30 senet imzalattıklarını savundu.
Sekiz kişi tutuklandı.
Kuytul ve taraftarları 20 Mart günü, arkadaşlarının tutuklanmasını protesto için basın açıklaması yapmak istedi.
Valilik izin vermedi.
Onlar da izinsiz şekilde yürümeye çalışınca polis orantısız müdahalede bulundu. Öyle ki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, "Bu kadar olmaz" dedi.
İktidara biat etmedi
Kuytul, sınırını AK Parti'nin çizdiği 'resmi' siyasal İslamcılık dışında ve hasım olarak görülüyor. Erdoğan'a biat etmeyi reddettikleri ve 'dindarların iktidarına' karşı geldikleri için cezalandırılıyorlar.
Düşüncelerindeki keskinliği saymazsak, demokratik hukuk düzeni bakımından tehdit oluşturmuyorlar.
Ne Menzil gibi Sağlık Bakanlığı'nda...
Ne İskenderpaşa gibi yargıda...
Ne de İsmailağa gibi Diyanet'te kadrolara sahipler.
Hizbullah gibi silahlarını çıkardıkları da görülmüş iş değil.
Hiçbir şiddet eylemine kalkışmadıkları, şiddeti mücadele yöntemi olarak benimseyip önermedikleri ve büsbütün barışçıl oldukları halde iktidar tarafından iç tehdit sayıldıkları için terör parantezine alınıyorlar.
Örtülü polis devleti
Şimdi kimi iktidar yanlıları, türbanlı polisin çarşaflı kadını coplaması karşısında kalbi titreyerek, "Böyle mi olacaktı?" diye soruyor.
Ya ne olacaktı?
Aynı polisler 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde başı açık hemcinslerini, Onur Haftası'nda eşcinselleri coplarken mesele yoktu da çarşaflıyı döverken mi var?
Bu savunma bile İslamcıların imtiyaz istediğini gösteriyor.
Türban ve sakalın ayrımcılık gerekçesi olmaktan çıkarılması, bir özgürlük mücadelesi alanıdır. Sonuçta türban serbestisi, kamusal alanda dini davranışlara yönelik sınırlamaların kaldırılmasına yönelikti.
"Önemsiz" demiyorum.
Ayrımcılıkların giderilmesi bakımından gereklidir de.
Yalnızca o kadar.
Fakat türban takmak ve sakal bırakmak, özgürlük ve demokrasinin sembolü olamaz.
Hatta bunlara getirilen serbestinin toplumu özgürleştirmek ve devleti demokratikleştirmek gibi bir amacı da yoktur, sonucu da.
Kaldı ki dinin resmi ideolojiye dönüştüğü ve dini kuralların kamusal alanda egemen kılındığı bir toplumda demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin hayat bulması imkansızdır. En yakın örnek, kızlara okumanın bile yasaklandığı Afganistan.
Dolayısıyla türbanlı milletvekilleri var diye ne Türkiye dünden daha demokratik...
Ne de başı bağlı diye polis, düne göre insan haklarına daha saygılı.
Bugünün dünden farkı polis devletinin demokratik devletle yer değiştirmesi değildir. Polis devletinin türban takmasıdır.
Her bir ürün ve hizmetin helali var da...
Copun neden olmasın ki?
Silahsız Taliban
Bu arada, iktidarın mağduru olmaları Kuytul'un görüşlerini daha az tehlikeli kılmıyor. Kuytul, yasaların yerini dini emir ve yasakların almasını savunuyor. Taliban'dan yalnızca içtihat bakımından ayrılıyor. Yani, düşüncelerini gerçekleştirmek için teröre başvurmuyor.
Furkan Vakfı'na bile tahammül göstermeyen bu zorbalığın çözümü ve alternatifi, demokrasi karşıtı Kuytul'un düşlediği bir din devleti değildir.
Kuytul'u ceberrut iktidarın baskısına...
Halkı da Kuytul ve diğer cemaat, tarikat ve dini örgütlerin karanlık otoritesine karşı koruyacak olan, laiklik ve demokrasidir.
Son 3 yılda 78 yabancı papaz ve ailesi Türkiye'yi terk etti
AK Parti iktidarı, siyasal İslamcılığın dışında kalan Furkan Vakfı'nı tehdit görür de Hristiyanlık tebliği için Türkiye'ye gelen Protestanları görmez mi?
Protestan Kiliseler Derneği'nin 2021 Hak İhlalleri İzleme Raporu'na göre yabancı uyruklu papazlar sürgüne mecbur ediliyor.
Yabancı papazlara 2019'dan itibaren N-82 ve G-87 kodu veriliyor.
N-82 kodu Türkiye'ye giriş için ön izin alma şartı demek. Fakat bu, Türkiye'ye giriş yasağı şeklinde kullanılıyor. Çünkü kod aldıktan sonra izin için başvuranlar reddediliyor.
G-87 kodu da Emniyet ve MİT istihbaratıyla sınırdışı etmek anlamına geliyor. Rapora göre bu kod yabancı ülkelerde silahlı eylemlere ve terörist organizasyonlara adı karışmış olanlara uygulanıyor.
2019 yılında 35, 2020'de 30, 2021'de 13 olmak üzere 78 papaza kod verildi.
Papazların yanı sıra 41 eş ve 66 çocuğa kod uygulandı.
Toplam 185 kişi Türkiye'yi terk etti.
Raporda şöyle deniyor:
"Bu kişiler uzun yıllardır ülkemizde aileleri ile birlikte yaşıyor. Haklarında hiçbir suç kaydı, soruşturma veya mahkumiyet bulunmuyor. Aileden birine verilen ön izinsiz giriş yasağı aile birliğini bozmuş, aile fertlerini büyük bir kaosla baş başa bırakmıştır. Bu insanlara en az beş yıl ülkemize girmeme yasağı verilmiştir."
Açılan davaların çok azı olumlu şekilde sonuçlandı.
Bunları da idare uygulamadı.
Tekrar kod ya da vize iptali verildi.
Örneğin, eski eşi ve çocukları Türk olan Sri Lankalı G.D.K.'ye, davayı kazanmasına rağmen oturum verilmedi. 30 yıldır Türkiye'de bulunan İspanyol C.M.'ye önce çalışma izni verildi. Kısa bir süre sonra C.M.'den ülkeyi terk etmesi istendi.
Bazı karma evlilikler aynı muameleye maruz kaldı.
Dört aile Türkiye'den ayrıldı.
Raporda şöyle deniyor:
"Yabancı uyruklu Protestanlar her an gönderilme endişesi yaşıyor. Yabancı aile ya da bireyler kilise toplantı ve etkinliklerine katılmıyor ve gönüllü olarak ülkemizden ayrılıyor."
Öte yandan, Aydın'da kilise görevlisi E.T. ve topluluk üyeleri geçen yıl sosyal medya yoluyla öldürülmekle tehdit edildi. Arhavi'de de bir Hristiyan, evinden kovulmak istendi, bir partinin ilçe başkanı tarafından "Onları yok edeceğiz" diye hedef gösterildi.