‘Friendly’, ‘unfriendly’ ve Senato

Trump Erdoğan’ın liderliğindeki Türkiye’nin, Suriye’yi dostane olmayan şekilde ele geçirdiğini, Suriye'nin anahtarının Türkiye olduğunu söyledi.

Bunun için “unfriendly takeover” ifadesini kullandı. Türkiye’nin Suriyede elinin güçlenmesi “dostane olmayan bir ele geçirme” olarak niteleniyor.

Öte yandan Cumartesi geç saatlerde Kızıldeniz'de ABD Donanmasına ait USS Harry S. Trumandan kalkan F/A-18 savaş uçağının, USS Gettysburg kruvazöründen yanlışlıkla atılan bir füze ile “dost ateşinde” vurulduğu açıklandı. Bunu için de CENTCOM "friendly fire” ifadesini kullandı.

Yani “dost ateşi” terimi…

“Dost ateşi” denilmekle birlikte, füzenin ABD jetlerini tanımaması, kodların örtüşmemesi de dikkat çekti. Bazı yorumculara göre ABD jetini Ensarullah vurdu.

Velhasıl “dostane olmayan” aynı zamanda “düşmanca” demek olabilir.

***

Trump herşeyden önce bir iş adamı…

“Unfriendly takeover” aslında şirket satın almaları için sık kullanılır.

Burada “gücünü kullanarak aldı” anlamında gönderme var.

Bir şirketin veya bireyin, hedef şirketin yönetiminin rızası olmadan başka bir şirketi devralması durumunda kullanılıyor.

Bu tür bir satın alma genellikle, hedef şirketin yönetiminin karşıt görüşlerine rağmen, halka açık piyasada önemli miktarda hisse satın almak veya; hissedarları satın alma lehine oy vermeye ikna etmek gibi agresif taktiklerle belirlenir…

Yani Erdoğan’ın Suriye’yi “ele geçirmesi” bu şekilde nitelendi gelecek olan Amerikan başkanı Trump tarafından.

Trump’ın bu konuşmasının ardından 20 Aralık’ta Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham ve Demokrat Senatör Chris Van Hollen Türkiye’nin veya desteklediği grupların Suriye’nin kuzeyindeki askeri eylemleriyle ilgili endişeleri gerekçe göstererek Türkiye’ye yaptırım uygulanmasını öngören iki partili bir yasa teklifi sundu.

Van Hollen’ın eşi Yunan kökenli. Eşi Katherine’nin annesi Malvina 2. Dünya Savaşını Alman işgali altındaki Yunanistan topraklarında yaşamış biri.

Senatörler ortak açıklamada "Bu yaptırımlar, Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) yönelik daha fazla Türkiye veya Türkiye destekli saldırıları ve ABD’nin ve tüm dünyanın ulusal güvenliğini tehdit etmekte olan İŞİD’in (Irak ve Şam İslam Devleti terör hareketinin) yeniden ortaya çıkma riskini önlemeyi amaçlamaktadır" diye belirttiler.

Şam’a ziyarette bulunan ABD Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Barbara Leaf ise, Cevlani olarak da bilinen Suriye’nin yeni lideri Ahmed el-Şaraa’nın "pragmatik bir izlenim verdiğini" söyledi. Şam'daki görüşmelerini "oldukça iyi, çok üretken, ayrıntılı" olarak tanımladı.

Leaf telekonferans ile basının karşısına çıktı ve bölge basınından soruları yanıtladı.

Basın toplantısında İran ve Türkiye’nin Suriyedeki deki rolü soruldu.

Barbara Leaf’in cevabı harfi harfine şöyle:

"Bugün itibarıyla yargılayacak olursam, İran’ın hiçbir rolü olmayacak ve açıkçası olmamalı. İran, Suriye’de onlarca yıl süren yırtıcı ve yıkıcı davranışlarda bulundu. Savaş sırasında, yabancı milisleri, kendi Devrim Muhafızları güçlerini, Hizbullah savaşçılarını seferber etti ve gerçekten Suriyeli halka büyük bir vahşetle saldırdı. Bu yüzden, İran’ın herhangi bir rolü olmasını hayal etmek benim için zor. Neden olmalı ki?

Türkiye’nin açıkça çok büyük bir rolü var. Büyük bir etkisi var. Tarihsel olarak var ve komşu bir devlet. Ulusal güvenlik çıkarları ve başka pek çok çıkarı da var. Tabii ki hükümetimizin görmek istediği şey, kendi ayakları üzerinde durabilen, tıpkı komşusu Irak gibi, kendi işlerinde tam egemenlik kazanabilen bir Suriye.”

***

Bu toplantıda Kuzeye ve SDG ile Türkiye arasındaki duruma dair soruyu, Suriye'deki Kuzey Basın Ajansı'ndan Hişam Arafat sordu:

“(ABD Dışişleri Sözcüsü) Matthew Miller, geçtiğimiz günlerde Türkiye ile SDG arasındaki ateşkesi bu hafta sonuna kadar geçerli olacak şekilde, dile getirdi. Ateşkesle ilgili herhangi bir güncelleme veya kuzey Suriye’deki gerilimi azaltma çabaları hakkında bilgi verebilir misiniz?”

Barbara Leaf:

“Evet, elbette. Manbij çevresinde bir ateşkes var ve hepimiz, Tişrin Barajı yakınlarında yaşanan çatışmaların ve barajın zarar görmesinin etkilerinden endişe duyuyorduk, özellikle de yapısal hasar önemli olursa, bu durumun aşağı havzadaki binlerce insan ve topluluk için yaratacağı tehditten.

Bu ateşkes var. Türk yetkililerle ve aynı zamanda SDG ile yoğun bir şekilde görüşmeler yapıyoruz. Bence en iyi yol, Kobani çevresinde bir ateşkese varmak ve SDG’nin bu bölgedeki rolüyle ilgili olarak bir tür yönetilen geçiş süreci bulmak için çalışmak ve diyalog kurmaktır.

Bakın, 8 Aralık’tan itibaren Suriye’de her şey değişti. Bu oldukça açık. Ve Kürtlerin, Suriye’deki birçok topluluk gibi, korkunç bir baskıya maruz kalmalarına yol açan koşullar, Kuzeydoğu Suriye’deki Kürtlerin kendilerini örgütlemelerine ve kendilerini savunmalarına neden olan koşullar farklıydı ve işler gerçekten dramatik bir şekilde değişti.

Bu ifadelere bakınca ABD’nin yeni bir sayfa hatta belki yeni bir bölüm açtığını görmekteyiz. Eski defterler kapanmış gibi görünüyor.

Pentagon sözcüleri bu politikaya henüz ayak uyduramadı ve SDG ‘nin varlığını IŞİD’e bağlayarak cevap veriyorlar.

Beyaz Saray'a bakarsak da; Jake Sullivan Pazar günü CNN'de yaptığı konuşmada, "IŞİD vakumu seviyor ve yönetimin etkin olmadığı yerlerde gücü ele geçirmemesi için SDG'yi destekleyeceğiz" ifadelerini kullandı.

Leaf, El Hol kampı gibi hapishanlerin SDG kontrolünde kalması ve SDG’nin Al Shara ile görüşmesini beklediklerini vurguluyor. Bununla birlikte SDG ‘nin yapısını aynı şekilde korumasını gerektirecek şartların değiştiğini ifade ediyor.

Ayrıca özerklik - otonom bölgelerden çok Suriyelilerin “Suriyeli” olma özlemini ve merkezi yönetim arzusunu vurguluyor:

"Suriyeliler, ‘biz bir halkız ve bir halk olarak düşünmek istiyoruz, yıllarca Esad rejiminin yaptığı gibi birbirimize karşı olmak istemiyoruz’ diyorlar”

***

ABD Dışişleri yetkilileri bunları söylerken ABD Senatosunda Erdoğan’ı “Kürtlere ilişmemeye” davet eden çağrılar duyduk. Senatör John Kennedy’nin Senato katındaki hitabı, Lindsey Graham ve Chris Van Hollen’in girişimlerine bakınca Türkiye’nin etnik bir ayrımcı uygulama yaptığı algısı yaratılıyor. Söylem de buradan ilerliyor.

Yani terörle mücadele kapsamında YPG-PKK’nın hedef alınması; Kürtlere karşı operasyon ile eş anlamlı kullanılıyor.

"Unfreindly takeover” ifadesi ardından Kongredeki hareket işte bunlar oldu…

Graham daha önce de Trump başkanken Suriye’den çekilmeyi düşündüğünde onun karşısında durmuş ve Suriye petrolü kontrolünü YPG'ye vermenin onlara yapılacak masrafı bedavaya getireceğini ifade etmişti.

Bugün için Suriye’de petrol ihracatı azalmış durumda. Savaş öncesi gelirin yarısı petroldendi. Çoğu altyapı vuruldu. Ve ithalat daha yüksek.

Trump’ın 2019’da Erdoğan’a yazdığı mektupta “General Mazlum Abdi seninle müzakere etmeye hazır, gel operasyon yapma, yoksa ekonominizi mahvederim” uyarısını da hatırlatalım.

Bu hafta Savunma Yetkilendirme Yasası da Senato’dan geçti. ABD’nin Iraktaki güçlerine, Peşmergeye ve Suriye’de SDG’ye toplamda yarım milyar doları bulan bütçe öngörülüyor.

SDG sözde komutanı Mazlum Abdi de bu hafta YPG içindeki yabancı savaşçıları ülke dışına geri yollamaya hazır olduğunu duyurdu.

İlk kez militanlar arasında Suriyeli olmayanların varlığını kabul etti…

Ancak YPG’nin silah bırakma konusu havada.

Trump Arizona'da Cumartesi "Yıllarca başka ülkeleri savunduk artık kendi ülkemizi savunacağız ifadelerini" kullandı.

***

ABD Dışişleri yetkilileri bu hafta Ahmed el-Şaraa ile görüştü. Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan kucaklaşma fotoğrafı verdi…

Ancak YPG ile görüşmek Türkiye için şehit aileleri ve ulusal dinamikleri göz önüne aldığımızda kolay bir adım değil. Yine de ‘Abdullah Öcalan ile oluyor da Mazlum Abdi ile neden olmuyor?’ sorusunu sorabiliriz.

ABD sürekli Suriye için Irak örneğini gösteriyor.

Suriye’nin Irak’taki gibi bir Kürt bölgesine ev sahipliği yapması ana fikir…

Türkiye’nin Suriye’de kendisine “dost” olan Kürtleri bulması zor.

PKK’nın demokratik bir yapı olmadığını, kendi içindeki liderlerden çatlak ses çıkaranları infaz ettiklerini bilenler bile karşı söylemde bulunamıyor.

Suriye şu an Erdoğan’ın elinde patlayabilecek bir canlı bomba. Doğru ve cesur yönetirse sonu bölge ve Türkiye için iyi de olabilir. Aksi Türkiye’nin dibe vurmasına da yol açabilir.

YPG ile konuşmak mı, yoksa ülke sınırında ipi her zaman bir başkasının elinde olacak bir gücü yok etme - yok sayma politikası mı daha kabul edilebilir?

Bütün dünya bağımsız bir Kürt devleti için uğraşıyorsa bu Türkiye sınırlarına dokunmadan olması bir nebze kabul edilebilir. Türkiye yine de “hiç olmamasını” ilk sırada tercih edecektir. Bunda ısrara ederken treni hepten kaçırma riski var.

Sürekli herşeyi ABD'nin ve İsrail'in oyun kurgusu olarak görmeyi İran söylemi olarak niteleyenler bir yanda, İran'ın varlığının dahi İsrail'e düşman sağlayarak onu güçlendirdiğini iddia edenler de diğer yandayken Türkiye kendi milli devlet aklını ortaya koymak durumunda.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serra Karaçam Arşivi