Sinem Fıstıkoğlu
Gittik, Gördük, Yendik, Döndük
Cuma Öğlen saatlerinde haber merkezine, Süper Kupa finalinin oynanacağı Riyad’dan “ kriz var” haberleri gelmeye başladı. Ne krizi, ne oluyor demeye kalmadı, Suud yetkililerin -sanki öyle bir yetkileri varmış gibi- sahaya Atatürk tişörtleriyle çıkamazsınız, seramonide “Yurtta sulh, cihanda sulh” pankartı açamazsınız gibi yasaklar getirmek istediğini öğrendik. O andan itibaren artık Cuma akşamı 20.45’te oynanacağı açıklanan maçın,artık oynayamayacağını, oynansa da,Türk futboluna kara bir gece daha ekleneceğini tahmin etmeye başladık. Ve bu gece uzun olacak dedik. Öyle de oldu.
Bundan tam iki ay önceydi. Galatasaray ve Fenerbahçe arasında oynanacak final maçının Suudi Arabistan’da oynanacağı “şaiyası” spor kamuoyunda konuşulmaya başlandı. Daha o gün, o saat “OLMAZ” dedik. Olmazdı, olamazdı. Olmadı da. Zira,Türk futbolunun bu iki devi, Atatürk’ten alenen nefret eden, adını bile duymaya tahammül edemeyen Suudi Arabistan’ da değil maç oynamak, o sahaya Atatürk fotoğrafının olduğu formayla çıkmak, o ülkede yüksek sesle adını bile anamazdı bu ülkenin kurucu liderinin adını. Türkiye futbol federasyonuna defalarca çağrı yapmamıza, yapmayın etmeyin dememize rağmen, herşeyi çok iyi bilen TFF başkanı Mehmet Büyükekşi “o iş bende” dedi ve aldı iki büyük takımı yanına, düştü Arabistan yoluna. Neymiş efendim, her iki takım da bu maçtan gelir elde edecekmiş. Kazanan 2.5 milyon Euro, kaybeden 2 milyon Euro koyacakmış kulüplerinin kasasına. Bir Allah’ın kulu da çıkıp demedi ki, “ kardeşim bu takımlar Avrupa kupalarında oynadıkları tek bir maçı kazanınca bu parayı zaten kasasına koyuyor” Neymiş efendim Suudi Arabistan futbola çok yatırım yapıyormuş, bizim için iyi bir fırsat olurmuş. Ne fırsatı diye soran da olmadı, TFF da açıklama gereği görmedi.
Ne zamanki, işin dozunu artırıp el yükseltmeye, “burada Atatürk tişörtü giyemezsiniz, İstiklal marşınızı da ancak biz müsade edersek okuyabilirsiniz” dediler,hop “sen orada bir dur bakalım” dedik ülkece, ulusça. Çokta iyi yaptık. Muhteşem bir duruş gösteren her iki kulüp başkanı da, yönetimi de, taraftarı da “sizin paranız, konu Atatürk olunca bizde geçmez “ diyerek, tası tarağı topladığı gibi soluğu havalimanında aldı. Takımların olması beklenen sahada da sadece “maçın oynanmasını umud ediyoruz” diyen yayıncı kuruluştan başka kimse kalmadı. En son Suud yetkililer stadın ışıklarını kapatıp evlerine gitmese,daha uzunca bir süre bekleyecekti meslektaşlarımız takımların stada gelmesini.
Peki şimdi ne oldu?
Şu oldu; istisnasız her konuda ezeli ve ebedi bir yarış halinde olan, birinin ak dediğine, öbürü kara diyen iki kulüp, konu bu ülkenin kurucu lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk olunca, tereddütsüz aynı fikirde olup, KIRMIZI ÇİZGİMİZİ dosta düşmana, yedi düvele gösterdiler.
Konunun para değil, bir ulusun İTİBARİ olduğunu alenen ilan ettiler.
Bu ülkede futbolun başında bir krizi yönetmekten aciz bir Federasyon olsa da, kendi kararlarını kendileri alabileceklerini iktidara kibar bir şekilde anlattılar.
Atatürk gibi bazı değerlerin tartışmaya kapalı olduğunu bütün dünyanın suratına suratına haykırdılar.
Kendi aralarında kıyasıya yarışsalar, hatta zaman zaman kavga etseler de, MİLLİ ve MANEVİ DEĞERLER mevzu bahisse, bu ulusun itinayla “had bildireceğini” göstermiş oldular.
Biz yeneriz, yeniliriz ama siz bizi yenemezsiniz demiş oldular.
Bu maçı sahaya çıkmayan kazanacaktı. Her iki takım da, kazananıdır bu maçın.
Bir de kaybedeni var elbette. Bu maçın tek kaybedeni Türkiye Futbol Federasyonudur.
Başından beri süreci yönetemeyen, koskoca iki kulübü Arabistan çöllerine çok lazımmış gibi sürükleyen, bütün olumsuzluklara rağmen son saniyeye kadar maçı oynatmak için ayak direyen liyakatsız kadrolarıdır federasyonun, bu maçın kaybedeni.
Üç hafta önce hakem Halil Umut Meler’in suratına inen yumrukta kaybetmişti Federasyon aslında. Uzatmaları oynuyordu bir nevi. O maç oradan dönmezdi oysa ki. Dönmedi de.
Bazen galiptir, mağlup deriz de. Öyle değil işte.
Bu federasyon sabaha kadar oynasa, kaybedecekti .
Bütün ülkeye geçmiş olsun.