Mustafa K. Erdemol

Mustafa K. Erdemol

Fransa’da Olanlar Anlık Değil!

Sistem isyan doğuruyor

“Ne de olsa tarihinde devrimler var, doğal değil mi“ diyenler varsa, hayır, öyle değil. Ne bu, çok haklı olarak, ayaklananlar ne de önceki benzerleri devrim için baş kaldırmış değiller. Onlarca yılın dışlanmışlığına, ayrımcılığına isyan sadece. Fransa’da birkaç gündür başkent Paris başta olmak üzere Nantree ile diğer kentlerde yaşanan ayaklanmalar 17 yaşında bir göçmen çocuğun polis kurşunuyla öldürülmesi üzerine patlak verdi. İktidar amaçlı olmayan, devlet kurumlarını hedef alan saldırıların olduğu bir kaos bu.

“İsyan sadece“ diyerek hafife aldığım sanılsın istemem. Kısa bir süre sonra yağmaya dönüşmesi tatsız da olsa, haklı, sonuçları açısından da hayli önemli bir isyan tabii bu. Fransa’da çok sık rastlanan türden üstelik. “Demokratik ülke, bazen çizgi aşılsa da kitleler ifade özgürlüğünü, protesto haklarını kullanıyor, bu nedenle Fransa’da çok sık oluyor“ diye düşünenler olabilir. Hayır, bu da doğru değil. Bunlardan ötürü yaşanıyor değil bu isyanlar. Fransa’nın utanması gereken bir ayaklanma tarihi var. Kitlelerin sabrının taşmasına yol açan hukuksuzluklar yüzünden elbette.

Şu banliyö dedikleri

Fransız banliyöleri - genellikle göçmenlerin, yoksulların doluştuğu bölgeler – isyanlara yabancı değil. Bu banliyö dedikleri İkinci Dünya Savaşı sonrasında toplu konut yapmaya kalkan hükümetlerce, 1945-1975 arası hemen hemen tüm Fransa kentlerinin çevresinde inşa edilmiş binlerce kule/blok aslında. Orta sınıfa yönelik tasarlanmış ama Cezayir savaşı sonrası yaşanan yüksek işsizlik, ırksal gerilim gibi nedenlerle düşük gelirli göçmen toplulukların mekanlarına dönüşmüş zamanla.

Madem göçmenlerin, yabancıların yaşadığı yerler, o zaman ilgilenmeye gerek de yok haliyle. Tüm hükümetlerin, sağcısından “sol“cusuna kadar, yeterli finansı sağlamadığı, kent hizmetlerinin çok az götürüldüğü yerler buralar. Sanki onların suçuymuş gibi Fransız devlet mekanizmasının “sorunlu“ ya da “yüksek riskli“ gördüğü yerler aynı zamanda. Suç oranı yüksek, gençler huzursuz, polis de hoşgörü yoksunu, vahşi denecek derecede sert. İsyan, ayaklanma artık ne denirse her an yaşanabilir. Yaşanıyor da. Tabii bu olan bitenler aşırı sağın, özellikle faşist Ulusal Cephe’nin işine de geliyordu.

Bu banliyölerden başlayan ilk isyan 1979’da Lyon’un Vaulx-en-Velin kentinde olandır. Kuzey Afrikalı bir genç tutuklanınca başlamıştır. Ama en önemli olanı, en göze çarpanı, anımsanır elbette, 2005 yılında Paris‘te yaşanandır. Tam üç hafta sürmüş bir ayaklanmaydı bu. Kentin kuzeyinde iki gencin polisten kaçmak isterken elektrik çarpması sonucu ölmeleri üzerine ayağa kalkmıştı bölge sakinleri.

Reform işe yaramadı

Bir şarlatan Cumhurbaşkanı vardı Fransa’nın, bilirsiniz, Nicolas Sarkozy. Hazret o dönem İçişleri Bakanı’ydı. Ayaklananlardan “pislikler“ falan diye söz edince daha da karışmıştı ortalık. Olağanüstü hal ilan edildiğini hatırlarım. Korkmuştu Fransız hükümeti, o korkuyla bir reform planı hazırladı falan ama işte görüldüğü gibi bir işe yaramamış.

1979’dan sonra yaşanan ikinci ayaklanma 1991’de yine Paris‘in kuzeyinde bir Arap gencinin bir süpermarketin güvenlikçilerince öldürülmesi üzerine başlamıştı. Aynı yıl bir başka ayaklanma da Mantes-la-Jolie’de 32 yaşında bir kadın polisin çalıntı bir arabayla çarpılarak ölmesi üzerine başlayan olaylarda polisin olayla ilgisi olmayan başka bir araba hırsızını, 23 yaşındaki Yusuf Haif’i vurması üzerine meydana gelmişti. 1992’de Lyon’daki ayaklanmanın nedeni 18 yaşındaki Muhammed Bahri’nin polis trafından öldürülmesiydi. 1995’te Paris ile Lyon’daki bombalı saldırıların sorumlusu olduğu gerekçesiyle Cezayirli Halid Kelkal’ın öldürülmesi de ayaklanmalara yol açmıştı. 1997’de Paris’te 16 yaşındaki Abdülkadir Buziyan’ın, 1998’de 17 yaşındaki Habib Muhammed’in polisçe öldürülmelerine tepkiler de isyana dönüşmüştü. 2007’de Paris’in kuzeyinde yaşları 16- 17 olan iki gencin motosikletlerinin polis aracına çarparak, 2009’da yine Paris’in doğusunda Cezayirli Muhammed Benmuna ile 2016’da Adama Traore adlı siyahın polis gözetimindeyken ölmeleri üzerine başlayan protestolar da kısa sürede ayaklanmaya evrilmişti.

Sömürgecilikten kalan

Sadece 2013 ile 2017 ayaklanmalarının gerekçeleri biraz farklıydı. İlkinde, Fransa’da 2010 yılında kabul edilen peçe yasağı sırasında karısının yüzünü açan polise saldıran adamın tutuklanması üzerine ayaklanma başlamıştı. İkincisinde ise Paris’in kuzeyinde Theo Luhaka adlı göçmenin tutuklandıktan sora copla tecavüze uğradığını iddia etmesi yaklaşık iki hafta süren büyük bir kargaşaya yol açmıştı.

Bu tür gerekçelerle başlayıp yağmaya dönüşmesi bu ayaklanmaları sempatik bulmaya belki engel ama Fransa devlet sisteminin, göçmen politikalarının buna yol açtığını bilmek de kayıtsız kalmayı zorlaştırıyor olana bitene.

Bunlar sömürgecilik döneminden kalan sorunları Fransa’nın.

Ne ekersen onu biçersin.

Yasadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mustafa K. Erdemol Arşivi