Erdoğan için zor soru; “to be or not to be…!”

Türkiye’de siyasi partiler iki şekilde örgütlenir. Biri piramit bir diğeri de ters piramittir. Piramit yapısı en üstte olan partilerin yapısı ve statüsü bellidir. Bu partilere; “Lider partisi” ya da “Kurtarıcı önderlerin siyaset çatısı” denir. 

Bir bilen”,Metamorfoz üstadı”, “Sarışın ve güzel kadın”, “Milletin adamı” ya da “Dünya lideri” gibi.

Bir de ters piramit partiler var (). Gücünü örgütlenmeden alan, güçlü bir genel sekreter ve temsil gücü yüksek bir genel başkan ile üst yapısı organize edilen ancak tabanın ve örgütün bütün taleplerini ve eğilimlerini partinin ana ilkelerine her fırsatta ekleyen, seçmenin talebini örgütleri aracılığıyla alan ve bu talebe anında tepki veren partiler.

Üstteki tanım genellikle sağ partilerin (piramit) yapısını ve toplumda nasıl anlaşıldığını anlatır, alttaki tanım ise (ters piramit) genelde sol veya sosyal demokrat partileri anlatır ve tarif eder. Örneğin 1992 yılında ikinci kez açılan CHP gibi, örneğin bir dönemin Sosyal Demokrat Halkçı Partisi (SHP) gibi. En güzel örnek ise 12 Eylül öncesindeki gerçek Cumhuriyet Halk Partisi gibi.

Siyaset yaşamında en çok tartışılanlar (yeni deyimle nickname eski deyimle lakap) önüne getirdiği sözcüklerle tanıtılanlardır. İki isim bu konuda bu ülkenin tarihine gerçek anlamda damga vurmuştur.

Biri; ulusun makus talihini tersine çeviren, bir ulusal kahraman ve kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bir de son dönemin en çok tartışılan siyasetçisi Recep Tayyip Erdoğan’dır.  

İkisini yanyana getirdiğinizde ortaya çıkan tablo son derece ilgi çekicidir.

Biri doğuşun ve onurlu bir ülke olmanın mimarı ve yaratıcısı, çağa damgasını vuran bir büyük siyasetçi ve asker olan Atatürk; diğeri ise kendisine sandık yoluyla emanet edilen iktidarın (ve ülkenin) tüm nimetlerinden yararlanıp var olan sistemi sadece ve sadece kendisine çalışır vaziyete getirmek için ülkenin rejimini ve sistemini bile değiştiren, kendi idealleri uğruna halka bile “bahşiş” vermeyi siyasetin bir gerçeği olarak gören, müthiş bir popülist lider olan Recep Tayyip Erdoğan.

Atatürk’ün partisi evrilerek; genç Cumhuriyeti ileriye taşıyan, ülkenin ulusal sanayisini ve kurumlarını oluşturmayı ödev sayan, Türkiye’nin “tam bağımsız” bir ülke olarak yoluna devam etmesini herkese gösteren Cumhuriyet Halk Partisi olmuştur.

Erdoğan’ın partisi de evrilerek; Mısır yapımı, bir tarikat ve cemaat ehlinin İngilizlerin desteğiyle oluşturduğu “Müslüman Kardeşlerin”Türkiye Şubesi” olmuştur. Kapitalizme de göz kırpan ve para devşirme işinde şimdiye kadar hiçbir Siyasal İslam temsilcisine benzemeyen bir “Müslüman Kardeşler”.

Batmış bir ekonomi, 500 milyar dolar borç, nereye ve nasıl harcandığı belli olmayan 17 yılda 2,5 trilyon dolar bütçe, yine Osmanlı’da olduğu gibi neredeyse toplu iğne bile üretemez duruma gelen ara mal üreticisi ve ithalata bağımlı aksak bir sanayi.

Üç kişiden birinin işsiz olduğu, her iki kişiden birinin geleceğe artık güven duymadığı, son 2 yılda 285 bin eğitimli-üreten-yaratan insanını “beyin göçü” ile başka ülkeler kaptırmış, bozkırlarında artık buğday başağını bile doğru dürüst göremez olduğunuz, bir başka ülkenin insanına 6 yılda 40 milyar dolarını heba etmiş, kurduğu aptalca ve akılsızca hayaller yüzünden dünyada tek başına kalmış; yıkık, kırık, düşük ve hasta adam gözüyle bakılan bir garip ülke.

Aslında bu tablo Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için sonun başlangıcıdır…!

Artık bu tabloyu; AKP’nin var olmasını, siyaset yapmasını, Türkiye’yi adım adım ele geçirmesini oylarıyla sağlayan “ezilenlerin” yani fakir ve yoksul halkı katmanlarının da gördüğünün anlaşılması gerekir. Çünkü artık “bahşiş” sorunu çözmüyor, “bahşiş” tarım üretimini arttırmıyor, sanayiyi kurtarmıyor, çocuğuna iş bulmuyor, kocasının işten atılmasına engel olmuyor, “bahşiş” artık yaşamını sürdürmesine yetmiyor.

O her istenileni yaptı; “örtün” dediler kara çarşafa bile girdi, küçücük bebelerini başlarına ne geleceklerini bile bile “Ensar” vakfı gibi karanlık kör kuyulara attı, ya da bir çam odunu gibi cayır cayır yanması için (Adana’da olduğu gibi) bilmediği tarikatların yurtlarına gönderdi. İnsanca yaşamak adına ne varsa hepsinden vaz geçti. Sustu, kabullendi, destek verdi, alkışladı oy verdi.

Ama artık bitti…!

Saraylardan kendisine küçümser bakışmalardan yoruldu, “Karnınızı ben doyuruyorum siz gidip başka partiye oy veriyorsunuz” demelerinden arlanır, utanır oldu. “Biz olmasaydık fareler gibi açlıktan ölürdünüz. Şükür ve dua edin bize” diyenlerden bıktı, usandı. Bin yıldır Anadolu’da 3 bin yıldır Dünyanın her köşesinde devlet kurup ülkeler yöneten insanların torunu olduklarını hatırladı.

Aslında onlar çok şey istemiyor. Onların atasözü bile huzurdan ve barıştan yana;

“Azıcık aşım, ağrısız başım…!”

Çalmayın, çırpmayın, bana harcayacağınız her kuruşu gidip başkalarına peşkeş çekmeyin, liyakat olsun, adalet olsun, huzur olsun, barış olsun, insanca yaşayalım” diyorlar.

“Çok mu şey istiyorlar…!”

Artık AKP ve onun lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın şunu anlaması lazım;

“Bu iş bitti. Yolun sonu gözüküyor. Önünüzde seçime kadar size altın tepside bir fırsat var. Yaptığınız her kötülüğü, her yanlışı, her ayıbı şimdilik unutmaya ve yok saymaya hazırlar. Yeter ki artık bu gariban milleti düşünün. Yeter ki artık bölmeden, ayrıştırmadan, ötekileştirmeden, parçalamadan, çarpmadan, çırpmadan bu ülkeyi son günlerinizde doğru dürüst yönetin”.

Çünkü ilk seçimlerde tepe üstü çakılmanız hemen hemen kesin gibi…!

Shakespeare'in Hamlet adlı eserinde söylendiği gibi; AKP ve Erdoğan için; şimdi şu sorunun zamanı…!

“'To be or not to be…!” (Olmak ya da olmamak)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Ertürk Arşivi