Aytun Aktan
Eksi Yüz Doksan Altı Derecede Bekletilen Umutlar
Uzun zamandır aklımda olup sırasını hep başka şeylere kaptıran konular, yazın görece rahat geçecek olan kültür sanat olaylarından fırsat bulup buradan sizinle buluşacağa benziyor.
Konumuz kadının doğurganlığını erteleyebilmesinin önünü açar gibi görünen ama içerik olarak pek de o umutları karşılamayan ‘‘yumurta dondurma’’ meselesi. Konu beni ilgilendirmiyor deyip başka sayfaya geçmeyin, devlet bu kadınlara neler ediyor okuyun derim.
Doğduğu ilk günden itibaren yakasına kadınlık eşittir doğurganlık/annelik rozeti takılan kız çocuklarının bir kısmı doğurganlık meselesini ya en başından ret ediyor ya da uzun yıllar sonrasına erteliyor. Üreme tıbbının uygulayıcıları biz kadın doğum hekimleri de Hipokrat’ın bize verdiği yetkiyle kimi zaman haddimizi aşarak ‘‘ya ileride istersen ya çok geç kalmış olursan?’’ diye henüz bu konuyu hiç düşünmemiş kadınların kucağına kocaman bir ikilem bırakıveriyoruz. Çocuk isteyen ve bu konuda sorun yaşayanlar zaten ne istediğini bilerek ve bu konuda fazlasıyla düşünmüş olarak bizlere ulaşmışken, standart bir jinekolojik muayene sonrası doğurganlık ihtimalinin azaldığını öğrenen bir kadının iç dünyasında nereleri
tetiklediğimizi çoğu zaman bilemiyoruz. Mesele hormon ilaçları verip yumurta keseciklerini büyütmek ve sonra onları karın dışına alıp, ultra teknolojik yöntemlerle dondurarak saklamaktan çok öte aslına bakarsanız.
‘‘Doğurganlığı yitirmek’’ ne demek oradan başlayayım hikâyeye. Bir kız bebek henüz annesinin rahmindeyken doğurganlık kapasitesinin ilk verilerini yüklenir. Dünyaya gelmesiyle birlikte bu kapasite azalmaya başlar. İlk adet görmeyle birlikte de artık onu doğurganlık sürecinde tutacak yumurta hücrelerinin sayısı netleşir. Standart durumlarda doğurganlık kolay ve sağlıklı olarak kırklara kadar sürer, sonra biraz tıbbi yardım gerekse de üç dört sene daha uzar. Menopozda kapasite tükenir. Menopoz artık bir kadının kendi yumurtası ile gebe kalmasının imkânsız olduğu süreçtir.
Bazı kadınlar hayatlarında aksilikler, hastalıklar yaşarlar. Ve bu standartların sapmasına sebep olur. Erken yaş kanserleri ve onların tedavileri, yumurtalıklara cerrahi uygulanması, bazı kistik hastalıklar, bağışıklık mekanizmasındaki hatalar, çeşitli kimyasallar bu yoldaki sapmalardır. Böylesi durumlarda doğurganlığın kalbi olan yumurta hücreleri kırkı beklemeden tükeniverir. Henüz doğarken genetik olarak kapasiteyi kısıtlı almış kadınlar için ise durum bambaşkadır. Onlar bazen yirmilerin, otuzların ortasında erken menopoz ile tanışacak olan kadınlardır. Bu kadınların ailelerindeki yakın kadın akrabaların doğurganlık durumlarını sorsanız büyük olasılıkla onlar da aynı sorunu yaşamışlardır. Ama belki de çok erken yaşta anne olan o kadınlar için doğurganlıklarının bitmesi hayatlarının ödülü olmuştur.
Yumurtaların erken bitmesi meselesi dışında bir de doğurabilirim ama şimdi değil diyen ve kırkından sonra biyolojik olarak yumurtaları azalacak, yapıları bir miktar hasar görecek olan, aslında standartların içindeyken, sapmayı kendi tercih etmiş kadınlar var. Bu erteleme her zaman kadının kendi iradesiyle gerçekleşmeyip, kimi zaman da doğru sperm adayını, partneri bulamamaktan da olabilir. Bu ertelemelerin tümü için yumurtaları erken yaşta dondurmak cazip bir teklif gibi duruyor elbette.
Ama unutulmaması gereken çok önemli bir konu var ki burası Türkiye Cumhuriyeti. Kadının doğurganlığı üzerinde devletin söz hakkı, kuralları ve denetimleri var. Şaşırdınız mı? Devlet yıllardır üreme politikalarını kadın üzerinden denetler. Seçimle iş başına gelen hükümetler de muhafazakarlık derecelerine göre kadının nasıl ilişki yaşayacağına, ne zaman evlenmesi gerektiğine, kaç çocuk yapacağına karışır. Mesela kürtaj hakkı, bu iktidar boyunca her fırsatta tartışmaya açılarak yasaklanmaya çalışıldı, yasak olduğu algısı yayıldı. Oysa 10 hafta gebelik sınırının altında istemli kürtaj yasalken fiili olarak devlet hastanelerinde kürtaj yapılması neredeyse imkânsız hale döndü. Doğum kontrol yöntemlerine birinci basamak sağlık kuruluşlarında ücretsiz ulaşılırken şimdi parasıyla bile zor bulunur hale geldi. Cinsel yaşam koçluğuna dönen bu yaklaşımlarla düşen doğurganlık oranları arttırılmak isteniyor gibi görünebilir. Ama lütfen saf olmayalım. Aslında kadının üreme hakkı denildiğinde; kadının istediği zaman, istediği sayıda, sağlıklı gebelik yaşaması anlaşılmalıdır. Bunun içine doğurmak kadar gebelikten korunmak da girmelidir. Bu tartışmaya sonraki haftalarda dönmek üzere tüp bebek ve yumurta dondurma tedavilerindeki devlet regülasyonuna kısaca bakalım mı? Şaşırmaya devam.
Bir kadının üreme yardımı tedavisi (tüp bebek tedavisi) alması için bir erkekle evli olma şartı var. Yumurta dondurma tedavisi için ise evli olmama şartı. Yani kadının yumurtası ya kocaya ya devlete ipotekli. Belediye onayı şart. Hikâye burada bitmiyor. Yumurta dondurmak isteyen ‘bekar’ kadınlar ancak yumurtaları bitmek üzereyken bu işlem için devletten ‘yapabilir raporu’ alabiliyor, yani gebelik şansı en düşük yumurtalar için çok sayıda ilaç, para ve umut harcatılıyor. Bugünkü hayal kırklıklarını ileri bir tarihe ertelemek ve ‘elimden geleni yaptım’ demek için büyük bedel sanki.
Çoğu bekar kadın aynı zamanda ‘bakire’. Yani hetero dünyada bir erkekle hiç cinsel birliktelik yaşamamışlar. Bu ülkede birçok kadının ‘namus’ diye canından edildiği bekaret meselesinde, yumurta dondurma işlemi için ‘bekaretin bozulması’ şartı bu kadınların önlerine öylece konuluveriyor. Yumurta dondurma tedavileri için en bilinen ve güvenli yol ‘vajinal’ uygulamalardan geçtiği için bakire kadınlara ya bekaretinden vazgeç ya kaderine razı ol deniyor.
Evliliği yolunda gitmeyen kadınlar da yumurta donduramıyor. Çünkü evliler. Ayrıca sağlıklı bir kadın gebelik potansiyeli yüksek olan yumurtalarını istediği zaman donduramıyor. Çünkü devlet onlara izin raporu vermiyor. Sanmayın ki bu raporu alınca devlet her şey ödüyor. Ya da özel merkezde yaptıracağım rapora ne gerek var diye düşünmeyin. Yönetmelikler çok net. Devlet hastanelerinde yumurta dondurma şartlarının zorluğu nedeniyle özel merkezlerde ciddi rakamları kadınlar, öğrenciler tek başına karşılıyor. Engelleri aşabilenler çeyiz olarak sandıklarında yumurtayla evleniyorlar. Niye? Çünkü o dondurulan yumurtaları daha sonra kullanmak isteyen kadınlar da hetero dünyanın evlilik şartına tabi. Devlet evlenmeden olmaz diyor, lezbiyensen haşa diyor. Ayrıca donan yumurtaları da sonsuza kadar saklatmıyor, beş yıl içinde kullan diyor. Ne tatlı devlet değil mi, insanın kanı kaynıyor.
Aslında yumurta dondurma işlemleri iyi niyetlerle başladı. Kanser tedavisi alacak olan, yumurtalıkları harap edecek hastalıkları ve cerrahi sonrası rezervleri tükenecek genç yaştaki kadınlara bir umut olarak sunuldu. Sonra çember bahsettiğim regülasyonlarla genişlemiş gibi göründü ama bu kez de kadına yeni bir baskı aracı olarak kullanılmaya başlandı. Evlen, düğün yap, doğur, bir tane daha doğur… aman iyi o zaman bari yumurtalarını dondur… İş yerindeki arkadaştan, akrabalara herkes bilip bilmeden kadını bu doğurganlık çemberinin içinde tutmaya çalıyor. İşte bunun için bu yazıyı okuyun, okutturun isterim.
Yumurta dondurma işlemi için kadınların kurallarla hizaya sokulmasına doktor olarak da kadın olarak da hep itirazım oldu. Başka itirazlarım da var elbette. Sokak hayvanları için meclise sunulan metin makyaj yapılmış bir öldürme yasasıdır. Neler yapılması gerektiği belliyken, yaşamı bu hükümete denk gelmiş milyonlarca canlıyı öldürecek eli kanlı yasanın mimarları olmayın. Sizi yaratanla onları yaratan aynıysa, öldürme hakkını size yasayla kim veriyor, bir durup düşünün. Buna hakkınız var mı? Ben söyleyeyim YOK!