Fatih Ertürk
“Dayan; hepimiz seninleyiz …!”
Uzun yıllardan beri parlamentoda görev yapmaktayım ama ilk kez bir liderin hem de kadın bir liderin sözcükler boğazında düğümlenerek, ağlamamak için kendini zor tutarak, kendisine yapılan baskı ve zorbalığa karşı yıkılıp yere düşmemek için direndiğini gördüm.
Aslında genelde söyleyeceklerini prompter denen önündeki ekranda yazılı haliyle okurdu. Ancak söz konusu kadınlar ve iktidarın kadınları aşağılamasına gelince biraz durdu, düşündü ve konuşmaya başladı.
Sözcükler adeta boğazından yırtılarak çıkıyordu. Bir kadının kendi iç dünyasında nasıl yerle bir edileceğini, nasıl bir koca buzdağı gibi çöküp parçalanacağını o an tahmin edemezsiniz; ama öyle oldu.
Konuşurken dudakları titriyordu. Çektiği acıları kör olsanız bile hissederdiniz. Gözünü önündeki ekrandan ayırdı ve içinden kopup gelen o büyük isyanı, o gaddarca ve alçakça suçlamaları tek tek sıraya dizdi. Belki bir daha hiçbir zaman bunları konuşmayacak, belki de hiçbir zaman kendi kadınlık gururu ve onuruna yapılan bu alçakça saldırıyla ilgili tek kelime etmeyecekti.
Hatta daha önce hazırlanıp basına dağıtılan konuşma metninde bile bu sözcükler kendisine yer bulamamıştı.
Bu bir feryat, bir isyandı. Bunun yazıya dökülmüş hali olmazdı, olamazdı…!
Yavaşça kürsüye yaslandı. Gözlerini kaldırıp uzun uzun grup toplantısı izlemeye gelen yol arkadaşlarını süzdü.
Başını dimdik tuttu…!
Gözlerini önünde konuşma metninin yansıdığı ekrandan ayırır ayırmaz herkesi adeta mıh gibi oturduğu yere çivileyen o sözleri peş peşe sıraladı…
"Şimdi kendi hayatımdan beş yıldır yaşadığım bazı konuları sizinle paylaşmak istiyorum. Sizler aracılığıyla milletimizle paylaşmak istiyorum. 7 Haziran 2015 seçimleri. Damadın kardeşinin yönettiği, sayın Erdoğan'ın sahibi olduğu söylendiği bir televizyonda kadının bir kadına yakışmayacak hareketlerinin bulunduğu bir kasetin duyumu var dendi. Elbette kadınlar beni anlayacaktır. Lütfü Bey arayıp bildirdi bana. Önce, bütün vücudum uyuştu. Sonra acaba bir hata mı var diye baktım. 45 dakika kendimi bilemedim. Dişlerim takır takır vurdu. Saklanmak istedim. Kalktım, ben Hz. Ali'yi çok severim. Medet ya Ali, Allah'ım kuvvet ver dedim. Kalktım ve mücadeleye başladım. Dört gün sonra sayın Erdoğan aradı ve AK Parti'den insanlar aradı. Beşinci gün Bahçeli bir kadın belediye başkan yardımcısını gönderdi. Kasetlerle ilgili arkadaşlarımıza yönelik zamanında yapılan o kumpasla ilgili bütün veballeri ödedik, kendini üzmesin. Kaseti olsa ne gam. Onunla yolları ayırmayacağız dediler. Eşimin yanında bu cümleyle karşılaştım. Sonra işin ucunu bırakmama kararım sebebiyle mücadeleye devam ettim. Bugün aramızda bulunan, kendisini sayın Bahçeli'nin özel kaleminin arayıp bu kadar bağırıp çağırmasın kampanyamızı örtüyor diyerek uyarıldım. Ama çok genç kadınlardan müthiş hikayeler dinledim. Mobbing'e, tacize uğrayan kadınlar için mücadele ettim. Mahkemeyi sonuna kadar takip ettim. Bir kadın hakim, sayın Erdoğan'dan korktuğundan, Saray'dan korktuğundan konuyu dinlemeden bu üç iftiracıya beraat verdi. Devri ittifakınızda kadınlarınız, gelinleriniz, kızlarınız ve ailenizdeki her kadın için "Birinden duydum, bir kadına yakışmayacak hareketlerinin bulunduğu bir kaseti varmış" demek serbest kaldı. Övünün, övünün!".
Acı içindeydi. Siyaset yapmıyordu, siyaseti konuşamıyordu. Sadece isyan ediyordu. Erkek egemen dünyada kadınlığına yönelik en alçakça saldırının koordinatlarını veriyordu. Acısı bir türlü dinmiyordu. Sözcüklerin ardı arkası gelmeye devam ediyordu;
"Sonra 1 Kasım seçimleri oldu. Sonra biz Sayın Özdağ, Aydın, Oğan bir yola çıktık. İmza toplayarak demokrasi mücadelesi bir kongre talebiyle yola çıktık. Bütün erkek arkadaşlarımıza çok çirkin iftiralar atıldı, biliyorum. Ama sadece bana cinsiyetim üzerinden, kadın olduğum için çok çirkin şeyler yapıldı. Bir arkadaşımızı Sayın Bahçeli çağırdı evimin önünde çekilmiş bir fotoğrafı gösterdi, 01 plakalı bir otomobil ile beni her türlü izlettiğini söyledi arkasından terbiyemin müsaade etmediği bir söz söyledi. Arkasından 19 Haziran Kongresi oldu. Torunumun gayri meşru olduğunu yazdı. Ve ben bu işi de hukuki olarak çok sıkı takip ettim. Sayın Erdoğan devri iktidarınızda polisleriniz IP numarasını bulamadılar, IP numarasını bulacak imkânlarının olmadığını söylediler. Bugün artık canı isteyen 9 aylık bebeğe gayri meşru demeyi serbest bıraktınız, övünün."
Bu sözlerden sonra bir ara kürsüde hafif sallanır gibi oldu. Yüzü bembeyaz olmuştu. Önce biraz tereddüt etti. Ama bugün sözcükleri insanların yüzüne bir tokat gibi çarpma günüydü.
Kendisine, yapılan kahpece saldırıyı anlatmaya devam ediyordu. Elini kürsüye dayadı ve devam etti;
“Sayın Erdoğan bir gün devran döner aynı sözler sizin için söylenir, aynı hakaretler sizlere söylenir. 5 yıldır kadın olarak bedenim üzerinden analarımızın ruhları incindi. Annelerimize sövüldü, bize sövüldü, erkeklerimizin eşlerine sövüldü ama bir delikanlı gibi çıkıp yakamıza yapışan olmadı. Seçim zamanı bacımız anamız, git bayrak dağıt, seçim geçip koltuklar garantilediğinde, oğluma, çocuğuma iş dendiğinde bugün git yarın gel. Bakın sevgili kardeşlerim bunlar size ancak türbe ziyareti yaptırır. Üç kuruş destek verir o da yandaş marketi zengin etmek için. Size biçtiği değer budur."
Önce cesaretine hayran kaldım. Sonra onun adına, ülke adına ve her şeyden önce kadınlar adına üzüldüm. Çünkü bir kadına bu muameleyi reva gören iktidar partisinin seçmen tabanının yüzde 55’i kadınlardan oluşuyordu.
Kadını yok sayan, ezen, tüketen, insana yakışan onurlu bir yaşam sürmesini istemeyen, “Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır ya da kiralıktır” diyecek kadar alçalan bir anlayışın yüzündeki örtüyü çekip attı bu cesur kadın.
Bakın bu siyasi parti genel başkanı olan ve bakanlık yapmış, statü sahibi, güçlü, yol arkadaşlarıyla çevrili bir kadına yönelik hayasızca ve ahlaksızca bir saldırı.
Peki ya diğerleri…!
Unutmayın eğer bunlar kalırsa; bir gün gelecek evinin dışında dolaşan her kadın bu saldırıdan eşit biçimde payını alacak. Çünkü bu anlayışın dayandığı güç ve felsefe bu…
Ama sen asla başını önüne eğme;
“Hepimiz yanındayız, seninleyiz; dayan Meral Akşener…!”