Mustafa K. Erdemol
Cüneyt Arkın: Bindi atına, gitti…
Sinemada içerikleri birbirinden farklı o kadar çok filmde oynadı ki herkes onu “kendisinden” sanmıştır. Üzerinde birleşilen “ortak değer” oluşu belki de bundandır. Bu nedenle “siyasal çerçevede” bir yerlere oturtmak kolay değildir sanılır ilk bakışta Cüneyt Arkın’ı. Arada Maden gibi “solcu” filmlerde de oynasa sineması egemen anlayışa uygun, bu anlayışın “terbiye”, “eğitme” yöntemini benimsemiş, sağa daha çok göz kırpan bir sinemadır., bu kesin.
Kimileri katılmayabilir ama bunun kişisel tercihi olduğunu sanmıyorum. Çünkü sinema dışı hayatında tersi tutumları olmuş biridir. 1972 yılında Adana Altın Koza Film Festivali’nde Yılmaz Güney’den alınıp kendisine verilen “yılın oyuncusu” ödülünü, Güney’e haksızlık yapıldığı için reddetmesi, çizgisini sola dönen Tarık Akan’ın filmlerinde “ben olursam başına bir iş gelmez” diyerek rol alması buna örnek verilebilir.
Senaryolara itiraz etmedi
Peki başta Güneş Ne Zaman Doğacak adlı o son derece kışkırtıcı sağcı film olmak üzere tarihi kahramanları canlandırdığı filmlerde rol alması neden? Tek nedeni, sanırım senaryo konusunda pek titizlenmemesidir. Delicesine tutkulu olduğu sinema aşkına nazlanmadan rol kabul eden biri olmasıdır. Bu yüzden romantik filmleri de komedi filmleri de, tarihi (tartışmalıdır bu) kahramanları canlandırdığı filmleri kadar çoktur.
Yılmaz Güney gibi solcu değildi elbette. Asla muhalif olmamış, geleneksel devletçi bakışı olan bir tür sosyal demokrattı. Ama devletle de, bir Hülya Koçyiğit’in olduğu gibi örneğin, yüz göz olmadı hiç bir zaman. O geleneksel devletçi bakışı yüzünden “fikir disiplini” eksikliği gibi görünecek tutumları oldu hayli. Sağcı filmlerde de solcu filmlerde de rol aldı örneğin. 1977 1 Mayıs’ında sinema emekçilerinin hakları için pankart taşıyan da oydu ertesi yıl Güneş Ne Zaman Doğacak adlı antikomünist filmde rol alan da. Bu filmde aslında oynamak istemediği ama “ikna” edildiği söylenir hep, gerçeklik payının olduğuna inanıyorum. Maraş Alevi Katliamı’nı gerçekleştirenler bu filmi izledikten sonra başlamışlardı saldırılarına. Neden olarak suçu bu filme yüklemek elbette doğru değil. Maraş’ta Yılmaz Güney filmleri oynadığında da sağcılar saldırıyordu tabii.
Çarpıtılan tarih
Tarihi filmlerinde “çarpıtılmış, yanlış bir tarih” anlattı bize. Bu filmlerle bizimkilerin dışında tüm diğer ulusların kötü, zayıf, korkak olduğunu inandırdı bir kaç kuşağa. “İnandırdı” diyerek onu işaret etsem de bunu özellikle seçtiğini sanmam. “Milli duygulara” seslenmenin getirisi olduğunu bilen yapımcıların marifetidir bu. Doktorluğu bırakıp yaşamını sinemaya adayan biri olarak önerilen rollere fazla itiraz edemeyişini anlayabilirim. Ama ne var ki bu filmlerdeki “tarihi” gerçek sanan kuşaklar yetişti ülkede. Bir örnek vereyim: Yıl 2008. Bir belgesel ekibi Anadolu uygarlıklarının anlatıldığı Anatolia adlı belgesel için Kayseri’de çekim yapıyordu. Konu gereği Kayseri kalesine tarihe gömülmüş, artık bulunmayan Bizans İmparatorluğu’nun bayrakları asıldı. Yerel yetkililerin, ilgili makamların onayıyla tabii. Bayrakları görünce Bizans’ın hala yaşadığını sanan bir grup sağcı ekibe saldırdı. Tek başına sinema buna yol açtı demiyorum elbette. Sağcı iktidarlar döneminde tarih kitapları da Arkın’ın filmlerine benzer içerikteydi. Ama okula gitmeyen binlerce insan “tarihi” Arkın’ın filmlerinden öğrendi.
Kişisel bir tanıklıkla devam edeyim; yıllar önce, kendilerine ait bir camileri de olan, sosyal çalışmalarıyla da bilinen bir cemaatin davetlisi olarak Londra’ya gelmişti. Ne o cemaatle ne de benzerleriyle bir bağı yoktu tabii. Hayli zaman önce bıraktığı alkolün zararlarını çağrıldığı her yerde anlatmak gibi bir görev üstlenmişti o sıralar. O gün o camiinin büyük salonunda da yaşamından örnekler vererek son derece etkili bir konuşma yapmıştı. Gazeteci olarak davetliler arasındaydım. Sinemadan yakın arkadaşı Vedat Türkali’nin selamlarını ilettim. Elimi tutup dakikalarca bırakmamasından çok etkilendiğimi söylemeliyim. Son derece sıcak bir insandı.
Kendisine gülen adam
Kendisiyle dalga geçen çok az insan tanıdım. Bunlardan biriydi kesinlikle. Dinleyenlere Dünyayı Kurtaran Adam filminden söz açıp “biliyor musunuz o film şimdi dünyadaki belli başlı sinema okullarında ‘dünyanın en kötü filmlerinin örneği’ olarak izlettiriliyor” diyerek kahkaha atışını da herhalde unutamam. 60’lı yıllarda bir İngiliz film şirketi James Bond’u canlandırmasını önerir Arkın’a. İngilizce öğrensin diye de bir öğretmen yollarlar İstanbul’a. “Ben İngilizceyi öğrenemedim ama adam harika Türkçe öğrenip döndü ülkesine” deyişi de unutacağım anılardan değildir.
Gittikçe sevimlileşen bir ihtiyarlıktı onun ki. Her evde olması istenen türden şirin bir dedeye dönüşmüştü. Ölümü beni de yaraladı kuşkusuz. Tabii ki izlediğim filmlerinin tutkunu değildim ama şu yaşıma kadar hayatımda olan biriydi sonuçta.
Kim ne der bilemem, saf bir tarafı olduğuna inanırım. O filmlerde başka uluslara kan kusturan biri olsa da gerçek hayatta onlara nefret duyan biri olduğuna inanmam. Canlandırdığı kahramanların tarihte olup olmadıklarını, var olanların da nasıl insanlar olduklarını bildiğini de sanmam.
Yıllarca canlandırdığı Malkoçoğlu’nun sonradan Türk olmuş bir Rum delikanlısı olduğunu da sanırım bilmiyordu.
Nurlar içinde yatsın.