Ozan Gündoğdu
Bu halk 2022 kışında yiyeceği ayazı yıllarca unutmayacak
İktidarın düşünce kuruluşu SETA’nın Genel Koordinatörü ve Sabah Yazarı Burhanettin Duran, 2 Nisan 2021’de yayımlanan köşe yazısında “Hâlâ seçimlerin zamanında, 2023’te yapılacağı görüşündeyim. Ancak seçime 2 yıl varsa da bugünün gündem maddeleri parti siyasetinin seçime giden düzlüğe çoktan girdiğini gösteriyor” ifadelerini kullandı.
Türkiye’de ilk defa bu kadar geniş yetkilerle donatılmış almış bir iktidar ülkeyi seçimlere götürüyor. Burhanettin Duran’ın da dediği gibi seçime giden düzlüğe şimdiden girilmiş durumda. Dolayısıyla, iktidar cephesinden atılan her adımın seçimi gören bir taktik hamle olduğu varsayımıyla hareket etmek yanlış olmayacaktır. Peki, ipler gerçekten iktidarda mı? Yoksa iktidar kontrolü kaybetmiş durumda mı?
Amok Koşucusu adlı öyküsünde Stefan Zweig, kontrol edilemez bir çaresizlik duygusu içinde yaşanan bir cinneti konu alır. Cinnet geçiren kişi önüne çıkan her şeyi yok edecek bir öfkeyle koşmaya, etrafı yıkıp yok etmeye başlar. Bu koşuya da Amok koşusu adı verilir. Bu esnada yazar, koşucunun ruh halini anlamaya çalışır. Koşucu aslında kendi sonunu da hazırladığını bilir ancak çaresizlikle beraber kişiyi etkisi altına alan ruh durumu geriye döndürülemez. Koşucu, artık kendisine zarar verecek ölçüde efor sarf eder ve cinnet bir intihara dönüşür.
İktidarın hamlelerini anlamaya çalışırken Zweig’in bu kitabı bize yardımcı olabilir. Sadece bu hafta iktidar tarafından alınan iki kararın etkileri değerlendirildiğinde Amok Koşusu ifadesi gerçeğe yakın bir metafora dönüşüyor. Bu kararlardan ilkini Merkez Bankası aldı ve politika faizini 200 baz puan indirdi. Başkan Şahap Kavcıoğlu göreve geldiğinden bu yana "Açıklanan enflasyon oranının altında bir politika faizi uygulamayacağız" diyordu. Bunları söylerken politika faizi yüzde 19’du. Ağustos ayı enflasyonu eylül ayında yüzde 19,25 olarak açıklanınca Başkan’a soruldu; faizleri artırmayı düşünüyor musunuz? Başkan cevapladı; "biz çekirdek enflasyonla ilgileniyoruz."
Merkez Bankası başkanına güvenen kaldı mı?
Eşine az rastlanır bir manevrayla Merkez Bankası Başkanı önceki açıklamalarını boşa düşürmüş oldu. Ekim ayında açıklanan Eylül ayı enflasyonu yüzde 19,58’e yükseldi. Çekirdek enflasyonun da yüzde 16,98 olduğunu hatırlatalım. Para Politikası Kurulu bu şartlar altında toplandı ve politika faizini yüzde 16’ya düşürdü. Böylece Kavcıoğlu’nun çekirdek enflasyon manevrası da boşa düşmüş oldu. Kendi ağzıyla söylediği bir sözü yerine getirmeyen Başkan’a güvenip dolarla borçlananlar veya vadeli bir işlemle ithalat kararı alan şirketler neler düşünüyordur, kim bilir! Herhalde bundan sonra Merkez Bankası Başkanı’na güvenmemeyi tercih edeceklerdir. Bu haliyle Türkiye’nin para politikası uçurumdan yuvarlandı. Artık Başkan Kavcıoğlu ne yaparsa yapsın, piyasa kendisine güvenmeyecektir. Bu haliyle amok koşusunun ilk kurbanı ekonomi oldu.
Piyasanın gözleri pazartesi gününde
Bu kararın etkileri tartışılırken Türkiye’nin 1991 yılından beri üyesi olduğu Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine İlişkin Mali Çalışma Grubu (FATF) Türkiye’yi kara para aklama ve terörizmin finansmanı ile mücadele konusunda ‘yeterince çaba göstermeyen’ ülkelerin bulunduğu ‘gri liste’ye aldı. Karar, Türkiye’ye borç verecek fonların risk algısını derinleştirdiği için yabancı sermaye girişlerini yavaşlatacak. Cari açıkla beraber düşünüldüğünde 1 yıl içinde 200 milyar dolara yakın borcu döndürmesi gereken Türkiye, bu kararla çok daha yüksek maliyetlerle borçlanmak zorunda kalacak. Borcu döndüremediği takdirde 94 ve 2001’de gördüğümüze benzer bir finansal kriz riskiyle karşı karşıyayız.
Böyle gergin bir haftanın sonunda, gözlerin tümüyle piyasaların açılacağı pazartesi gününe kilitlenmesi normal sayılabilir. Hafta içinde 9 lirayı aşıp 9,60 TL ile rekor kıran dolar kurunun pazartesi günü ne olacağı halkın temel gündemlerinden biri.
Şapkadan çıkan 10 büyükelçi krizi
İşte böyle bir atmosferde amok koşusu ikinci kurbanını diplomaside verdi. Osman Kavala için açıklama yayımlayan 10 büyükelçi, Erdoğan’ın öfkesinin hedefindeydi. Cuma günü 10 büyükelçi hakkında ‘bunları beslemek zorunda değiliz’ diyen Erdoğan’ın tam olarak ne demek istediği anlaşılamamıştı. Derken cumartesi günü büyükelçilerin ‘istenmeyen adam’ ilan edilmesi için Dışişleri’ne talimat verdiğini Eskişehir’de katıldığı bir toplu açılış töreninde söyleyiverdi. Prosedür şu şekilde işleyecek: Türkiye bu 10 büyükelçiye bir süre verecek ve bu süre içinde ülkeyi terk etmelerini isteyecek. Büyükelçiler içinde ABD, Almanya, Fransa, İsveç, Kanada bulunuyor. Cumhuriyet tarihinde benzeri olmayan bir karar bu. Üstelik bu karar piyasaların diken üstünde olduğu bir hafta sonu alınıyor. Akıllara durgunluk veren bu çıkışın izahını yapmak gerçekten zor. Geçmişimizde büyükelçilerin buna benzer birçok çıkışına sözlü tepkiler geliştiren iktidar, neden böyle kritik bir haftada, diplomasi tarihimizde eşi olmayan sertlikte bir atağa kalktı? Bu kararı alanların aklından ne geçiyordu? Bilinmiyor…
Bilinen şu; bu halk 2022 kışında yiyeceği ayazı yıllarca unutmayacak. Mazot ve benzin bir iki ay içinde çift haneli sayılara ulaşacak. Gübreye son bir yılda gelen yüzde 200’e yakın zamların altında ezilen çiftçi, bir de mazot fiyatlarıyla mücadele etmek zorunda kalacak. Buğday üreticisi kuraklıkla büyük darbe yemişken, artan mazot fiyatları yüzünden buğdaydaki kriz ekmek fiyatlarına yansıyacak. Yıl başından itibaren ekmekte birbiri ardına zamlar yaşanacak. Yıl başına kadar elektrik ve doğalgaza en az yüzde 20 daha zam gelecek. Yüzde 20’lik zammın da iyimser bir tahmin olduğunu vurgulamak gerekir. Bu kış ortalama bir tüketimle sadece bu iki kalemde bin TL’ye yakın hatta daha fazla faturalar göreceğiz. Artan kiralar cabası. Kış aylarının etkisiyle gıda fiyatlarındaki artış hız kazanacak. 2020’de hane halkına gelir desteği vermek yerine borç dağıtmayı tercih eden iktidar yüzünden halk kesimleri borç taksitleriyle cebelleşiyor. 2022 kışında halk, tüm bunların yanında bir de bankalarla uğraşacak, kara listeye giren yurttaş sayısı rekor kıracak.
10 büyükelçi kararının arkasında rasyonel bir akıl aranıyor. İddiaya göre iktidar, ekonomik krizi bir dış politika krizine havale ederek sorumluluktan kurtulmak istiyor. O halde düşünmek gerekir; bu halk bu oyunu bu şartlar altında bir kez daha yer mi?