Aşı karşıtlarına karşıyım

Dört bir yanımız erkek şiddeti, sığ siyaset, aşırı hava olayları ile sarılı. Ama ben bu pazar, tüm bunları pas geçiyorum. Ve sonu gelmeyen enfeksiyon hastalıkları ve bu konudaki mücadelemizden konuşmak istiyorum.

Dünya üzerinde savaşlar kadar can almaya devam eden enfeksiyon hastalıklarını yeterince ciddiye alıyor muyuz sizce? Sürekli yeni enfeksiyon adlarıyla ve pandemi korkusuyla sınanmamız, çıplak gözle göremediğimiz türler tarafından tehdit altında olmamız korkutucu değil mi? Covid-19 pandemisi ile yükselişe geçen aşı karşıtlığı, tüm dünyada çığ gibi büyümeye devam ederken dünyada daha dirençli mikroorganizmalar, ilaçtan ya da aşıdan kaçabilme özelliği gösteren yeni tipte virüsler bizimle eğleniyor.

Dünyanın en ölümsüz, en kalabalık türleri virüsler ve bakteriler olabilir. Şöyle hayal edebilirsiniz; sağlıklı bir yetişkinin sindirim sisteminde 500 civarında farklı bakteri var ve ortalama sayıları 1-10 katrilyon civarında. Bütün bakterler hasta etmiyor ama ufak bir denge bozulmasına bakıyor her şey. Bakteriler ve virüsler arasındaki ayrımı iyi bilmeliyiz ki antibiyotiğin ne işe yaradığını ya da aşıların ne için yapıldığını daha kolay anlayabilelim.

Bakteri grubunun keşfi 1676 yılında, Mikrobiyolojinin kurucusu Antonie van Leeuwenhoek tarafından olur. Mikroskop altında görülebilen bu canlılar, yıllar içinde bilim insanlarının merakıyla sınıflandırılır. Çok sayıda canlının ölmesine ya da hasta olmasına neden olan bu ajanlar için tedavi yolları da aranmaya devam eder. İnsanlık tarihinde devrim niteliğindeki buluş kabul edilen penisilinin keşfi için aradan 250 yıl geçer. 1928 yılında Alexander Fleming penisilini yani ilk antibiyotiği bulur. Tıp dünyası için antibiyotiğin keşfinin ne anlama geldiğini biz hekimler çok iyi biliriz. Sizler de şöyle düşünün: Bugün dünya üzerinde varsak, bir sebebi de bu keşiftir. Yani bilime olan inancınızı her yitirdiğinizde ve sizi etki altına alan havalı ama içi boş sözler duyduğunuzda Fleming’i hatırlayın. Gerçi şimdilerde “en iyi doktor, çocuğunuza ya size antibiyotik vermeyen doktor” olabilir ama bu başka bir başlığın konusu. Tıpkı antibiyotik direncinin gelişmesine sebep olan yaygın ve yanlış ilaç kullanımı gibi.

Diğer konumuz virüsler ve aşılar. Virüsler, bakterilerden farklıdır. Onlar bakteriler gibi değildir. Yaşamaları için mutlaka canlı bir hücreye ihtiyaç duyarlar; daha çok genetik materyal taşıyan kopyalanıcılardır. Virüslerin keşfi ise bakterilerden iki yüz yıl sonrayı, 1898 yılını bulur. Martinus Beijerinck, tütün mozaik virüsünü bulur. Size gereksiz gelen bu detay bilgi, belki bir gün, bir yarışmada milyoner olmanızı sağlayabilir, aklınızda kalsın. Yani uzun lafın kısası, virüslerden korunmanın yolu ve kimi zaman da tedavisi antibiyotikler değildir. Korunma, ancak virüs etkenine özel olarak geliştirilmiş canlı, ölü ya da rekombinant aşılar ile sağlanabilir. Yani eski Sağlık Bakanı Koca’nın pandemi zamanı “Virüse karşı elimizde büyük bir koz var: Yakalanmamak” açıklamasını şaka kabul edip, en büyük kozun aşılanmak olduğunu hatırlatmak isterim.

Aşılar da tıpkı antibiyotikler gibi modern tıbbın en büyük başarılarındandır. İlk olarak 1796’da Edward Jenner tarafından çiçek hastalığına karşı geliştirilen aşı, sağlık alanında başka bir devrim yaratmıştır. Böylece toplumları bulaşıcı hastalıklardan koruma konusunda önemli bir adım atılmıştır. Aşılar, enfeksiyon hastalıklarının yayılmasını önlemede kritik bir rol oynar ve çocukluk çağı hastalıkları başta olmak üzere birçok bulaşıcı hastalığın kontrol altına alınmasını sağlar. Örneğin, çiçek hastalığının tamamen ortadan kaldırılması, aşıların gücünü ve etkisini gösteren en çarpıcı örneklerden biridir. Şimdilerde hayatımıza girmeye çalışan maymun çiçeği hastalığı bu ailenin uzak akrabasıdır. Dünyanın Covid-19 pandemisinden, beklenen süreden çok daha hızlı çıkabilmesinde aşının rolü yadsınamaz. Özellikle çocukluk çağı aşılarında karar yetkisinin ebeveynlerde olması bazı etik tartışmaları beraberinde getiriyor. Giderek artan aşı karşıtlığı, çocuklarımızın, toplumun ve nihayetinde hepimizin hayatını olumsuz etkilemeye başladı. Oysa aşı karşıtlarının tuzu kuru. Onların ellerinin tersiyle ittikleri ve reddettikleri aşılar, ebeveynlerince kendilerine çocukken yaptırılmıştı. Yani özellikle çocukluk çağı aşılarında eşitsiz bir mücadele var.

Covid-19 pandemisi, dünya genelinde aşı karşıtlığının yayılmasında belirgin bir artışa neden oldu. Pandemi sürecinde, aşılar hakkında yanlış bilgi ve spekülasyonlar hızla yayıldı. Sosyal medya platformlarının yaygın kullanımı ve bilim karşıtı propagandalar, birçok kişinin aşıların güvenliği ve etkinliği konusunda şüphe duymasına yol açtı. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve yerel sağlık yetkililerinin verdiği bilgiye rağmen, aşı karşıtı grupların etkisi, aşıların toplumda kabul görmesini zorlaştırdı. Aşı karşıtlığı, çeşitli nedenlerle arttı. Bu nedenler arasında yanlış bilgi, komplo teorileri, bireysel özgürlükler konusundaki endişeler ve sağlık sistemine duyulan güvensizlik yer almaktadır. Aşı karşıtlığı dünya çapında öyle insanları bir araya getirdi ki bu karşıtlığı sınıfsallaştırmak neredeyse imkânsız hale geldi. Zaman ilerledikçe Covid-19 hastalığının kendisinden mi yoksa aşılarından mı oluşan geç etkiler ise bilim dünyasında kesin yanıtlarını hala bulmuş değil. Dünyayı pandemiden çıkartan aşının hızlıca geliştirilmesinin altındaki gerçek ise uzun yıllardır kanser araştırmaları için üstünde çalışılıyor olmasıydı. İşte o temel prensip şimdilerde akciğer kanseri için umut veren bir aşı olarak gündemde. Başka bir kanser önleyici aşı da rahim ağzı kanseri için uzun yıllardır kullanımda. Yani aşılar sadece enfeksiyonlar için değil insanlığın başının belası kanser için de yakın zamanda bir tedavi yolu olarak hayatımıza dahil olacak.

2023 itibariyle Türkiye’de aşı karşıtlığı oranı, bazı yerel araştırmalara göre %15-20 civarında bir artış gösterdi. Aşıların toplumsal kabul görmemesi, bireysel sağlıkla ilgili kaygıların ötesine geçerek, toplum sağlığı üzerinde ciddi tehditler oluşturmakta. Özellikle kızamık, boğmaca ve su çiçeği gibi hastalıklar, son yıllarda aşılama oranlarının azalması nedeniyle tekrar gündeme geldi. Örneğin Türkiye’de 2022’de kızamık vakalarında %30’luk bir artış gözlemlenmesi ya da boğmaca vakalarında %25 oranındaki artışı oldukça endişe verici. Burada aşı karşıtlığı yanında kayıtsız göçmen sorunu da ayrı bir etken olarak akılda tutulmalıdır. Sizinle paylaşabileceğim çok sayıda oran var ama “Aytun, çok rakam okumayı zorlaştırıyor” eleştirisini ciddiye alarak bu kısmı atlıyorum. Yazılarımın uzun olması konusu ise tartışmaya kapalı. Yorulan ya da aşı karşıtı olup bana sinirlenenler bir kahve molası alabilir. Şimdi tam zamanı.

Sorunları ortaya koyduğumuza göre biraz da çözüm arayalım, ne dersiniz? Sağlık Bakanlığı, aileler, eğitimciler, doktorlar, medya bu konuda önemli görevler üstlenmelidir. Hep başa dönüyor gibiyiz ama yerli aşıları ürettiğimiz ve halk sağlığının korunması temelli sağlık hizmetlerini sunan, 1928 tarihinde kurulan Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün başına gelenler malumunuz. Değilse de bu bilgiye ulaşmayı size bırakıyorum. Her şeyi benden beklerseniz bu haftaki yazım asla bitmez. İşte, tekrar topyekûn mücadele gereken bu dönemde Sağlık Bakanlığı, aşılamaların yaygınlaştırılması için kapsamlı politikalar geliştirmelidir. Bu politikalar, aşıların zorunlu hale getirilmesi, aşı takvimlerinin güncellenmesi ve aşılamama durumunda uygulanacak yaptırımları içermelidir. Elbette ki bu yaptırımların sadece aile hekimlerine uygulanması vicdanen rahatsız edicidir. Ayrıca, aşılamaların kapsamını genişletmek ve yenilikleri takip etmek de bakanlığın görevleri arasında yer almalıdır. Kamuoyunu aşıların önemine dair bilinçlendirmek için geniş çaplı eğitim kampanyaları düzenlenmelidir. Bu kampanyalarda, aşıların güvenliği, etkinliği ve toplumsal yararları hakkında doğru ve güncel bilgiler paylaşılmalıdır. Aşı merkezlerinin sayısını artırmak, aşıların ücretsiz ve erişilebilir olmasını sağlamak da bakanlığın görevleri arasında yer alır. Ayrıca, kırsal ve dezavantajlı bölgelerde aşılamaların daha etkin bir şekilde yapılabilmesi için mobil sağlık ekipleri kurulabilir. Aşılamaların etkinliğini izlemek ve aşı karşıtlığının nedenlerini anlamak için de düzenli araştırmalar yapılmalıdır. Bu araştırmalar, politikaların ve uygulamaların sürekli olarak iyileştirilmesine yardımcı olacaktır. Kurumların boş bıraktığı alanları fırsatçılar ışık hızıyla doldurur. Bilim karşıtlığının yaygınlaştığı, tarikatlara teslim edilmiş kadrolarla bu yazdıklarımın yapılabilmesi hayal gibi görünebilir ama bilimsel hayal kurmamız da mı yasak?

Gelelim ailelere. Onlar çocuklarının aşı takvimine uygun olarak aşılarını zamanında yaptırmalıdırlar. Aşı takviminin eksiksiz bir şekilde tamamlanması şarttır. Çocukların bulaşıcı hastalıklara karşı korunmasını ancak bu koşulda sağlanabilir.

Madem eğitim dedik, elimizde kalan az sayıdaki gerçek eğitimciler neler yapmalı ona da bakalım. Eğitimciler, öğrencilerin ve ailelerin aşılar hakkında doğru bilgilendirilmesini sağlamak için okullarda sağlık eğitimleri düzenleyebilirler. Elbette bu eğitimler, aşıların önemi ve aşılamama durumunda yaşanabilecek sağlık sorunları hakkında anlaşılabilir düzeyde olmalıdır. İmam Hatip okullarının sayısının aşkın olduğu bir eğitim programında bu da hayal biliyorum.

Doktorlar ise aşılama programlarının takipçisi ve uygulayıcısıdır. Türkiye’de çocukluk aşı takvimindeki uygulama ve takipler aile hekimlerinin sorumluluğundadır. Doktorlar bunları üç dakikaya inmiş muayene sürelerinde nasıl yapabilirler bilinmez ama aşı reddi durumunda, doktorun ailelerle açık ve bilgilendirici bir iletişim kurması, endişe ve şüpheleri gidermeye çalışması, belki de aşıların kabulünü artırabilir. Böyle bir hizmet almak isteyen hastaların ve yakınlarının da uyması gereken kurallar olduğunu unutmayınız; örneğin içeride hasta varken doktorunuzun odasının kapısını tekmelemeyiniz, doktorunuzu tehdit etmeyiniz ve asla bir sağlık çalışanını darp etmeyiniz ki size aşılama ile ilgili bilimsel verileri sağlıklı bir şekilde aktarabilsin.

Mesele sadece çocukluk çağı zorunlu aşıları değil elbette. Sokak hayvanlarının katliam yasası için dayanak gösterilen kuduz hastalığı riski için de en etkin yol hayvan ısırıkları sonrası önerilen dozlarda aşılanmak. Hatta daha da öncesinde sokak ve ev hayvanlarının da aşılanması. Bu konuyu unuttum sanmayınız. Karşısında duramadığımız ve demokrasiyle bükemediğimiz eli öpmeye hiç niyetim yok. Hukuki yollar henüz tükenmedi. Ama maalesef bu sırada birçok sokak ve barınak köpeğinin nefesleri tükendi. Hali hazırda kısırlaştırmaların hiçbir belediyece istenilen oranlarda yapılmadığını, bunun da takipçisi olduğumu buraya not düşüyorum.

Yazı boyu bahsettiğim çocukluk çağı aşılarının adlarını da analım. Verem, Hepatit B, Difteri, Tetanoz, Boğmaca, Çocuk Felci, Hib, Kızamık, Kızamıkçık, Kabakulak, Suçiçeği, Pnömokok, Menenjit Aşıları. Bu aşıların hangi zamanlarda ve kaç dozda tamamlandığının takipçisi doktorunuz ve nihayetinde Sağlık Bakanlığı’dır.

Haftaya cinsel yolla bulaşan ve kadınlarda rahim ağzı kanseri etkenlerinden olan Human Papilloma Virüs (HPV/genital siğil) hastalığı ve aşısı ile ilgili konuşalım diyorum. İyi pazarlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytun Aktan Arşivi