Aytun Aktan
Farklı Bedenlerle Dansa Var Mısınız?
Neredeyse yılın her günü bir şeyler hakkında daha duyarlı, farkındalığımızın daha yüksek olması için hatırlatmalarla dolu. Anmalar, kutlamalar da ayrı bir trafik. Sadece bunlara ilişkin bir yazı dizisi hazırlayım desem bir yıl ‘‘haftaya ne yazacağım’’ sancısı olmadan kafam rahat yaşarım. Ama öte taraftan dünyanın, ülkenin ve nihayetinde bireylerin kendi gündemleri ve öncelikleri var. Böyle olunca yaşam tarzımıza ve döngümüze, başımıza gelenlere bağlı olarak atanmış bu günlerin ya farkında oluyor ve bir şeylere dahil olmaya çalışıyoruz ya da birçoğunu ıskalıyoruz. Çağın hız gerçekliği de başka dert. En şiddetli duygularda/konularda bile uzun süre kalmamız mümkün olmuyor. Deprem, savaş, yangın, kadın cinayetleri, adalet krizi, konut güvenliği, basın özgürlüğü, iklim krizi, sokak hayvanları, sağlık, eğitim, sanat… liste uzar gider.
3 Aralık Uluslararası Engelliler Günü’ydü. Ben de bu kapsamda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde, Engelsiz MSGSÜ Birimi’nin düzenlediği panelde, üniversitenin Sahne Sanatları Bölümü, Çağdaş Dans Anasanat Dalı Başkanı Prof. Dr. Tuğçe Ulugün Tuna’nın sunumunu dinledim. Ve öğrendiklerimi sizinle paylaşmazsam bu köşede olma ayrıcalığımı heba ederim diye düşündüm. Tuğçe U. Tuna’nın 2000 yılından bu yana sürdürdüğü ‘‘Farklı Bedenlerle Dans’’ projesini cümle aleme duyurmak niyetindeyim. Hatta daha da ileri gidip belki bu yazıyı elden ele paylaşarak projenin devamı için gereken destekleri verebileceklere hep birlikte ulaşır, sahnelerde onları yeniden seyretme şansını yaratırız diye de bir hayalim var. Ne dersiniz?
Ama önce 6 Şubat gecesi ve geçen on ay sanki hiç yaşanmamış/yaşanmıyor gibi kaçmaya çalıştığımız depremi içimizde hissedelim istiyorum. Toplum ilgisini kaybedince deprem bölgesinde insanlar kaderleriyle bir başlarına bırakıldılar. Tuna’nın sunumu beni depremin ardından hayatta kalıp, uzuvlarını (kol, bacak, parmak gibi) kaybeden insanların bir gecede fiziksel engelli olmalarına yoğunlaştırdı. Acaba kaç insanımız bu anlamda ömürlük bir desteğe ihtiyaç duyuyorlardı? İstatistik konusunda da sınıfta kalmaya aday olduğumuzdan resmi bir sayıya ulaşamadım. Bu hastalarla yakından ilgilenen Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon profesörü dostumun gözlemsel verileri ışığında anladığım ise hayatta kalanlar için yaşam hayal edebileceğimden çok daha zordu. Bu felaketin yarattığı büyük hasara ek olarak gündelik yaşamdaki trafik kazaları, yüksekten düşmeler, covid sonrası artan felçler, aşı karşıtlığı saçmalığı nedeniyle çocuk felci virüsü sonrası gelişen sakatlıklar derken çok sayıda bireyin çocuk, genç, yaşlı ‘‘fiziksel engelli’’ kaldığını biliyoruz.
Bu ara geçiş ardından tekrar dönelim Tuğçe U. Tuna’ya ve onun azimli Farklı Bedenlerle Dans ekibine. Tuna ödüllü koreograf, akademisyen, çağdaş dans ve performans sanatçısı, yönetmen, güncel hareket teknikleri ve çağdaş dans sanatı eğitmeni. Beden odaklı terapi alanında çalışıyor, varoluşla olan iletişimini beden, hareket, efor ilişkisi üzerinden kuruyor. Sanatçı, 1993 yılında beden bilimi ve psikosomatik çalışmalara yönelmiş, dansın ve hareketin terapötik (tedavi edici) etkisini, kinestetik (hareket) zekâ ve farkındalık çalışmalarını ulusal ve uluslararası platformlarda, farklı yaş ve sosyal sınıf gruplarında araştırmaya, uygulamaya başlamış. Ve iyi ki bu yönde çalışmakta diretmiş. Yoksa Farklı Bedenlerle Dans projesi hiç olmazmış.
‘‘Dansı bedenden özgürleştirme politikam’’ diye tarif ediyor sanatçı bu projesinden bahsederken. Dansın sadece estetize edilmiş bedenlere mühürlenmiş olmasını ret ediyor. Bu yolda en büyük motivasyonunun farklı fiziksel özellikleri olan bireylerle çalışma arzusu, bir yandan da belki de bu itkinin temelinde çok küçük yaşta başladığı dansı bir sakatlık sonrası terk etme korkusu olarak anlatıyor. ‘‘Engel’’ kelimesiyle bu engelin kime ve neye ait olduğunu sorguluyor. Yirmi üç yıllık bu emeğin en iyi anlatıcısı Tuğçe U. Tuna’dan başkası olamaz diye düşünerek sanki paneldeymişsiniz gibi bu yolculuğu size kendisi anlatsın istiyorum. Dayanamayıp, aralara parantez içlerinde girerim. Yazımın sonunda sizi bekliyor olacağım. Buyurun efendim.
KENDİME ‘‘BEDEN OKUYUCU’’ DİYORUM
Farklı beden yapılarıyla çalışma merakım 1999-2000 döneminde açığa çıktı. Çok uzun, kısa, ince, kilolu, hamile bireylerden oluşan bedenlerle çalışmak istedim ve Modern Dans / Çağdaş Dans alanındaki ‘‘seçilmiş’’ bedenlerin dışında kalan bedenlerle koreografi çalışması yaptım. Sonra ‘‘bedenin bio-mekanik yapısı değişirse nasıl bir koreografik üretim meydana gelir?’’ sorusuyla bu fikir gelişti. Ancak bu özelliklere sahip bireylere ulaşamıyordum. O yıllarda çocuklarla dans ve hareket üzerine çalışıyordum. İstanbul Üniversitesi Çocuk Fizyoterapi Bölümü’ne, ‘‘Dans Aracılığıyla Hareket Potansiyelinin Arttırılması’’ atölyesinin, çocuklara uygulanması için bir öneride bulundum. Bu atölye dönemin bölüm başkanı Dr. Feride Bilir tarafından desteklenmesiyle başladı, bu atölyeler yaklaşık 6 ay sürdü.
BELEDİYELERDEN ENGELLİ BİREYLERLE İRTİBATA GEÇEBİLMEK İÇİN DESTEK İSTEDİM. KİMİSİ YARDIM ETTİ, KİMİSİ ETMEDİ
Bir dans-doğaçlama grubu oluşturmay odaklanmıştım. Atölyeye katılımcı bulmak ise başlı başına oldukça sınayıcı bir süreçti. Boş zamanlarımda tanımadığım kişilerle görüşüyor, ev ziyaretleri yaparak, farklı fiziksel özellikleri olan yetişkinleri (+18) dans/doğaçlama çalışmalarına katılım için ikna etmeye çalışıyordum. Yaklaşık yüze yakın birey veya aileyle görüştüm. Bir türlü evden çıkmıyorlar, çıkartılmıyorlardı. Çalışma alanının Kuştepe’de olması, engelli bireylerin ulaşım sorunu, ailelerin veya birlikte yaşanılan kişilerin ekonomik ve/veya sosyo-kültürel yapıları da hep bir ‘‘engel’’ olarak karşıma çıkıyordu. ‘‘Neden sakat birini dans ettirmek istiyorsun?’’ sorusu hep karşıma çıkıyordu.
O dönemde tek olan Beşiktaş Tekerlekli Sandalye Spor Takımı’ndan bedenleri atölyeye çekmeye çalıştım. Dans ve doğaçlama atölyesi sonunda Bilgi Üniversitesi’nin Kuştepe Kampüsü’nde bulunan spor salonunda 2000 Mart ayında başladı. Burası düz girişe ve tuvaletlere erişimi olan bir basketbol salonuydu. Ve bana da ücretsiz tahsis edilmişti. (Erişim meselesi çok önemli. Fiziksel engeliniz olduğunu düşünün; evden çıkıp, prova alanına varana kadar hayal edemeyeceğiniz sayıda caydırıcınız olacak. En basitinden kaldırımların süreklilik göstermediği, bazen hiç olmadığı, olanlarına arabaların park ettiği, motor kuryelerin yol olarak kullandığı, yüksekliğinin kimi yerlerde 35 santimetreyi bulduğu ülkemde Tuğçe hocanın ve ekibinin neler başardığını daha iyi anlayalım isterim. Belki de engelli denmesinin ardında, oluşturulan engelleri aşamayan, eve hapsedilen birey anlamı saklıdır.) Her pazar çalıştık. Bu eğitim herkese açık ve ücretsizdi. Atölyeye 25-35 kişi arasında katılım gösteriliyordu.
‘‘Bir dans gösterisi yapalım mı?’’ Bedenleri saklanmış veya kendini saklamış bu bireylerin ‘‘sahneye’’ çıkması, bedenleri aracılığıyla dans alanında bir üretimde bulunmalarını sağlamak tahminimden zordu.
ENGELİ ÇOK FARKLI BOYUTLARDA YAŞIYORDUM. BAKIŞ AÇISINDAN KAYNAKLANAN ENGEL ÇOK KISITLAYICIYDI.
Derken eseri sergileyebilecek sahne arayışına girdim. Ve gene tabularla karşılaştım. Fiziksel engellilerin, profesyonellerle sahneye çıkması fikri birçok ‘engelle’ karşılaştı. Bu sefer ‘engel’ sahne yöneticilerinden geliyor, ‘‘engellileri sahneye çıkartamazsın’’ diyorlardı. Öte yandan bu kişilerin dans edebilecekleri, bedenleriyle barışabilecekleri başka bir ‘alan’ da yoktu. Kaldırımların bile ne kadar düzensiz, kırık olduğuyla yüzleştiğim anı hatırlıyorum… (Sanırım kaldırım gerçeği konusunda erken araya girmişim, neyse.)
Zamanla projede ‘‘engelli beden- engelli dansçı’’ kelimesini kullanmamaya başladım. Engeli çok farklı boyutlarda yaşıyordum. Bakış açısından kaynaklanan engel çok kısıtlayıcıydı. Gerçek bir blokajdı. İçimden bir ses ‘bu farklılığın’ dans sanatında, alışılagelmiş tüm estetik alışkanlıklara yeni bir bakış açısı sağlayabileceğini ve öneri sunabileceğini söylüyordu.
SAHNE DESTEĞİ BULAMAYINCA, BEN DE BANKA KREDİSİYLE SAHNE KİRALAMAYA KARAR VERDİM.
Devlet Tiyatrosu’na bağlı sahneler bazı günler dışarıya kiralanabiliyordu. 1999 sonbahar sezonunda Devlet Tiyatrolarında sahnelenen iki çocuk oyunu için ‘destek vererek’ koreografi yaptım ve üzerine ‘bağışta’ bulunarak Taksim de bulunan Taksim Venüs Sahnesi’ni kiraladım. (Anlayacağınız üzere kendimi tutamayarak gene araya giriyorum ve dikkatinizi buraya çekmek istiyorum. Akademisyen bir sanatçı, toplum yararına bir proje için resmen tırnaklarıyla kazıyarak, kurumlardan destek al-a-madan yoluna devam ediyor.)
Gösterinin genel adını düşünürken, engel/engelli gibi toplumda pozitif ayrımcılık yaratan kelimeleri kullanılmaması gerektiğini idrak etmiştim. Her birimizin farklı ‘engelleri’ vardı, farklı bedenleri vardı. Böylece ‘‘Farklı Bedenlerle Dans’’ hem gösterinin hem de proje topluluğunun adı oldu. Gülçin Erdiş ve Muhsin Öngel Türkiye’de çağdaş dans alanında ilk ve en uzun süre dans eden (hala ediyorlar) farklı bedensel özellikleri olan performans sanatçıları oldular. 8 Ocak 2001 de DT. Taksim Venüs Sahnesi’nde ilk gösterimizi kapalı gişe sahneledik. Artık Venüs Sahnesi yok ama biz tüm zorluklara direnerek dans etmeye devam ediyoruz. (Yitirilen sahnelerimiz listesine bir isim daha.)
Projelerde yer almak için ‘uzuv kaybının olması veya engelli olmak’ yeterli değildi. Fiziksel özellikleri aracılığıyla sanatsal bakış açısını yansıtabilecek kişilerle çalışıyordum.
Kırılganlaştırılmış bedenlerle, fizyoterapistlerle, hatta farklı fiziksel özellikleri olan bireylerin aileleriyle birlikte, fiziksel ayrım yapmadan çocuk ve gençlerle kapsayıcı ve dahil edici atölyeler yapmaya başladım. Somatik, psikosomatik araştırmalar yaptım. Dans ve hareket terapisi, beden-zihin-enerji bütünlüğü çalışmalarını takip etmeye 90’ların sonunda başlamıştım.
Projede yer alan bedenlerden de çok öğrendim. Çoğu öğretileri Almanya, Hollanda, İngiltere gibi farklı ülkelerde farklı gruplarla paylaştım, paylaşmaktayım. Bugün, ‘Farklı Bedenlerle Dans’ algısını, kavramını ve dans sanatı içindeki önerisini topluma kazandırabildiğimize inanıyorum…
Kelimelerimi parantez içlerinden çıkartıp tekrar paragraflara yayıyorum. Tuğçe U. Tuna, sosyal içerikli çok sayıda projede bu bilgilerini kullanarak yer almaya devam ediyor. Deprem bölgesinden, koruma altındaki kız çocuklarına insanların hayatlarına dokunmaya devam ediyor.
2001 de başlayan bu zorlu ama bir o kadar büyülü yolculuk çok sayıda ve erişimin mümkün olduğu farklı sahnelerde seyircisiyle buluştu. Aslında seyircisini zorlayan, alışageldiğimiz estetik algıları yıkan, rahatsızlık veren, kaçmak isteyeceğimiz bir tarafı da var bu performansın. Belki de bir hedefi de bu. Pandemi de bile çalışmalarına ara vermemiş ekibi sahneye tekrar, tekrar çıkartabilmek harika olmaz mı? En son Ocak 2023 de seyirciyle buluşan ekip için destekçilere çağrım olsun bu yazım. Dünyaya ilham olacak boyutta bir işin hala kişisel iyi niyet ve çabalarla devam etmeye çabalaması haksızlık. Bu satırları okurken kendimizi engelsiz hissediyoruz ya o iş öyle değil işte ‘‘bir anda tüm dünyamız değişebilir, hem de bir parmak şıklatmak kadar kısa sürede.’’ Dilerim bu pazar içinize ektiğim huzursuzluk, engellerimizi fark edip, gönlümüzün gözünde bir yerleri açmamızı sağlar. Başlarda söylediğimi hatırlatayım; bu yazımı bolca paylaşın, sahneleri, etkin kişileri etiketleyin ve bolca okunmasını sağlayın lütfen. Hadi elden ele.
Projede emeği geçen isimler şöyle;
Muhsin Öngel, Emel Öngel, Gülçin Erdiş, Murat Polat, Berna Belgin, Aslı Öztürk, Mihran Tomasyan, Maral Ceranoğlu, Duygu Güngör, Sedat Akçam, Pınar Akyüz, Erdinç Anaz, Aybike İpekçi, Kerim Keküç, Umut Özdaloğlu, Gülsen Ürek, Eda Tavacı, Aynur Yıldırım, Tuğçe U. Tuna. Farklı renklerle kullandıkları logo tasarımı ise 2000 yılında Vahit Tuna tarafından yapılmıştır. Yazıda kullanılan fotoğraflar Tuğçe Tuna, Vahit Tuna, Volkan Erkan, Murat Dürüm’e aittir.