Konuk Yazar Ahmet Eren Doğa: NATO

Konuk Yazar Ahmet Eren Doğa: NATO
NATOHerkesin kabaca bildiği gibi biz Rusların Doğu’da toprak ve Boğazlarda hak iddia etmesi üzerine NATO'ya girdik. İyi de Ruslar durup dururken mi bunu yaptı da biz öyle NATO'ya girdik. Hayır. Zaten meselenin asıl püf...

NATO

Herkesin kabaca bildiği gibi biz Rusların Doğu’da toprak ve Boğazlarda hak iddia etmesi üzerine NATO'ya girdik. İyi de Ruslar durup dururken mi bunu yaptı da biz öyle NATO'ya girdik. Hayır. Zaten meselenin asıl püf noktası da burada. Bunu bu zamana kadar ne yazık ki dillendiren bir Hariciyecimiz çıkmadı. O da şu: Yine bilindiği gibi Türkiye’nin II. Cihan Harbine girmesi için Tarsus da, Kahire de ve Tahran da müzakereler başta Churchill, Roosevelt, Stalin ve İsmet Paşa arasında geçti. İşte bu müzakereler sırasında en çok konuşan, en çok mücadele eden ve daha doğrusu İsmet Paşayı en çok asılan Churchill oldu. Öbürleri adeta dinleyici konumundaydılar. Fakat yine bilindiği üzere evvel emirden Amerika ile İngiltere müşterek hareket etmektedir. Yani burada böyle olsun veya olmasın Roosveltle ve Stalin dinleyici konumunda, Churchill ile İsmet Paşa asıl savaşan tarafındaydılar. Sonuçta Türkiye tabii savaşa girmedi. Girmedi ama evvel emirden beraber hareket eden Amerika ve İngiltere’yi kudurttular.

İşte Stalin bu ortamı istismar ederek fırsattan istifade, “Ben Türkiye’den bazı dişe dokunur taleplerde bulunursam, Amerika ve İngiltere Türkiye’ye kızgınlıklarından ses çıkarmaz” diye hesap ederek ve düşünerek, Türkiye’den boyunu aşan taleplerde bulundu. “Boyunu aşan” diyorum. Zira Türkiye adeta bir kedi gibi köşeye sıkışmıştı. Sıkışmıştı ama Rus Dışişleri Bakanı Molotov’un karşısında onların yüzlerini tırmalayacak Selim Sarper ve Numan Menemencioğlu gibi genç, dinamik, basiretli ve dirayetli Türk diplomatları vardı. Nitekim sonuçta bunu anlayan Ruslar geri adım atmak zorunda kaldılar. Yani sizin anlayacağınız tehlike savuşturulmuştu. Savuşturulmuştu ama sonradan iktidara gelen D.P. devam eden bu korkuyla, “Bundan böyle ne olur olmaz,” diyerek daha meclisten karar çıkmadan Kore’ye asker gönderme kararı aldı. Orada (Kuni-ri Muharebesi) Amerikan çıkarları uğruna Türk askeri oluk oluk kan akıtınca ve bir Amerikan tugayını kurtarınca lütfedip Türkiye’yi NATO'ya aldılar.

Aldılar da ne oldu? Bu defa onlar fırsattan istifadeyle Lozan’da erteledikleri hesapları akıllarına geldi. Çünkü kulakları çınlasın Sn. Onur Öymen’in ifadesiyle bizim Lozan’da kazandıklarımız, onların kaybettikleriydi. Nitekim ta o zamandan yüzümüze açık açık söylediler, “Bu verdiklerimizi sizden zamanı geldikçe teker teker alacağız,” diye. Nitekim bunun için işe en başta savunmamızı zafiyete uğratmak maksadıyla uçak yapan, uçak ihraç eden Kayseri Uçak Fabrikasını ne yazık ki Menderes eliyle sabun fabrikasına dönüştürerek başladılar. O günden bugüne de savaşmadan işgal anlamına gelen bir örümcek ağı gibi memleketin her tarafını ABD üstleriyle donattılar. Ankara CUSMAT’da kurdukları Seferberlik Dairesi Başkanlığı ile memlekette ne kadar anarşik faaliyet varsa hepsini de hem organize ettiler, hem de körüklediler. Hatta 1972’lerde Sol güçlenip almış başına giderken Solu bölmek maksadıyla MİT’de kıdemli bir memur olan ve sonradan kızı Kesire’yi verdiği Hüseyin Yıldırım yardımıyla bir “Nüve” olarak kullanılan hemşerisi Abdullah Öcalan ve arkadaşlarına PKK’yı kurdurttular. Yeri gelmişken söylüyorum: Bu baş belası PKK ile en iyi mücadele eden ve onun soluk borusu kesmek üzere olan Eşref Bitlis’in ölüm emrini bizzat o zaman Milli Savunma Bakanı olan Dick Cheney tarafından verilmiş ve “Uçak Kazası” adı altında Adana Konsolusu Elizabet Shelton'un organizesiyle de yerine getirildi. Devam ediyorum: Uzman sıfatıyla devlet kademelerine işleri tıkayan adeta casuslarını yerleştirdiler. Nitekim İsmet Paşa 1963’lerde bir ara Başbakanken, “Üst kademe bir memura bir görev veriyorum, daha sonuç bana gelmeden meseleyi ABD Sefirinden öğreniyorum” diye dert yanmıştır.

İşte bu şekilde kurdukları ağlarla, tuzaklarla ve ne yazık ki İkili Anlaşmalarla zaman zaman Türkiye’yi kendilerini korumak için bir paratoneri, kâh Ortadoğu’nun Jandarması, kâh Uçak Gemisi, kâh bir İhata Duvarı, kâh Soros’un dediği gibi en iyi ihraç ürünü olarak gördükleri kanımızı akıtma pahasına Bosna, Afganistan ve Somali gibi yerlerde bir fedai, bir kobay ve kâh bir affedersiniz mayın eşeği olarak kullanmışlardır. Saymakla bitmeyecek olan daha neler neler… Bütün bunlar yetmiyormuş gibi şimdi de sıra yine affedersiniz bizi bir metres olarak kullanmaya geldi.

İşte esas mesele de bu noktadan sonra başlıyor. Acaba bundan sonra istedikleri gibi kullanılan bir metres olarak Norveç’de olduğu gibi aşağılanacak, hakarete uğrayacak veya resmen düşman ülke olarak hedefe konacak mıyız, konmayacak mıyız? Ya da bugünleri gören o yüce İnsan Atatürk’ün de dediği ve yaptığı gibi en iyisi aklımızı başımızı toparlayarak başta Amerika’nın niyetini açık açık ilan etmesi ve örtülü savaş ilan etmesiyle şartların zorlayarak kendiliğinden yolunu bulan  Çevresel İttifaklar yoluyla selamete ulaşacak mıyız, ulaşamayacak mıyız? Yoksa eşyanın tabiatına aykırı hareket ederek bütün bu anlattıklarımı yaşamaya devam mı edeceğiz?.. Takdir sizlerin.