
Haldun Solmaztürk
Siyaset Dersleri ‘Asker gönderme’
Türk Silahlı Kuvvetleri bugün Irak’ta ve Suriye’de—Fırat’tan Akdeniz’e uzanan geniş bir coğrafyada—Cerablus’ta, El-Bab’da, Afrin’de, İdlib’de çok güç koşullarda görev başındadır..
Geçtiğimiz günlerde, TSK’nın yabancı ülkelere gönderilmesine—ve dolayısıyla bu görevlerin devamına—izin veren tezkerenin süresi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bir yıl daha uzatıldı. Gelin görün ki, Meclis’teki ‘tezkere’ görüşmelerinin toplam süresi iki saati geçmedi..
Bu durum ve Meclis’in tutumu normal değildir..!
Öte yandan, Papaz’ı ve Kaçıkçı’yı aylarca, her gün, her platformda saatlerce tartışan bir toplumun, ‘asker gönderme’, yani ‘savaş riski’ tezkeresini HİÇ tartışmaması da şaşırtıcıdır..
Daha vahim olanı, yıllardır, hükümet (artık ‘cumhurbaşkanlığı’) tezkerelerinin virgülü bile değiştirilmeden, adeta oy birliğiyle onaylanıyor olmasıdır. Devletin dış siyaseti, bir geminin rotası gibidir; istikameti, nihai hedefi belirler. Dış siyaseti, ulusal çıkarlar şekillendirir—öyle olmalıdır.. O yüzden hem siyaset, hem de stratejiler, ulusal çıkarlara hizmet açısından sürekli gözden geçirilmelidirler. Bunun yapılacağı yer Meclis’tir..
Dış siyaset araçları içinde askeri gücün—veya güç kullanma tehdidinin—özel bir yeri vardır. Bu nedenle, askeri gücün nasıl kullanılacağı Türkiye’de de özel olarak düzenlenmiştir.
1924 Anayasası (Md 26), “… [B]arış yapmak, harb ilan etmek..” gibi görevleri “Büyük Millet Meclisi ancak kendisi yapar” demiştir.
1961 Anayasası (Md 66), daha ayrıntılı olarak, “Milletlerarası hukukun meşru saydığı hallerde savaş hali ilanına … Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir” şeklinde düzenlemiştir.
1982 Anayasası (Md 92) da, aynı düzenlemeyi benimsemiştir. Ayrıca, “.. .Cumhurbaşkanı da, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verebilir”.
Cumhuriyetin kuruluşundan beri var olan bu anayasal düzenlemelerin maksadı, Türk askerini yabancı ülkelere gönderme veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasının lüzum, hudut ve şümulünü ‘hükümetlerin takdir ve tayinine’ bırakmayıp Meclis’in iznine—yani Meclis’in takdir ve tayinine—tabi kılmaktır. Ama garip bir şekilde, ‘Meclisler’ her tezkerede, her şeyi yine hükümetlerin takdirine (!) bırakır!
İlk tezkere, 1950 Aralık ayının 6’ıncı günü Türk askerinin ‘Birleşmiş Milletler orduları saflarına katılmak üzere’ Kore’ye gönderilmesine izin (!) verdi. Bu ‘izin’ verildiğinde, Türk Silahlı Kuvvetleri Tugayı Kore’de savaşa girmişti bile.. Kunuri’de 3 gün içinde 237’si şehit olmak üzere 825 zayiat veren tugay, 6 Aralık’ta P’yongyang’da toplanma bölgesindeydi.
O zamandan bugüne, Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir çok tezkere geçti, ama siyaset kurumunun—iktidarıyla, muhalefetiyle—güvenlik konularına, özellikle de Türk askerinin ‘savaşa’ gönderilmesine olan sorumsuz ve gayri-ciddi yaklaşımında hiçbir değişiklik olmadı..
Kore’den sonraki ilk tezkereler Kıbrıs içindi. 1964, 1967 ve 1974’teki tezkerelerde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesinin, lüzum, hudut ve şümulü için ‘hükümetçe takdir ve tayin olunacak şekilde’ ifadesi kullanıldı. Bu ifadedeki kelimeler—iktidardaki partinin meşrebine göre—zaman zaman ‘gerekliliği, sınırı ve miktarı olarak değiştiyse de, özü aynı kaldı: hükümetçe takdir ve tayin olunacak şekilde..
1990’lardaki Körfez Savaşı sürecinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesine ‘veya yabancı silahlı kuvvetler mensuplarının Türkiye’de bulunması’ da eklendi—elbette yine lüzum, hudut ve şümulü hükümetçe takdir ve tayin olunacak şekilde.. Somali, Bosna-Hersek, El-Halil, Arnavutluk, Lübnan, Kosova, Afganistan tezkerelerinde de hep ‘hükümetçe takdir ve tayin olunacak şekilde’ denildi, öyle de oldu. Meclisler, gözetim bir yana ‘seyretmedi’ bile..
2003’te Irak Savaşı döneminde de gelenek bozulmadı, 6 Şubat, 1 Mart, 20 Mart ve 7 Ekim 2003 tezkereleri de gereği, kapsamı, sınırı ve zamanı hükümetin ‘takdirine’ bıraktılar..
Reddedilen ‘1 Mart Tezkeresi’ bir kazaydı, ama o da, “… Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine … 62,000 askeri personel, 255 uçak, 65 helikopteri aşmamak kaydıyla, yabancı kara, deniz, hava, özel kuvvetler ve lojistik unsurlarının Türkiye’de bulunmasına …” gereği, kapsamı, sınırı ve zamanı hükümetçe belirlenecek şekilde izin veriyordu. (Yabancı asker sayısına ‘sınır’ getiren—buna sınır denirse—tek tezkere budur.)
2007’den beri süregelen Irak ve Suriye tezkerelerinin hikayesi ayrı bir siyaset garabeti..
2002’de iktidara gelen AKP hükümetleri 2007’de PKK saldırıları tekrar yoğunlaşana kadar pek bir şey yapmıyor. O yıllarda başka işlerle meşguller.. TSK unsurlarının—PKK’nın yuvalandığı—Irak’ın kuzey bölgesine ve mücavir alanlara gönderilmesine izin veren 2007’deki ilk tezkere, açık oylamada 507 gibi büyük bir destekle geçiyor—sadece 19 Demokratik Toplum Partisi (DTP) milletvekili karşı oy veriyor.
Tezkere bir yıl sonra 2008’de, uzatılmak üzere yine Meclis’e geliyor..
Terör olayları, azalmak bir yana artmış.. Muhalefet, hükümetin siyaset ve stratejisinin caydırıcı olamadığı, Irak topraklarındaki operasyonları ABD’nin iznine tabi kıldığı, topyekun mücadele yapılmadığı eleştirilerini getiriyor. PKK terörüne karşı ‘daha etkili ve sonuç alıcı politika’, Irak sınırında tampon bölge, Barzani’nin PKK’ya desteğinin engellenmesi, Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) yönetiminin Irak’tan bağımsız bir devletmiş gibi muhatap alınmaması, destek verilmemesi, aksine yaptırımlar uygulanması isteniyor.
Yani muhalefetin, hükümetin güttüğü siyasetin Türkiye’nin milli menfaatlerine hizmet etttiği konusunda ciddi endişeleri var. Hükümetin, TSK’nın Irak’a gönderilmesinin lüzum, hudut ve şümulünü doğru takdir ve tayin edemediğine inanıyor. Ama yine de—497 gibi yüksek bir destekle—Türk Silahlı Kuvvetlerinin, lüzum, hudut ve şümulü hükümetçe takdir ve tayin olunacak şekilde, yabancı ülkelere gönderilmesine, bir yıl süreyle tekrar izin veriyor..!
Muhalefet, sözde onaylamadığı bir ‘siyasete’ tezkereler yoluyla fiili destek verdikçe, bu siyasetin düzeltilmesi elbette mümkün değil—nitekim düzeltil(e)miyor.. Akıl almaz kısır döngü altı yıl daha böyle sürüp gidiyor. 2014 yılına kadar..
2014 yılında Irak ve Suriye tezkereleri birleştiriliyor..
Meclisteki görüşmelerde, giderek artan kitlesel göç tehdidi, Süleyman Şah Karakolu, güçlenen Irak Şam İslam Devleti (IŞİD), Suriye’de yeni yeni şekillenen ‘PKK/PYD’ devleti (!) dile getiriliyor. Sonunda, IŞİD ve benzeri (!) terör örgütlerine karşı gerekli tedbirleri almak üzere, hudut, şümul, miktar ve zamanı hükümetçe takdir ve tayin olunacak şekilde, TSK’nın sınır ötesi harekat ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması, bu kuvvetlerin hükümetin belirleyeceği esaslara göre kullanılmasına izin veriliyor.. Yine..!
Yabancı ülkelere ‘asker göndermek’ ve yabancı silahlı kuvvetleri kabul etmek o kadar sıradanlaşmış, o kadar kanıksanmış ki, 550 kişilik meclisten genel kurula gelen milletvekili sayısı 396.. İzin kararı 298 oyla geçiyor. O dönem ‘açılım süreci’ devam ediyor, ‘Andımız’ kaldırılalı (!) bir yıl olmuş.. (Başbakan, “Bal bal demekle ağız tatlanmaz, Türküm demekle Türk olunmaz” diyor.) Milli Savunma Bakanı uyarıyor: “Tezkereden sonra hemen bir adım beklemeyin”. PYD lideri Salih Müslim iki gün sonra Ankara’da ağırlanıyor. Bir ay bile geçmeden, Barzani—Türkiye üzerinden—PYD/YPG’ye takviye gönderiyor. Aynen böyle..
2017’ye kadar, aynı ‘izin’ kararı birer yıl sürelerle uzatılıyor—hududu, şümulü, miktar ve zamanı hükümetçe takdir ve tayin olunacak şekilde.. Ama, köprülerin altından çok su geçiyor.
Kerkük, Musul ve Sincar’ı kontrolu altına alan Barzani, bağımsızlık referandumu kararı alıyor. Bu arada ‘Rojava’ Batı’nın açık ve güçlü desteğiyle büyümüş, kök salmış, PKK/PYD Fırat’ın doğusunda devletleşmiş, Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin sayısı milyonlara ulaşmış.
Muhalefete göre, ‘AKP, Irak merkezi hükümetini yok sayarak siyasi, askeri ve ekonomik destek verdiği için’ Barzani bu kadar güçlenebilmiş.. Irak ve Suriye’nin milli birliğinin, toprak bütünlüğünün (Muhalefetin söyleminde henüz ‘üniter’ kelimesi yok) ve istikrarının korunması isteniyor. Aslında 2016’da verilen izin 30 Ekim 2017’ye kadar geçerli olmasına rağmen, yine de 23 Eylül’de uzatma kararı alınıyor. Ama, 30 Ekim’den geçerli olmak üzere..?
Dostlar alış verişte görsün..! Hududu, şümulü, miktar ve zamanı hükümetçe takdir ve tayin..
3 Ekim 2018.. Bir yıl sonra Cumhurbaşkanlığı’nın ‘uzatma tezkeresi’ tekrar Meclis’e geliyor.
Muhalefete göre Hükümet, TBMM’nin verdiği yetkiyi aşmış, suistimal etmiş.. Bölgedeki istikrarsızlığın ve Türkiye’ye tehditlerin artmasının sebebinin, “Son 16 yıldır izlenen yanlış politikalar” olduğu iddia ediliyor. AKP yönetimi “… Yayılmacı bir siyaset izlemekle, [Türk ordusunu] savaş alanlarına sürmekle” itham ediliyor. Askeri müdahalenin ve siyasi ‘varlığın’ meşruiyeti ve ‘yabancı kuvvetlerin’ Türkiye’de bulunmasına ‘hangi nedenle’ ihtiyaç duyulduğu—haklı olarak—sorgulanıyor. Türkiye’nin maceracı Orta Doğu politikasının ‘topyekun iflas ettiği’, öngörülebilir, tutarlı bir politika izlenemediği tespitleri yapılıyor.
Halkların Demokratik Partisi (HDP), [Türkiye’nin] “Irak dağılırken ve Suriye sallanırken, bir güç olarak ortaya çıkan Kürtlerle ne yapacağını bilmediğini” söylüyor—ki ‘sorunu’ nasıl tarif ederseniz edin, yürütmenin (!) ‘Kürtlerle’ ne yapacağını bilmediği tespiti de esasen doğrudur.
Muhalefet—bir kez daha—vahim bir tablo çiziyor. Ama, artık deniz bitmek üzere..!
Aslında eleştirilerin tümü, tek bir siyaset önerisine indirgenebilir: Suriye’de rejimin ve üniter yapının askeri güç kullanarak değiştirilmesine yönelik siyasetin terk edilmesi ve Şam yönetimiyle diyalog kurulması.. Ama ‘yürütmenin’, böyle bir niyeti olmadığı ortada..
Yine de tezkere aynen onaylanıyor.. Zaten hiçbir değişiklik önergesi yok..!
Yani, muhalefet, iktidarın milletlerarası hukukun ‘meşru saymadığı’ koşullarda, Türkiye’nin menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamakta başarısız olduğuna inanıyor, ama sonuçta yine de, “Türkiye’nin menfaatlerini etkili bir şekilde koruması ve kollaması [için] … hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükümetçe takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin … yabancı ülkelere gönderilmesine” izin veriyor—on ikinci kez..
Bu çelişkiyi, kendilerine göre, örneğin “İktidar daha iyi politikalar üretemeyecek durumda [aynen böyle] olduğu için”, diyerek açıklıyorlar.
Böyle siyaset olmaz, böyle siyaset de yapılmaz..!
Siyaset bir amaç, maksat, bunları gerçekleştirecek hedefler içerir. Seçilen ve ulaşılan—veya ulaşılamayan—hedeflerin, milli menfaatler açısından, her aşamada—‘tezkere’ Meclis’e her geldiğinde—gözden geçirilmesi, irdelenmesi, rotanın düzeltilmesi, hükümetin sorumlu tutulması gerekir. Anayasa’nın 92. maddesinin orada olmasının esbabı mucibesi budur.. Yoksa, usulen, üstün körü bir görüşme yapmak ve başarısız olduğu, vahim hatalar yaptığı iddia edilen bir hükümete—Anayasa’ya rağmen—tekrar açık çek vermek için değil..
Demokrasileri, diğer rejimlerden ayıran, hükümetlerin denetlenebilmesi, ‘yürütmenin’ keyfi kararlarının önlenebilmesidir. Hükümetlere, asker gönderme ve yabancı asker kabul etme gibi en hassas bir konuda bile, neredeyse oy birliğiyle ‘keyfi hareket etme’ izni veren bir siyasi rejime demokrasi denemez. Yıllardır tam da bunu yapan bir siyasi sistem hastadır. Hep böyleydi—AKP öncesinde de.. Onları iktidara getiren ve bütün başarısızlıklarına rağmen, hala orada tutunabilmelerine imkan veren de bu hastalık, Türkiye’deki siyaset yapma şeklidir..
Trajikomik ‘tezkere’ tutarsızlığı açıkça gösteriyor ki, Türkiye öncelikle ‘yönetim’ sorununu çözmek, bunun için de siyaset kurumu siyaset yapma şeklini değiştirmek zorundadır.
Daha öncelikli, daha hayati, daha temel bir sorunumuz yoktur..!
Boş lafa değil, bilinçli, tutarlı, anlamlı tutum ve eyleme ihtiyacımız var—Meclis içinde de, Meclis dışında da..