Haldun Solmaztürk
Şehir & Barbarlar IV: “Sen de, tarih diye diye her şeyi engelliyorsun..!”
Başbakan Tayyip Erdoğan, İstanbul’un siluetini bozan binalardan şikayet ederken, “Bir bakıyorum bina yükselmiş. Her İstanbul’a geldiğimde binaları sayamam ki, yıldızları saymak mümkün mü?” diyordu.. Haklı..! Yıldızlar kadar çoklar.. Devr-i saadetlerinde oldu..
Haliç’teki ‘Boynuzlu Altın Köprü’ inşaatının tartışması, 2011’de UNESCO’nun da müdahil olmasıyla devam ederken, birden bire, Zeytinburnu’nda, kara surlarının güneyde Marmara Denizi’ne ulaştığı yerde, İstanbul’un siluetine sızan (!) üç gökdelen olduğu ortaya çıkıyor.
16/9 kuleleri olarak tanınan üç kule, tarihi yarımadaya Pera tarafından baktığınızda, tam Ayasofya ve Sultanahmet’in minarelerinin arasında görülüyorlar. Yani, tarif olarak ‘tarihi siluete’ dahil oluyorlar, şehrin kuruluşundan 1500 yıl sonra.. Kulelerin biri 138 metre yüksekliğinde, 36 katlı.. Diğeri 32, üçüncüsü de 26 katlı..
Üç gökdelenin siluete ‘sızdığı’, 2011 yılında, Kültür Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne yapılan ‘vatandaş’ şikayetleriyle anlaşılıyor. O zamana kadar kimse fark etmemiş (!).
Halbuki arsa 2006’da satın alınıyor. İmar planlarını Zeytinburnu Belediyesi 2008-2009 yıllarında hazırlıyor, emsal artırılıyor, yükseklik serbest bırakılıyor, İBB de onaylıyor, inşaat izni veriliyor. Müteahhit, ‘çevresel etki değerlendirmesini’ inşaat başladıktan sonra, geriye dönük (!) olarak hazırlıyor. ÇED olmaksızın, mimari konsepti kim, neye dayanarak, ne zaman onayladı, söylemiyorlar..
2011’de başlayan inşaat, OnaltıDokuz İstanbul Projesi, 2013’te bitiriliyor.
Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, daha 2011 yılında, “Başbabakan’a [Tayyip Erdoğan] yüzyüze defalarca, sayısını hatırlamadığım kadar çok defa, anlattım, bu yapının İstanbul’un siluetini bozduğunu, durdurulması gerektiğini söyledim” diyor. Başbakan da, her seferinde, “Sorun olmadığını” söylemiş.. Elbette, silueti korumak gibi bir kaygınız yoksa, gerçekten de sorun yok.. Her şey ‘kitabına’ uygun.. Rahatlıkla, “Sen de, tarih diye diye her şeyi engelliyorsun” diyebilirsiniz.. Başbakan da öyle diyor zaten..!
Bu arada ‘bir vatandaş’ 2012 yılında ‘ruhsat iptal’ davası açıyor. Ama, dava devam ederken, yürütmenin durdurulması kararı çıkartılmadığından inşaat hızla devam ediyor—yangından mal kaçırır gibi.. (‘Çıksa da kim dinleyecekti ki’ diye düşünebilirsiniz..)
4 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, ancak Bakanlığın talimatıyla (çünkü kendileri kör, sağır—ve dilsizdirler..) harekete geçiyor ve ‘yapılaşmanın İstanbul’un siluetini olumsuz etkilediğini’ tespit ediyor, nihayet.. Bakanlık, her iki belediyeden de ‘sit alanı içinde olmasa da, tarihi yarımadayı geri döndürülemez şekilde olumsuz etkileyen’ inşaatın durdurulmasını istiyor. Ama, ‘kimse’ üzerine alınmıyor.
Ertuğrul Günay, yani ‘Bakan Bey’, vali, belediye başkanı ve il bürokratlarının—herkesin—katılımıyla bir dizi toplantılar yapıyor. Koruma Kurulu’nun ‘durdurma’ kararı da var, ama tınlayan yok.. Bakanın bile aciz kaldığı koşullar, şimdilik meşkuk.. Ama, 2013 Ocak ayına, görevden alınana (!) kadar koltuğunu da terketmiyor. O zaman da zaten proje bitmiş oluyor..
UNESCO, ICOMOS’un 2013 raporunda ‘OnaltıDokuz İstanbul Projesi’nin tarihi silueti bozduğuna’ ve kulelerin, “Antik çağın en tanınan surlarının büyüklüğünü ve ihtişamını gölgelediğine” dikkat çekiyor. “İnşaat geri dönülmesi zor bir aşamaya gelmiştir” diyor.
İş ayyuka çıkıp kamuoyunda tartışılmaya başlanınca, Tayyip Erdoğan, yani ülkenin Başbakanı, ‘Kahroluyorum” diyor.. Ama o da sadece bakıyor, bir de küsüyor.. “Traşlayın dedim, ama hiçbir şey yapmadılar. O yüzden çok kırıldım, beş yıldır konuşmuyorum” diyor. Yani, ‘projeyi’ başından beri biliyor. Zaten arazi 2006’da Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonundan alınmış.. Herkes, böyle ‘tahsislerin’ kime sorularak yapıldığını elbet çok iyi bilir..
“Benim her yapılandan haberim olması mümkün değil. Belediye başkanlarını ve beni uyarın” diyor.. Esasen, haberi ‘olmaması’ mümkün değilken.. Ama kimse sormuyor, soramıyor.. “Biz, sizin haberiniz olduğunu sanıyorduk” diye kendilerini savunuyorlar (!), öyle ya, onun haberi olursa mesele yok.. İstanbul, Erdoğan’ın şahsi mülkü sanki! Elbette, aslında, “Biz sana sormadan böyle bir halt yenilmeyeceğini bilmiyor muyuz?” demeye getiriyorlar, nazikçe..
‘Bir’ vatandaşın açmış olduğu ‘ruhsat iptal’ davası, Danıştay’ın da onayıyla kesinleşince, ‘bir başka’ vatandaş da gökdelenlerin silueti bozan kısımlarının‘yıkılması’ için dava açıyor.
İş işten geçtikten sonra, İBB şehrin semtlerine yükseklik kotası getiriyor. Zeytinburnu için belirlenen yükseklik 70 metre, yani 23 kat.. Niçin 70 metre, kim, neye göre karar verdi, elbette soramıyoruz. ‘Büyüklerimiz’ öyle uygun görmüşler.. Bizlere soracak halleri yok ya.. Bu durumda, kulelerin, 13, 9 ve 3 katının—toplam 25 kat—yıkılması gerekiyor.
Mülk sahibi de karşı dava açıyor, “Projeye verilen yapı ruhsatı, iskan ve her türlü izin, imar planlarına, plan notlarına ve diğer her türlü mevzuata uygun olarak alınmış bulunmaktadır. Şirketimizin ve maliklerin kazanılmış hakları vardır. Biz herşeyi usülüne, kanunlara göre yaptık” diyor, ki hepsi doğrudur, öyle yapmıştır.
Bu arada, ‘davacı’ vatandaş, davadan vazgeçiyor.. “Yapının tamamlanmış olması, daire maliklerinin bağımsız bölümlerine taşınmış olmaları, yıllarca emek vererek kazandıkları birikimlerini bu taşınmazlara yatırmaları, yatırımcı firmanın yerel yönetimlere [Zeytinburnu Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesine] güvenerek projeyi finanse etmesi” nedenleriyle çekiliyor. Sanki, mahkemeye mal sahibi adına verilen ‘bilirkişi mütalaası’..
Kulelerde 496 daire, bağımsız bölüm var.. Birim fiyatları 4 milyon dolara kadar çıkabiliyor.. Derken, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü’nün ve halihazır Ekonomi Bakanı’nın da kulelerde daireleri olduğu anlaşılıyor. (Haydi bakanı anladık, o bir siyasetçi.. Genelde çocuklarının sünnetinde gelen altınları satıp alıyorlar, ama bir emniyet müdürü, nasıl olup da değeri milyonlarca doları bulan bir daire edinebilir..?) Elbette başkaları da var..
Mahkeme, ancak ‘kamulaştırma yapılması ve sadece silueti bozan kısımların, bedelinin ödenmesi’ halinde yıkım yapılabileceğine karar veriyor. Ödemeyi, ‘kusurlu’ olan idare yapacak.. Bizim vergilerden..! Mülk sahibi, oturanlara, “Telaş yapmayın, mahkemenin yıkım kararı, mutlaka yıkım olacak demek değildir” diyor, nereden biliyorsa..!
Yıkım kararını belediyenin 30 gün içinde uygulaması gerekiyor. Ama, yıkımın maliyeti 2-3 milyon Türk lirası.. Zeytinburnu Belediyesi, “Bu para bizim bütçemizi aşar..” diyor. Sonra nasıl oluyorsa, 2014 yılında yıkım ihalesine çıkıyorlar. Yine nasıl oluyorsa, ihaleye kimse girmiyor.. Hikmet-i Hüda..! Bir daha da ihaleye çıkmıyorlar.. Netekim, yıkım olmuyor.. Hukukun üstünlüğü (!) işte böyle bir şey.. Sadece bizim gibi ileri demokrasilerde oluyor.
Zeytinburnu Belediye Başkanı AKP’li Murat Aydın’ın, “Yüreği sızlıyor”.. Ama, “Ruhsat vermeseydim suç işlemiş (!) olurdum” diyor. (İmar Planını Bakan Ertuğrul Günay’ın yaptığını, yüksekliği ‘onun’ serbest bıraktığını iddia ediyor. Ama Günay, “Yok böyle bir şey” diyor, ‘Zeytinburnu Belediye Başkanı yalan söylüyor’ demeye getiriyor.)
Aydın, “O binaya [kulelere] baktığınızda İstanbul’daki bütün yüksek binaları görüyorsunuz. Ondan yüksek binalar da var” diyor. (Tencere dibin kara, misali..) Hala asıl sorunun ne olduğunu anlayamamış.. “Kaçak yapılaşmayla Türkiye’de en çok mücadele eden belediye başkanıyım” diye ilave ediyor. Sorunun ‘kaçak yapılaşma’ olmadığını da anlamamış..
‘Sahip’, “Proje bittikten sonra traşlanması mümkün değil” diyor, yani ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ gibi..
Çevre ve Şehircilik Bakanı, İstanbul—ve Ankara’daki, “Nahoş manzaraları” ve ortalıkta dolaşan imar hikayelerini “Çok rahatsız edici, adalet duygusunu sarsıcı” (!) buluyor..
Eski Başbakan, yeni Cumhurbaşkanı, eksik olmasın, zaten böyle şeylere çok kızıyor..
Ama, mahkeme kararı orada dururken yıkım bir türlü gerçekleşmiyor.. Yani, bir sorun var..
Elbette, demokrasilerde çareler tükenmez.. Yeter ki istensin, her şeyin çaresi bulunur.. Derken, bazı calib-i dikkat gelişmeler başlıyor..
2015 yılı Ocak ayında, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 29. maddesinde değişiklik öneren bir kanun tasarısını (yine bir ‘torba yasa’ içine koyarak) meclise sevkediyor. “İnşasına başlanmış, imar planında değişiklik yapılması veya planın iptal edilmesi sonucunda plana aykırı hale gelen yapılarda, plan değişikliği veya iptali yapıldığı tarih itibariyle taşıyıcı sistem seviye tespit tutanağı düzenlenir. Tespit edilen bu seviye, ruhsat ve eklerine uygun olmak şartı ile müktesep (kazanılmış) hak sayılır” diyor.
Bilin bakalım, bu yasa değişikliği kimi ‘tarif’ ediyor, gerçekleşirse kime yarayacak..?
Evet, 16/9 İstanbul Projesi kurtulacak.. Sadece o mu? Elbette değil, Gökçeada’dan, Ataköy’e, Atatürk Orman Çiftliği’ndeki Başbakanlık (!) inşaatına kadar bir çok ‘kaçak’ yapı kurtulacak.
Zamanında, “Güçleri yetiyorsa yıksınlar. Yürütmeyi durdurdular, bu binayı [Külliye’yi] durduramayacaklar. Açılışını da yapacağım, içine de girip oturacağım” dememişler miydi? Aslında, 16/9’da olan da tam bu..
Sonra bu madde geri çekiliyor, ‘torbadan’ çıkartılıyor, rafa konuyor, ama artık herkes zamanı geldiğinde (!) ne olacağını biliyor.. Mesaj (!) verildi—ve elbette alındı da.. Artık, imar planları veya yapı ruhsatları mahkeme kararıyla iptal edilen ‘tüm’ inşaatların, aklanıp paklanmaları, alt tarafı bir KHK’ya bakıyor.. Dedik ya, demokrasilerde çareler tükenmez..
Birkaç ay sonra, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 1973 yılında mezun olduğu İstanbul İmam Hatip Lisesi’nin bedelsiz olarak yeniden inşa edilmesi için bir dizi kararlar alıyor.
Fatih’teki lisenin, mülkiyeti bir vakfa ait olan arsası, İBB’nin Başakşehir’deki iki arsasıyla takas ediliyor. Sonra Başkan Kadir Topbaş’a, önce okul binalarının yıktırılması ve yeniden inşa edilmeleri için, arkasından da, bu maksatla ‘bir’ şirketle protokol yapma yetkisi veriliyor. Tesadüfe bakın ki, bu şirket 16/9 İstanbul Projesini ‘başarıyla’ gerçekleştiren şirket çıkıyor. Yenileme ‘talebi’ şirket sahibinden gelmiş, mezunu olduğu okula katkıda bulunmak istemiş.. Keşke bütün mezunlar böyle olsa, ama olmuyorlar tabii.. Böyle insanlar nadir çıkıyor..
Bu arada belediye, kanunen yıkmak zorunda olduğu gökdelenlerin sahibiyle fiili ortaklık tesis etmiş oluyor. İstanbul Milli Eğitim Müdürü ve Fatih Belediye Başkanı da protokole taraflar.. Ama büyütülecek bir şey değil, ileri demokrasilerde, zaman zaman böyle şeyler olabiliyor..
Recep Tayyip Erdoğan İmam Hatip Lisesi 2017-2018 Eğitim Öğretim Yılı başında hizmete girdi. Açılış töreninde, kendisi de okulun eski öğrencilerinden olan hayırsever iş adamına ‘hizmetlerinden’ dolayı teşekkür edildi. 16/9 sakinleri de, böylece rahat bir nefes aldılar..
Ve, geçtiğimiz günlerde Çevre ve Şehircilik Bakanı, Meclis Plan ve Bütçe Komisyonunda, İstanbul’a—ve başka kentlere—vurulacak son darbenin de müjdesini verdi.. Kentsel Dönüşüm Yasası’nın on beş maddesini KHK ile değiştirip ‘tapusuz gecekondu ve kaçak katı’ olana da yeni konut sahibi olma imkanı vereceklermiş..
Devleti, OHAL’le, KHK’larla, emirlerle, kabile gibi yönetmeye alıştılar ya.. Anayasa Mahkemesi de bütün bu olan bitene, boş gözlerle sadece bakıyor ya.. İş(i) bitirecekler..!
Medeniyetler Şurası topluyorlar, Şehircilik Şurası topluyorlar, ‘barbarların’ istilasındaki şehirlerde.. Barbarlığın medeniyeti olmaz ki..! Barbarlık, barbarlıktır.. Medeniyete, ‘şehre’ karşıdır.. Küstah, vahşi ve acımasızdır.. Doymaz.. Doymuyor.. Durmuyor.. Durmuyorlar..
Şehri, şehirlerimizi savunacak, cesur savaşçılara, iyi insanlara ihtiyacımız var.